TOHUM KONTROLÜ İLE KÖLELEŞTİRME – YOK ETME

TOHUM KONTROLÜ İLE KÖLELEŞTİRME – YOK ETME

Tarımda kendi kendimizi bitirmeye tüm hızımızla devam ediyoruz. Yaşanılan ve yapılan icraatlardan, tarım politikalarının beceriksizlikten ötürü başarısız olmadığını, adeta bilinçli şekilde ihanete sürüklendiğini anlıyoruz…

2006 yılında standartlara uymadığı gerekçesi ile yasaklanan yerli tohumlar, 2018 yılında sertifikasız tohumlara destek verilmemesi için çıkan yasa ile adeta yok edilmek istendi.

Sertifikalı hibrit GDO’LU (kısır) tohumlar ile toprağın düzeni bozulurken, bir sürü zararlı böcek ve çeşitli bitki hastalıkları türedi. Böylelikle tohum ile birlikte ilaç ithalatı da mecburî oldu. İnsanlar üzerinde etkileri dehşet verecek ölümcül boyutlara ulaştı.

Yerli tohumun yasaklanması ile bir taşla sayısız kuş vuruldu! Bugün 750 milyon dolarlık bir tohum pazarı, toprakların zehirlenmesi, insanların zehirlenmesi, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi, tarımda bağımlı hâle gelmek gibi bir sürü zarara uğramış olduk.

150 milyon dolarlık sebze, 600 milyon dolarlık da tarla bitkileri tohumu olmak üzere toplamda 750 milyon dolarlık tohum ithal ediyoruz.

İthal ettiğimiz tohumlar: Mısır % 95, Pamuk % 80, Soya % 80, Sebze tohumu % 75, Patates % 95, Ayçiçeği % 85, Buğdayda % 7 olmak üzere hibrit ve GDO’LU ithal tohum kullanıyoruz ve dolayısıyla ortalamada % 70 üzeri bir oranda yabancı firmalardan tohum alıyoruz.

Anadolu toprakları 18 binden fazla farklı tipte buğday çeşidi ile dünyada rakipsiz olarak tekti. 1930 yılında 256 yeni buğday varitesi tespit eden Türk bilim adamı Mirza Gökgöl, ülkemizdeki çiftçilerin elindeki buğday çeşitlerinin bitki ıslahçıları için kıymet biçilmez bir değerde olduğunu anlatarak, bu müthiş bereketli gen kaynağına dikkat çekmişti. Ama maalesef bu en çok da küresel çetelerin dikkatini çektiği için, bu çeşitlilik, bu zenginlik yerli işbirlikçiler vasıtasıyla bugün elimizden alındı.

Yerli tohumun öneminin farkında olan, tamamen gönüllülük esasına dayalı bir grup insan, bugün sosyal medya üzerinden örgütlenerek, satışı yasak olan yerli atalık tohumları takas ederek çoğaltmaya ve yaşatmaya çalışıyor. Adeta küresel sömürgeci çeteye direniş gösteriyorlar. Sizler de toprağınız yoksa bile balkonda saksılarda bir kökte olsa atalık tohum ekerek bu direnişe omuz verebilirsiniz.

Şimdi, Amerikan asıllı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’la yapılmış olan röportaja bir göz atalım…  Zamanında Yeni Aktüel dergisince Engdahl’la yapılan röportajı biz Gıda Hareketi sitesinde aldık ki röportajda dehşete düşürecek bilgiler veriliyor.  Engdahl, ilk baskısı 2007’de yapılan, Nisan 2009’da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı.

“Svalbard Kıyamet Tohum Deposu”

Röportaja geçmeden önce şu ön bilgileri paylaşalım:

2008 yılının Mart ayında, Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen bir ambar kuruldu. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor.

Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna ‘kıyamet tohum deposu’ da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

Engdahl’ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var. Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor.

Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında ‘dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme’ planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor.

Kıyamet Muhafızları

Svalbard Küresel Tohum Deposunun finansörleri kimler?

– Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998’e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952’de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey.

Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askerî endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı. Örgütün finansörleri ise; geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates! Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont/Pioneer Hi-Bred!

Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto! İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta! 1970’lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla ‘Yeşil Devrim’ diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller! ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.

Yani özetle, GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde ‘zaten var olan’ tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?

Ebu Garib tohumları nerede?

Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?

– Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir.

Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da bir araya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak!

Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tekelden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.

Ari ırk yaratma ‘Projesi’

Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?

– Hayır, bunu açıklamak için önce Kıyamet Muhafızları’nın kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971’de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Gurubu olan CGIAR’ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) ‘modern tarım ürünü’ kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu ‘Gen Devrimi’nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular.

CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti. Böylelikle Rockefeller Vakfı 1970’lerden itibaren küresel tarım politikalarını şekillendirebilecek konuma geldi. Ve başardı. CGIAR aslında Rockefeller ailesinin on yıllar süren bir planının parçasıydı. Bu plan ‘Proje’ olarak adlandırılan, üstün ırk yaratma planıydı.

“Rockefeller Hitler’in de finansörüydü”

Üstün ırk yaratma projesi tam olarak nasıl bir şey?

– Rockefeller Vakfı’nın ve zengin finans kurumlarının 1920’lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı Third Reich’s Kaiser Wilhelm Institutes’nün ari ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu. 2. Dünya Savaşı’nda Amerika resmi olarak savaşa Hitler Almanyasının karşısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftwaffe ve Wehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili Amerika senato araştırması da yapıldı.

Rockefeller Vakfı insanı ‘gen dizilimlerine’ indirgemeye çalışan sözde moleküler biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan özelliklerini dilenilen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler’in öjenikçi bilim adamları 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sessiz sedasız ABD’ye götürülmüş ve çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusunda ilk adımları atmışlardır.

Gıdalar ile negatif öjenik

Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?

– Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920’den beri biricik amacı ‘negatif öjenik’tir. ‘Negatif Öjenik’ istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir.

Aile Planlaması Enternasyonal’in kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger 1939’da Harlem’de ‘Negro (Zenci) Projesi’ adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”

20 yıllık kısırlaştırma projesi

Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi?

– Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, yendiği takdirde erkeği kısırlaştıran bir mısırı genetik mühendisliği marifetiyle geliştirdiklerin açıkladı. Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığından (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti.

Bir başka örnek; 1990’larda BM Dünya Sağlık Örgütü Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi.

Test sonuçları gösterdi ki Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı. Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla ile birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcılı bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972’de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum deposunu ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!

Hibrid tohumlarla tekel tuzağı

Rockefeller’in gelişmekte olan ülkelerde yürütmüş olduğu ve hâlâ devam eden Yeşil Devrim çalışmalarına da bu açıdan bakınca korkunç görünüyor…

– Rockefeller Vakfı 1946’da Nelson Rockfeller ile Pioneer Tohum Şirketi kurucusu Henry Wallace’ın Meksika’ya yaptıkları bir geziden sonra sadece adı yeşil olan Yeşil Devrim’i başlattı.

Neydi Yeşil Devrim? 60’larda Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra, Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tarım işi geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.

Nasıl tekelleştiler?

– Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid tohum patentlerinin DuPont/Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı.

Hibrid tohumlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçları da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu. Yeşil devrim aslında bir ‘kimyasal darbeydi’. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankası’ndan kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.

Sonuç?

– Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler genellikle topraklarını kaybettiler. İş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.

Peki ya bugün?

– Bugün de Gates ve Rockefeller Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir projeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.

Patentli biyolojik silah

Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız…

– Amaçları tüm tohumları patentlemek ki kendilerinden izinsiz kullanılamasın. Sonra küçük çiftçileri adım adım lisans parası ödemeye mahkûm edecekler, ödemeyenlere de patent ihlâlinden ceza verilecek. Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak.

Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum vermeme olasılığı için de kapıyı aralayacaktır bu. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler.”

Not: Adımlar Dergisi’nde daha önce yayınlanan “Hormon Saldırısı” başlıklı makaleyi, konunun bütün olarak ne derece önemli olduğunun anlaşılması açısından bir kez daha okumanızı tavsiye ediyorum. Linki aşağıdadır:

/hormon-saldirisi/

Ejder Hüseyin ÇETİNKAYA

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et