İNŞAAT ÇETESİ – YAĞMA DÜZENİ – İNTİHARLAR ve SURİYE GÜNDEMİ / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 1. Bölüm

İNŞAAT ÇETESİ – YAĞMA DÜZENİ – İNTİHARLAR ve SURİYE GÜNDEMİ / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 1. Bölüm

ADIMLAR Fikir – Kültür – Siyaset Platformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR ile yaşanan gelişmeler etrafında 3 Mart 2020 tarihinde gerçekleştirdiğimiz röportajın ilk bölümünün video kaydını ve bu kaydın metin dökümünü ilgi ve alakâlarınıza sunuyoruz.
AdımlarTV

.

AdımlarTv: Bu günün gündemine gelmeden önce izninizle şöyle bir soruyla başlayacağım; bilmem katılır mısınız, dış politikada yaşanan ve zaman zaman da oldukça sert biçimlerde açığa çıkan gelişmelerle Türkiye yeni bir evreye girdi. 2002’den bugüne tüm süreci de içine alacak şekilde, AKP İktidarının bugünkü durumunu kısaca değerlendirir misiniz?

Aslında soru oldukça geniş, kısaca değerlendirilir mi bilmiyorum.Çünkü bugün yaşadığımız –içeride ve dışarıda- bütün problemlerin odağındabahsettiğiniz iktidar var. Ama şöyle bir giriş yapabiliriz 2002 ilesorduğunuzdan dolayı: Neticede AKP gökten inme bir yapı olarak iktidaragelmedi. 2002’ye kadar gelen mücadeleninbütün verimini kullanarak, o verimin üzerine iktidara taşındı. Biz kendizaviyemizden bunu söylediğimiz ân anlaşılması gereken husus da tabiî ki1940’larda başlayan 40 yıllık Büyük DoğuMücadelesi’ni başlangıç kabul edip, hattâ daha önce malûm İBDA Tarihi 1919’la başlıyor; 19’danitibaren 2002’ye kadar gelen 40 yıllıkBüyük Doğu Mücadelesi, 40 yıllık İBDA Mücadelesi… Bütün bu Mücadele’ninüzerine iktidara gelmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Şu sorulmalı bence; “bütün bu verim üzerine gelen bu yapı bu kazanımlarıne yaptı, nasıl değerlendirdi?” Aslına bakılırsa bugün itibariyle görüyoruzki tedricen, yavaş yavaş bu kazanımların hepsi kaybedilmiş. Kaybedildiği gibi,İslâmcı Mücadelenin elde ettiği sempati de ortadan kalkmış, zaten bir söylemideolojisi üzerine devam eden bir yapı, aslında söylemini deyenileyemez olmuş.

Onun haricinde böyle ufak ufak notlar hâlinde söylemekgerekirse, ne yaptı bu yapı bugün itibariyle?.. Bir sistem, “Cumhurbaşkanlığı Rejimi” adı altındayeni bir düzene geçmeye çalıştı, yeni bir rejime geçmeye çalıştı. Fakat bunuyaparken de “79 milyonla Büyük Doğu’yukuracağız” söylemiyle başlayıp İdeolocyaÖrgüsü(1)’nden kendine uygun bir elbise dikerek bunu başaracağını düşündü.Fakat İdeolocya Örgüsü’nden, hele hele işin “ruh”unu ihmâl ederek, şeklî olarakbir elbise dikmek mümkün olmadı…

Fakat yaptıkları içerisinde en başta söylenmesi gereken şey “rejim” ve “sistem” plânında “müessese” olarak, “kurum” olarak geçmişe dair ne varsa hepsini tasfiye etti. Sorun da burada başladı bence. AKP iktidarları, tasfiye ettiğinin yerine şu ân itibariyle yeni bir şey koyamadı. Fakat bu tasfiye ile birlikte fert ve toplumda “denge” bozuldu. Bu “denge bozulma seyri” içerisinde de ortaya çıkan “düzen” maalesef insanımızı cinnete ve bunalıma, intiharlara sürükledi. Ben o bölgede kaldığımda(2) dikkatimi çekmişti; Özbekistan sınırlarına girince böyle kocaman harflerle bir yazı asmışlar: “Yerine yeniyi getiremeyeceksen, eskiyi yıkma!” diye, böyle büyük harflerle, hemen girer girmez insanın gözüne çarpan bir yazıydı. Şimdi bir nevî AKP İktidarının başına da o geldi gibi. Tasfiye ettiği eskinin yerine bir şey getiremedi. Getirememesinin sonucu ne oldu? Tabiî ki ekonomide, siyasette, ahlâkta, toplumda bugüne kadar hiç görülmemiş bir erozyon yaşandı. Bunun neticesinde de bugün yaşadığımız problemlerle karşı karşıya kaldık.

.

YAĞMA DÜZENİ – İNŞAAT ÇETESİ

Ama, neticede “eskiyi yıkma”nın bir travması da oluştu. Bunu da gözden ırak tutmamak gerekir. Bu travma da belli bir kaçışı da beraberindegetirdi. “Kaçış” derken şunu kastediyorum: Bir şey adına, inandıklarını iddiaettikleri bir takım ilkeler ve prensipler adına bir tasfiye gerçekleşirken,hayâllerindeki, düşüncelerindeki “yeni” ortaya çıkmayınca, o tasfiyenintravmasıyla başka “işler” yapmaya başladılar. İşte bu inşaat işleri, “yol yaptık, şunu yaptık, bunu yaptık” filândiye; dikkat ediyorsanız hiç “ahlâkışöyle yaptık”, “eğitimi böyle yaptık!” diye kimse övünmüyor! Aslında o,geçmişteki, meselâ bizim tarihimizde Viyana’dan (Viyana bozgunu-1683 / AdımlarTv) hemen sonra Lâle Devri geliyor.Yani bir nevî “vur patlasın, çal oynasın”diye de ifâde edilebilecek, arkasından Patrona Hâlil Ayaklanması geldi zaten -ki,büyük bir ayaklanmadır- iç karışıklıklar geldi. Şimdi burada da ona benzer birtravma görüyoruz iktidarda. Neyapacağını bilememenin, tasfiye ettiğinin yerine bir şey koyamamanınsıkıntısıyla sanki kendilerini böyle inşaata vermişler gibi… Dolayısıyla buinşaat etrafında, bu taş-toprak etrafında bir düzen kuruldu. Ve bu düzen, zateninsanımızı intihar ve cinnete sürükleyen de bu düzen! Toprakla alâkalı –zatensavaşlarda da bunu görebilirsiniz- toprakla alâkalı kurulan veya kurulmakistenen düzenlerde genelde, genel adlandırılmasıyla zaten “Yağma Düzeni”deniyor ona. Toprağın olduğu yerde yağmalama kaçınılmazdır. Şimdi biz kendiorijinal isimlendirmemizle söylersek eğer, bugün bir Yağma Düzeni kurulmuştur –isteyerekveya istemeyerek-, bu düzeni kuranlar ne o kutsala ne bu kutsala bağlıdırlar, tamamenbir çetedir ve bu çetenin ismi de İnşaatÇetesi’dir!

Ve bunların şu ân devam ettirdikleri düzen de -maalesef kimaalesef!- hergün kayıtlı kayıtsız, medyada çıkanıyla çıkmayanıyla herhâlde bir8 ile 10 arasında intihar vakâsıyaşanıyor cinnetlerle beraber.

Bu düzenin neticesinde de insanımız bu hâle gelmiştir. Düzenin insanımızı sürüklediği nokta bu. Yani iç politikadaki ekonomik kriz, ahlâkî kriz, siyasî kriz hepsini ele aldığımızda AKP iktidarının aslında “iyi” den başlayıp kötüye doğru gittiği bir süreci biz takip ediyoruz. Siyasî gücünde de bunu takip edebiliriz. Bugün meselâ bir “AKP” dediğimiz şey, bir “iktidar” dediğimiz şey bir ittifak birlikteliği aslında, ittifak siyasetiyle ayakta duruyor. Zaten bir yerde ittifak varsa, orada da o ittifakta katılan aktörlerin güçsüz olduğunu gösterir, güçten düştüğünü gösterir. Bu mânâda da 2002’de başlayan bir iktidar süreci 2020’ye geldiğimizde, aslında en güçsüz dönemini yaşıyor diyebiliriz. Son seçimde de zaten bu görüldü. Tekrar etmek gerekirse; bunun en büyük sebebi, siyasetin bağlı olduğu veya siyasetin bütünlemesi gereken “ruh”tan yoksunluk, ideolojiden yoksunluk. Bu mânâda da bugün “cumhurbaşkanlığı hükümet rejimi” denilen hükümet rejiminin de taşıyıcı bir sınıfın da ortaya çıkmaması, yine buraya bağlı. Meselâ “İngiliz parlamenter sistemi” diyorsunuz değil mi? Bunun taşıyıcı sınıfı “centilmen” denilen insandır. İşte “Amerikan başkanlık sistemi” diyorsunuz; Fransız Devrimi’ne bağlı olarak aklın üzerine inşâ edilmiş bir sistem, rejimdir. Şimdi, bizim burada ortaya konulan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin ise yürütücü ve taşıyıcı sınıfı kimdir? Buna dair ne bir tartışma oldu ne de böyle bir şey olması gerektiğine dair bir düşünce mevcut… Hâliyle ortaya konulan şey, eski “parlamenter sistem”den daha iyi bir şey değil… Yani bugün, şeklî mânâda bu rejimin de “ruh”u yok!

.

İDEOLOJİ-FİKİR-RUHOLMAYINCA; ŞEKİLCİLİK-ŞABLONCULUK

AdımlarTv: Bu noktada tam da belki sormayı düşündüğüm bir şeye geldi mesele; “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dediniz… Muhalefet cephesinde bugünkü yanlış politikaların “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nden kaynaklandığını söyleyen bir kesim de var. Bu da çok sık yapılan, dillendirilen bir şey. Bu konuda düşüncelerinizi açar mısınız?

Ona katılmıyorum ben!.. Çünkü “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” –tabi, 15 Temmuz etkeni de var, onu da içine katarak söylüyorum- zaten “parlamenter rejim”in yetersizliğinden dolayı ihtiyaç olarak ortaya çıkmış bir şeydi. Bugün muhalefet sorunları “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne yükleyerek tekrar “parlamenter rejim”e dönülmesi gerektiğini söylüyor ama eskiye dönüş artık mümkün değil. Yani muhalefetin bu sözü de muhalefetin ne yapacağını bilmediğini gösteriyor. Aslında sorun “idare şekli”nde değil, “idare ruhu”nda!.. Biliyorsunuz Büyük Doğu – İBDA’da bir dava var; “İslâm’da idare şekli yok, idare ruhu vardır!” Ki, İslâm düşmanlarının bence hiç hoşlanmadıkları bir ölçüdür bu. Çünkü o “ruh” mevcut olduktan sonra, kendi “şekil”ini bulur zaten… Yani şöyle de söylenebilir; bu mânâda en kötü idare şekli bile o “ruh”un elinde en iyiye doğru evirilebilir. Mesele “şekil” değil. “Şekil” nerede önem kazanıyor? Yani bir nevî o “ruh” olmayınca, o “ruh”a sahip olmayınca şablonculuk – şekilcilik kendini gösteriyor. Hâlbuki “şekil”, “ruh”un tecellisidir. Ve onu bütünleyen bir şeydir… Yani ideoloji ve siyaset ilgisi içinde düşünürseniz eğer; siyaset, ideolojiyi bütünleyen bir şeydir. Bundan dolayı da siyaset gaye değildir, “araç”tır. Ve ideolojinin manivelasıdır. İdeolojiyi “ruh” olarak, siyaseti de “şekil” olarak kabul ederseniz eğer; “ruh”un olmadığı yerde “şekil”, kendi kendisini gayeleştirir… Bu açıdan bakıldığında en kötü kanunları iyi insanlar uyguladığında iyi neticeler çıkar, en iyi kanunları kötü insanlar uyguladığında kötü neticeler çıkabilir… Bugün açısından değerlendirdiğimizde iktidarla muhalefetin sistem çapında, “her örgüsü tezatsız” bir ideoloji yoksunluğunu zaten ortak paydaları olarak tesbit edebiliriz… Bu yoksunluktan dolayı, hadiselere çözüm üretmektense, problemlere çözüm üretmektense, iktidarıyla muhalefetiyle problemin bizzat unsuru durumundalar şu ân. Bundan dolayı da –iktidar ve muhalefet ilişkisi içerisinde düşünürsek- bugünkü muhalefetin aslında çok da iktidar taraflısı olmadığını da görebiliriz.

.

“MUHALEFET”, MUHALEFET YAPMAYINCA…

AdımlarTv: “Taliplisi” yani…

Tabi tabi!.. Eğer iktidarı “talep eden” bir muhalefet olsaydı bugünkü muhalif çizgi, çok daha başka noktalara evrilirdi… Bugün ne işçinin, ne memurun, ne öğrencinin, ne esnafın, bakın yani, yaşadığı problemler altında ezilirken en ufak bir tepkisini bile göremiyoruz. Tepki, kendini, her kesimden insanımızın intiharı şeklinde tecelli ediyor. Öğretim üyesi de var, öğrencisi de var, işçisi de var, memuru da var, ev kadını da var intihar edenlerin profiline dikkat ettiğinizde… Hâlbuki bugün ne sendikal mücadele kalmış, ne üniversitelerde birlikler kalmış, ne teşkilâtlar kalmış. Bütün bunların şeyinden, sanki her dediği benimseniyormuş gibi, sanki her dediği doğruymuş gibi hareket eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla da, bunun böyle olmadığını açığa çıkarması gereken “muhalefet” muhalefetliğini yapmayınca da iktidarın yaptıkları –kendisinin doğru zannedip aslında neticeleri itibarıyla baştan aşağı yanlış olan iç ve dış politikadaki bir çok husus- uygulama sahasında olmaya devam ediyor…

.

ÇATIŞMACI DEĞİL, UZLAŞTIRMACI POLİTİKA

AdımlarTv: Bugün(**) Suriye’de yaşanan gelişmelere gelelim… Son yaşanan gelişmeler hakkında neler söylemek istersiniz?

Sorunuza cevap vermeden önce, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun ifâdesiyle söylersek “bütün şehidler bizimdir!” Allah şehidolanların şehâdetini kabul etsin, ailelerine sabır versin. Keşke bu fiilîdurumdan dolayı oluşan pratik zorunluluklar üzerine konuşmasaydık. Keşke şu ânTürkiye’de ve bütün bölgede geçerli olan bir akıl; “nasıl hâlledilmesigerekir?”, işte orada direnişçiler var, burada Rejim var, “Rejimle direnişinasıl uzlaştırmak gerekir?” filân şeklinde uzlaştırıcıbir siyaseti üreterek onun üzerine bir takım hamleler olsaydı da, biz debunlar üzerine konuşabilseydik. Fakat maalesef şu ân fiilî durumlar var, budurumlardan dolayı oluşmuş zorunluluklar var, biz de hem o zorunluluklarındoğruluğu-yanlışlığı üzerine konuşacağız, hem de “aslında ne yapılmalı?”üzerine konuşacağız. Tabi bütün bu meseleleri konuşurken orada şehid olaninsanların acıları, özellikle ailelerinin çektiği acılar da konuşmanın bazıtaraflarını mânâsız kılıyor. Bu şuurla sorunuza cevap vermeye çalışayım:

Aslına bakılırsa Türkiye’de artık “iç politika”, “dış politika” ayırımı yapmak mümkün değil. Dış politikayı da iç politikadan bağımsız düşünemeyiz… Bu cümleden olarak, baştaki sorunuza verdiğim cevabın devamı hâlinde söylemek gerekirse eğer; AKP, 2002 yılında iktidara geldiğinde, malum olduğu üzere bir takım uluslararası güçlerin desteğini de arkasına almıştı. Hâliyle de bu desteğin karşılığı olarak da bir BOP Eşbaşkanlığı söz konusuydu. BOP Eşbaşkanlığı dediğimiz şey neydi onların, bu projenin sahiplerinin ifâdesiyle? İslâm Coğrafyası’nda –Ortadoğu, Afrika, hattâ Kafkasları da içine alacak şekilde- 20 küsûr tâne ülkenin rejimleri değişecekti. Yani kendi hukukları açısından da hukuka uymayan bir husustur bu. Çünkü Birleşmiş Milletler’in ilgili maddesinde “hiçbir rejim dışarıdan müdahale ile değiştirilemez!” diye bir hüküm zaten mevcut. Fakat Irak başta olmak üzere –ki, süreç Irak’la başladı- özellikle İsrail karşısında bulunan, dış politikalarında esas düşman olarak İsrail’i belirlemiş Irak, Libya, Suriye gibi devletler dış müdahaleyle, askerî müdahaleyle bir darbeyle kimi değiştirildi, kimi de Suriye gibi halâ değiştirilmeye çalışılıyor.

.

HER REJİM, KENDİNİKORUMA HAKKINA SAHİPTİR!

Burada tabiî ki 2002’den bugüne kadar geçen süre içerisindebir takım değişiklikler de oldu. Bazen “Büyük Doğuculuk”tan BOPçuluğa transferolundu, bazen BOPçuluktan “Büyük Doğuculuğa” tekrar geri dönüş emarelerigözüktü, bazen de her ikisinin de yetmediği yerde –ama BOP muhtevası esas olmakkaydı şartıyla!- farklı yerlere savrulmayı gözledik; işte bu Kemalizm olur,Liberalizm olur ve saire ve saire… Fakat esashiç değişmedi! Suriye politikası ile alâkalı söylüyorum. Esasındeğişmemesinde buradaki iktidarın kendi iradesi mi söz konusu, yoksauluslararası güçlere verdiği taahhütlerin bir gereği mi? Ortaya çıkanfırsatlara ve değişikliklere, şartların değişmesine bakarsak eğer, her ikisininde olduğunu görüyoruz. Suriye özelinde meseleyi ele aldığımızda, bir kere şeyidoğru ortaya koymak lazım: Suriye’de ne oluyor? Özellikle 2004, 2005’ten 2010yılına kadar Suriye ile Türkiye arasında oldukça müsbet gözüken ilişkiler sözkonusuydu. Fakat 2011’den sonraki gelişmelere baktığımızda, “acabao müsbet gibi gözüken ilişkiler, 2011 sonrasına bir altyapı mı yapıldı?”diye de insan düşünmeden edemiyor. Fakat “ArapBaharı” ile başlayıp Suriye’de kendini gösteren uluslararası güçlerinmüdahalesi sonucunda şu çıktı ortaya: Suriye’de rejime karşı bir ayaklanmabaşlatıldı, bu ayaklanmaya karşı da rejim kendisini koruma yoluna geçti. Devletfelsefesi açısından da baktığımızda hersistem kendini koruma hakkına sahiptir, her rejim kendini koruma hakkınasahiptir. Bu tarihimizde, kendi iç isyanlar olarak baktığımızda, bizim debaşımıza gelen hadiselerdi bunlar. Burada bence önemli olan husus –ki,siyasette de bence önemlidir bu-, Irak’la başlayan bu süreçte “esas saldırınereden geldi?” Yani ister iç karışıklık bağlamında ister dış müdahalebağlamında bakalım, “esas saldırınınnereden geldiği ve bu saldırının hedefinin ne olduğu”… Sizin de gayet iyibildiğiniz üzere herkesin dilinde dolaşan neydi BOP Saldırısı gündeme geldiğinde? “Bu aslında İsrail’in güvenliğini garanti altına alabilmek için,sağlamak için ortaya konulmuş bir projedir!” değil mi, özü itibariyle?..Tabiî ki bu BOP Projesinin ekonomiktarafı var, toplumsal tarafı var, ahlâkî tarafı var, eğitimle ilgili boyutuvar; bugün aslında Türkiye bu bahsettiğim hususların hepsini tamamıylayaşıyor!.. Yine hatırlatmakta fayda var; içinde yaşadığımız düzen,insanımızı çepeçevre elinden, kolundan, beyninden yakalayan bu düzen, zaten omânâda 2002’den bugüne geçen süreç içerisinde ortaya çıkmış bir düzen.

AdımlarTv: Siz bir sohbetinizde “İstanbul Sözleşmesi”nin de BOP Saldırısının içinde konuşulması gerektiğini ifâde etmiştiniz?

Kesinlikle, kesinlikle!.. “İstanbul Sözleşmesi”, efendim kadın üzerinde yürütülen ne dine, ne ananeye, ne töreyle izah edilemeyecek politikalar ve istismarlar hepsi aynı kapsam içerisinde!..

.

“ESAS DÜŞMAN” OLARAK İSRAİL’İ GÖREN, SADECE SURİYE KALDI

Şimdi, bugün yaşadığımız olaya baktığımızda kendini, kendisiyasî bütünlüğünü sağlamaya çalışan bir devlet –Suriye Devleti- ve o devletiniç karışıklıklardan dolayı ürettiği etkiler var. Şimdi AKP iktidarı bukarışıklığın ürettiği etkilere nasıl karşılık verdi son olarak? Zaten savaşiçerisinde olan bir komşu ülkeye adı konulmasa bile –belki biz şu ânkonuştuğumuz saatlerde (3 Mart 2020 tarihinde yapılan röportaj sırasındaTBMM’de Suriye meselesi etrafında “kapalı oturum” yapılmaktaydı ve henüzErdoğan ve ekibinin Rusya ziyareti gerçekleşmemişti – AdımlarTv) mecliste adıkonuluyordur bunun- şu ân için adı konulmasa bile, bir savaş ilân etti. Ve busavaşı ilân ederken de ne gariptir ki yanında Amerika ve İsrail başta olmak üzere bütün Batı dünyasının desteğinigördü. Bu açıdan bakıldığında, işte İsrail’den gelen haberler İsrailhükümetinin oldukça memnun olduğu yönünde, Suriye ile yapılan bu çatışmalardanoldukça memnun oldukları yönünde haberler geliyor. Çünkü şu ân devlet gücü olarak İsrail’i “esas düşman” olarak ele alan sadeceSuriye kalmıştı. Diğer ülkeler, Irak olsun, Libya olsun yine Batı gücü eliyleliderleri katledildi, ülkeler de paramparça edildi.

AdımlarTv: 2011’den beri de sürekli İsrail’in saldırıları var Suriye’ye karşı. Zaten güneyden sürekli uçuşlar da oluyor.

Tabi, bu yeni gelen haberlerde, son saldırılarda, son çatışmalarla aynı ânda İsrail’in de saldırdığı söyleniyor zaten.

.

“TARİHİ MİSYON”BAĞLAMINDA UZLAŞTIRMACI POLİTİKA

Burada mesele, tabiî ki fiilî durumlar üzerinden farklı değerlendirmeler yapılabilir ama şartlar değişmeden olabilecek şeyleri öngörerek bir takım tedbirler, plânlar alınmalıydı, alınabilirdi. AKP iktidarının buna niyeti var mıydı, yok muydu? Şimdi o tartışmaya girmeden ben “AKP ne yapmalı, ne yapacak?” sorusundan ziyade “Türkiye burada –hem Suriye özelinde- genel olarak Türkiye ne yapmalıydı, Türkiye’nin nasıl bir tavrı olmalıydı?” Belki birazdan o mevzuyu soracaktınız, ben burada girmiş olayım… İBDA Mimarı’nın sözü aklımıza geliyor; “Hadiseler, Türkiye’yi tarihi misyonunu yerine getirmeye zorluyor!”(3) Şimdi aslında bizlerin, İBDA Mimarı’nın bu hükmü üzerinde düşünmemiz lazım. 90’lı yıllarda Özal iktidarı zamanında, Irak bağlamında söylenen bu söz ne mânâya geliyor? Şimdi bölgemizde baktığımızda bütün “süper güçler”in burada olduğunu görüyoruz; Amerika, Rusya, Avrupa, İsrail filân. Şimdi bütün bu “süper güçler”in bulunduğu bölgede Türkiye “İslâm Dünyasının liderliği” olan tarihî misyonunu nasıl icrâ edecek? Üstelik bölgedeki İslâm Milleti’nin yaşadığı coğrafya iç savaşlarla, iç karışıklıklarla şu ân dolu. İBDA Mimarı’nın ortaya koyduğu bu davaya bağlı bir iktidar olsaydı eğer, bu iktidarın yapması gereken ilk şey, coğrafyamıza saldıran Batı gücünün bu saldırıyı nerelerden ve nasıl gerçekleştirdiğini tesbit etmek olmalıydı. Şimdi onu biz kısaca söylememiz gerekirse; gayet açık görüyoruz ki Batı gücü bölgemizde ırk, dil, mezhep, ne kadar ayrılık varsa hepsini kaşıyarak ve bunun sonucu olarak da insanları birbirine düşürerek çatışma bölgeleri meydana getiriyor, o çatışma ortamı içerisinde hem kendi politikalarını yürütüyor hem de kendi eli temiz kalıyor. “Eli temiz kalıyor” derken kastım şu; kendisi pek fazla zarar görmüyor, kendi coğrafyası zarar görmüyor, kendi insanı çok fazla zarar görmüyor. Zarar görense bizim hep kendi bölgemizdeki, kendi coğrafyamızdaki İslâm Milleti’ne mensup unsurlar oluyor… Demek ki burada “İslâm Dünyasının liderliği” söz konusu olduğunda ilk dikkat edilmesi gereken, düşmanın yaptığı saldırının hangi noktalar üzerinde olduğunu tesbit etmek. Bu tespit doğru yapıldığında ise kesinlikle doğru siyasetin, bölgedeki uluslararası güçlerden, emperyal güçlerden herhangi birinin yarar politikaları doğrultusunda hareket etmekten ziyâde, İslâm Coğrafyasına mensup olan ülkeler içerisindeki iç anlaşmazlıklar üzerine yoğunlaşmak gerektiği açığa çıkıyor. Bunun adı da bir “çatışma politikası” olamaz. Başlangıç olarak bir “uzlaşma politikası” olabilir bu… Yani Türkiye, aslında bu misyonu, “İslâm Dünyasının liderliği” misyonu”nu üstlenmek istiyorsa eğer, ilk yapması gereken husus İslâm ülkeleri arasındaki iç çatışmalarda uzlaştırıcı bir rol oynarken, aynı ânda da uzlaştırdığı taraflara zerk etmesi gereken anlayış, Esas Düşman’ın bölgeden çekilip gitmesine dair olmalı. Hâlledilemeyen sorunların da o gittikten sonra, oturup bir masada hâlledileceğine inandırması gerekir. Tabi bu da yine bir inanç birliği, bir fikir birliği, bir ideoloji birliği etrafında olur. Dolayısıyla Türkiye’nin –“Türkiye”nin diyorum, dikkat edin! Burada herhangi bir partiyi, herhangi bir şeyi kastetmiyorum- bu davranış şekline, bu hedefe yaklaştığı müddet içerisinde İslâm Dünyası tarafından kabul görebilir ve “tarihî misyonu”nu yerine getirebilir. Bu politikadan uzaklaşıp, çatışmacı bir anlayış içerisinde, taraflardan herhangi birinin lehine bir tavır aldığında, bir tavır geliştirdiğinde –bu ister Amerika olsun, ister Rusya olsun, ister İsrail olsun!- bu da demektir ki, başka bir tarafın düşmanlığını üzerine çekecek demektir. Yani A unsurunu tutup B unsuruyla savaştığınızda, B unsurunun düşmanlığını çekeceksiniz, tersi olduğunda da A unsurunu… Ve bu düşmanlık, onyıllara varan bir tarih süreci içerisinde devam edecek.

.

“ESAD REJİMİNİN DEVRİLMESİ POLİTİKASI”, AMERİKAN POLİTİKASIYDI

Şimdi burada bizim, ADIMLARolarak, 2014 ve 2015 yıllarında Ayn El-Arab vesilesiyle dile getirdiğimizhusus hafızalardadır. BOP Projesi, BOP Saldırısı’nı içerisinde uygulanmakistenen en önemli stratejik plânTürk-Kürt ittifakıyla Arap düşmanlığıydı! Arap, özellikle Ehl-i SünnetDireniş’e karşı veya şöyle ifâde edelim; Batı işgaline karşı Arap Direnişi’ni etkisizleştirmek için, bir Türk-Kürt ittifakı söz konusuydu.

AdımlarTv: Siz bunu 2007 yılında yazmıştınız.

Tabi… Şimdi bugün baktığımızda sanki işler oraya doğru da gidiyor gibi, sanki bunlar yeniden canlandırılacak gibi. Bu politikalar canlandırılacak gibi bir şey var. Ama şu hususu bütün herkesin bilmesi gerekir; Ortadoğu’da “Arap intikamcılığı” diye bir kavram vardır. Yani bugün güç yetiremeyip bir şey diyemeyebilir. Ama bu, unuttuğu anlamına gelmez. Şimdi 3-5 günlüğüne, bir haftalığına Türkiye’de misafir kalacağını zanneden Suriyeliler, 10 yıldan beri burada ser sefil, vatanlarından koparılmış, evleri barkları elinden alınmış bir şekilde 10 yıl geçirdikten sonra acaba şu ândaki düşünceleri ilk geldikleri düşünceleri gibi mi? Acaba kendilerini “bir zulümden kurtulmuş” olarak mı görüyorlar, yoksa “bir oyunun parçası olarak malzeme yapıldıkları”nı mı düşünüyorlar? Bunlara da dikkat edilmeli. En temel olarak da, bölgemize saldıran bellidir: Washington, Londra, Telaviv üçgeninde, bu üçgen liderliğinde tezgâhlanan bir Batı Saldırganlığıdır! Türkiye olarak bir Batı saldırganlığının destekçisi olmak, zaten hem Türkistan haritası içerisinde, hem Ortadoğu içerisinde en hafif tabirle ayıp bir şeydir! Yani siz, ülkesini Batı işgaline karşı bölünmekten korumak için savunan ülkelere, Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye karşı bir düşmanlık tutumu içerisinde hareket ettiğinizde emin olun ki, Arap çadırlarında, Arap evlerinde, Arap çöllerinde sizin hakkınızda çok da iyi düşünceler beslenmeyecek… Bugün AKP içerisinde de illâ ki bunları düşünen insanlar var fakat, bu insanlar Tayyip Erdoğan’ı “Şam fatihi olmak” idealiden veya kendi varlığını, iktidarını Esad’ın gitmesine bağlamak düşüncesinden vazgeçirebilirler mi, bilmiyorum… Şu şartlarda çok da o güçleri olduğunu düşünmüyorum. Ama garip bir şekilde, o CIA Başkanı’nın 2011’de Türkiye’ye gelmesi(4)nden itibaren, garip bir şekilde kendi varlığını “Esad’ın gidişi”ne bağladı. Yani bunu ben de anlayabilmiş değilim. Çünkü “Esad rejiminin devrilmesi politikası” bize, bu topraklara ait bir politika değildi, bu Amerikan politikasıydı, Amerikan ve İsrail politikasıydı. AKP İktidarı da bu politikaya ortak oldu.

.

AdımlarTv: Saddam ve Kaddafi’ye yapılan…

Aynı şekilde BOP Eşbaşkanı olarak ortak oldu. Ama Obama yönetimi bu politikadan vazgeçip Birleşmiş Milletler nezdinde Esad’ın meşru devlet başkanı olduğunu zaten deklare etti. Daha sonra “esas düşman IŞID” politikasını devreye soktular. O da Arap Direnişi’nin Amerikan yönetimindeki Kürt bölgelerine saldırmasından kaynaklanan bir politikaydı. O politikada da yer aldı burası, bu iktidar. Fakat Esad’la ilişkili olarak söylersek eğer, yani “Emevî Camiî’nde Cuma namazı kılma” cümlesiyle ifâde edilen stratejinin halâ devam etmesini, bence toplumumuzun geneli de anlamıyor. Çünkü şu ân yaşadığımız, adı konulmasa da, söylenmese de, yaşadığımız ekonomik krizin zaten en büyük sebebi Suriye politikası… Dolayısıyla bu politika devam ettiği müddet içerisinde, kriz de burada hiç hesap edilemeyecek bir derinliğe ulaşacak. Bu krizle birlikte de insanımızın cinneti, insanımızın intiharı, insanımızın huzursuzluğu devam edecek. Şimdi burada ister istemez bazıları da soruyor bunu, çünkü tarihte bunun örnekleri var; savaş, bazı iktidarların, iktidarda kalmak için son yöntem olarak ortaya koydukları hususlardan birisi. Bizde de şu ân böyle bir şey mi yaşanıyor acaba? Son seçim sonuçları bağlamında da düşünürsek bunu… Eğer böyle bir şey oluyorsa hem Türkiye’nin insan kaynaklarına, hem doğal kaynaklarına hem bölgenin; çünkü bölgede yıkılmayan, yerle bir olmayan şehir kalmadı, ölen insanımızın sayısı bilinmiyor artık. Suriyeli kardeşlerimizle -birlikte diyelim- yaşadığımız sorunlar malûm. Bunun insanımızda getireceği psikolojik rahatsızlıklar zaten var. Eğer bu politikalar böyle devam ederse bu sorunlar derinleşerek devam edecek.

.

BUGÜN, SORUNLARÜZERİNE KONUŞMA ZAMANIDIR!

AdımlarTv: Siz konuştukça aklıma şu da geliyor; yanlış politikalarla ilgili düşünceler dile getirildiğinde hemen “şu ân bunları konuşmanın zamanı değil!”, “bekâ sorunu var!”, “kriz içindeyiz!” gibi argümanlar ortaya atılıyor. Bu tavır hakkında ne demek istersiniz?

Bir sorun ortaya çıktığı zaman “sorun” üzerine konuşulur! Şimdi bugün biz bunu konuşmayacaksak, halının altına süpüreceksek, süpürdüğümüz zaman, bunu diyenin durumunda bir değişiklik olmayacak ki! Bu sorun geçtikten sonra o, aynı tavrını devam ettirecek! Dolayısıyla bu işin içinde olmayan herkes, bu yanlışların sorumluluğunu üstlenmemek adına bu problemleri bugün konuşmalı! Şimdi dün kanun marifetiyle olsun, başka sebeblerle olsun bu sorunların üzerine konuşmaya, doğruları tesbit etmeye çalışanların susturulması, sorunu ortadan kaldırmadığı gibi, onları daha korkak yapmıyor! Sadece daha çaresiz yapıyor, çaresizlik de bazen insanı pervasız yapar! Dolayısıyla bu da iktidarların çok da işine gelen bir şey değildir… Hâliyle de bugün konuşma zamanıdır. Bunların konuşulması gerekir. Çünkü eğer bunlar konuşulmazsa, yarın karşılaşacağımız problemlerin büyüklüğü karşısında hepimiz sorumlu olacağız. Herkes sorumlu olacak!.. Bu problem bizim değil ki; çocuklarımıza devredilecek bir problem. Dolayısıyla tabiî ki iktidarın, iktidar yandaşlarının, iktidar etrafının temel bir şeyi var; aynaya baktığı zaman anladığım kadarıyla İktidar, bütün bir halkı görüyor, bütün bir milleti görüyor. Aynada gördüklerini de gerçek zannediyor. Onun için, Fransız İhtilâli’ne giden süreçte o “Devlet benim! Halk benim! Millet benim!” anlayışının, iktidarda oldukça fazla olduğunu şu ân herkes müşahade edebiliyor. Ama işin aslı o değil! Yani hiçbir iktidar, denetim mekanizmasından uzak kalarak sonsuza kadar ayakta kalamaz! Kendi varlığını devam ettiremez… Yani şöyle bir iktidar olabilir mi hiç: “İktidar” ne demek? “Emir vermek, karar almak, yetkiyi kullanmak” demek değil mi? Şimdi “ben “yetki”yi kullanacağım, ama o yetkiden doğabilecek hiçbir sorumluluğu üstlenmeyeceğim!” Böyle bir iktidar anlayışı olamaz! Bu anlayışın sonuna geldi zaten Türkiye… Nasıl ki, “doğru” diye düşündüğün şeyleri herkese karşı savunuyorsun “ben yaptım!” diye meydanları inletiyorsun; e Millet’in de o zaman “bu yanlış sana aittir!” deme hakkının olduğunu bilmesi lazım bazılarının. Bu hakkın normal şekilde kullanılmasına izin vermek gerekir. Çünkü bu Hak, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün illâ ki kullanılacak… Yani şimdi, burada her şey bedahet hâlinde meydanda olacak, yanlışlar apaçık meydanda olacak, meselâ 15 Temmuz öncesi “pis Moskof!” olacak, 15 Temmuz olunca iki gün sonra “Rusya bizim stratejik müttefikimiz!” olacak, orada Amerika’ya karşı bir rahatlama sağlanıp Amerika tarafı garanti altına alındıktan sonra bugün tekrar “pis Moskof!” edebiyatı başlayacak, “NATO, gel bizimle beraber ol!” edebiyatı tekrar gündeme gelecek, iki gün önce “Eyy NATO, eyy Amerika!” filân diye bütün Batı’ya, İsrail’e filân kafa tutarken(!), iki gün sonra “gel bizi burada koru!” şeyleri yapılacak filân; buna karşı olanlar da konuşmayacaklar bugün!.. E, ne zaman konuşacak?!.

Röportaj: Aydın Alkan – AdımlarTv

(Devamı: SİYASETTE “KANDIRILMAK” SUÇTUR! / ALİ OSMAN ZOR ile Röportaj / 03 MART 2020 / 2. Bölüm)

Dipnotlar:

(1) Büyük Doğu mimarı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim” diye takdim ettiği eseri.

(2) Ali Osman Zor hakkındaki kesinleşmiş kararlar sebebiyle 2009-2011 yılları arasında 2,5 yıla yakın Kırgızistan’da yaşamış ve 2 Mayıs 2011 tarihinde hukuksuz bir şekilde gözaltına alınarak Kırgız cezaevlerinde kaldıktan sonra Türkiye’ye iade edilmiş, yaklaşık iki yıl tutuklu kaldıktan sonra Eylül 2013 tarihinde tahliye edilmişti.

(3) İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 1990 yılında “Körfez Krizi” başlığı altında yayınlanan röportajındaki ifâdesi:
” Bütün iç ve dış şartlar, Türkiye’nin tarihî misyonunu yerine getirmeye, büyük bir İslâmî zuhura ve İslâm dünyasının liderliğine zorluyor… Bu, onun tek varoluş şartı…”
ADIMLAR -1984’den 1986’ya- / Salih Mirzabeyoğlu / İbda Yayınları / Shf: 62

(4) Hükümet yayın organlarından Sabah Gazetesi muhabiri Yahya Bostan’ın 26 Nisan 2011 haberinden CIA Başkanı’nın ziyareti ile ilgili kısa bir bölüm:
“Sabah, Arap isyanlarının Suriye’yi de sardığı bir dönemde Ankara’da çok kritik görüşmelerin yapıldığına ilişkin önemli ayrıntılara ulaştı. Buna göre ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Başkanı Leon Panetta Mart ayı sonunda Türkiye’ye sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Panetta’nın 5 gün süren Ankara ziyareti kamuoyundan sır gibi saklandı. “Gizli Gizli” koduyla yapılan görüşmelerde CIA Başkanı ve heyeti kayıtlara “Çok Önemli Konuk” olarak geçti. Ziyaret sırasında tam anlamıyla “karartma” uygulandı. O kadar ki CIA yetkililerini taşıyan uçak Ankara’ya akşam saatlerinde iniş yaptı ve yine bir akşam saatinde Türkiye’den ayrıldı. Panetta, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yanı sıra Hükümet ve Genelkurmay yetkilileri ile de bir araya geldi. ABD’nin Ankara elçiliği Panetta’nın ziyaretiyle ilgili yorum yapmaktan kaçındı. MİT Müsteşarı Fidan, Eylül 2010 tarihinde Washington’a kritik bir ziyaret gerçekleştirmiş ve CIA Başkanı Panetta ile biraraya gelmişti. CIA Başkanı Panetta’nın Ankara temaslarında Arap isyanları konusu ilk sırada yer aldı. Libya’ya “kriz”, Suriye’ye “kritik eşik” tanımlaması yapıldı.”
https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/04/26/cia-baskanindan-cok-gizli-ziyaret

/siyasette-kandirilmak-suctur-ali-osman-zor-ile-roportaj-2-bolum/

/bop-islamciligi-islamdan-kacistir-ali-osman-zor-ile-roportaj-3-bolum/

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: