DÜNYA ÇAPINDA BİR HADİSE!.. CORONA / COVID 19 SALGINI NEDİR, NE DEMEKTEDİR? – Ali Osman ZOR

Adımlar Fikir – Kültür – Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR, “Dünya Çapında” yaşanan Corona-Covid 19 pandemi/salgınını AdımlarTv’ye değerlendirdi…

Sayın Zor ile gönüldaşımız Aydın Alkan’ın gerçekleştirdiği röportajın görüntülü kaydı ile birlikte yazılı metnini alâkalarınıza sunuyoruz…

AdımlarTv

AdımlarTv: İlk olarak 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan kentinde kayıtlara geçen Corona–Covid 19 virüsü dünyayı altüst etti… Tek tek her fert, her türlü topluluk, kurum, kuruluş, örgüt ve en geniş mânâsıyla devletler ve uluslararası örgütlerin çözülmesini ve hemen her değerlendirmenin arka plânında okunabilen “büyük çöküş” ifâdelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?.. Yaşanmakta olan nedir?

Ali Osman ZOR: Şimdi, yaşanmakta olan en geniş mânâsıyla bir sosyal, siyasî krizdir aslında. Mevzuya girmeden önce birkaç tespit yapmakta fayda var: Şimdi, “hayvan”ı veya “hayvanlığı” bir keyfiyet olarak kabul edersek, insanlık tarihi boyunca, geçen yüzyıl ve bu yüzyılın –ki, çeyreğini yaşadığımız– bu yüzyıldaki insan sûretine girmiş hayvanlık hiç bu kadar yaygınlaşmamış, hiç bu kadar sirayet edici olmamıştı!.. “İnsan”ın “kâinat”la ilişkisi sapkınlaştı, “Yaratıcı” ile ilişkisi sapkınlaştı ve insan kibir, azgınlık, zulüm ve yalanda hiçbir sınır tanımadan, hiçbir “kutsal”ın engelleyiciliğine takılmadan “insan” sûretinde hayvanlığını zirveye taşıdı…

Şimdi, bu açıdan bakıldığında “yaşanan nedir”?.. Zaten yaşananın ne olduğu bilinmediğinden dolayı aslında panik havası oluşuyor… Bütün devletleri –özellikle devletleri!– paniğe sürükleyen bu bilinmezlik… Yaşananın ne olduğu, bizim için malûm aslında: “Dünya çapında bir hadise” dediğimiz ân, zaten “dünya çapında bir değişim”den bahsediyoruz demektir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bence, bu salgınla, ki “Allah’ın musibeti” diyebileceğimiz, tabiî bu musibetin bir “rahmet” tarafı var, bir de “ceza” tarafı var.. Musibetin “musibet” olduğu bilinirse eğer, Allah’a yakınlaştırıcı bir keyfiyete bürünür, “musibet” olduğu bilinmezse eğer Allah’tan uzaklaştırıcı bir keyfiyete bürünür… Şimdi burada “dünya çapında” dedikten sonra, dünya çapında da bir değişimin, bir dönüşümün habercisi, gayet tabiî. Ama burada bence dikkat edilmesi gereken husus vak’anın fotoğrafının doğru çekilmesi, tesbitlerin doğru yapılması. Yani fotoğrafı, tabiî ki “objektif” şartları değerlendirmek de sübjektif bir yaklaşımla mümkün oluyor. Yani bir vak’ayı, olguyu değerlendirirken de herkes kendi inanç ve görüşü açısından değerlendirecek. Hâliyle bizim de yapacağımız o… Bunun yaptığımız zaman şöyle bir şeyle karşılaşıyoruz; yani, insanlık tarihinin bilinen –ifâde edileni söylüyorum– “insanlık tarihinin bilinen, dünya çapındaki ilk salgını bu!” Daha önce salgınlar olmuş; belli kıtaları, Asya’dan Avrupa’ya kadar filân etkilemiş ama, şu ân bütün dünyayı etkileyen tek “salgın” olarak bu gösteriliyor. Dünyada da bugün keşfedilmemiş hiçbir toprak parçası olmadığını düşünürseniz eğer, bunun dünya çapında olduğu da zaten kendiliğinden meydana çıkar.

Şimdi “dünyaçapında” dendiği ânda da zaten, bu salgınla birlikte bir “arz”; sonradan olmabir hâdise olarak salgını değerlendirdiğimizde illâ ki “salgın” bir şeyi arz ederekgeliyor. Bence ilk dikkat edilmesi gereken bu: “Salgın neyi arz ediyor?”

Başta söylediğim üzere “hayvan keyfiyetinin ‘insan’ sûretinde hayatiyet bulduğu” yaşadığımız dönem itibariyle baktığımızda salgın, aslında insan ruhundaki necaseti veya insanın kâinata, dünyaya bulaştırdığı mikrobu, necaseti, pisliği, çöplüğü bu şekilde tekrar insana sunuyor. Ve baktığımızda hem siyaset olarak, hem sosyal olarak, hem ahlâk olarak bugüne kadar uygulanan –özellikle 20. Yüzyılın tamamında ve 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde uygulanan!– sosyal ve siyasî sistemlerin arızalı taraflarını bu salgınla görüyoruz… Bu mânâda da “salgın” bence bir “başlangıç” değil, bir netice olarak değerlendirilmeli… Ama ister “netice” deyin, ister “başlangıç” deyin –ki her neticenin de bir başlangıcı muhakkak ki olacak!–, illâ ki bir şey söylenmek isteniyorsa bir “Netice-Başlangıç” denilebilir bu salgına… Tâbiî ki değerlendirme yapanlar bu salgın devam edecekmiş gibi yapıyorlar. Ona dikkat ediyorsunuzdur muhakkak. Bu da şunu gösteriyor: Aslında salgının devam etmesini istediklerinden dolayı bu değerlendirmeyi yapıyor değiller; bununla ilgili bilgi sahibi olmadıklarından dolayı bu değerlendirmeleri yapıyorlar!.. Zaten bu da gösteriyor ki, hiç kimse yaşanan gerçeklik hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip değil! Tedbirler alınırken de, alınmazken de, eleştiriler yapılırken de, yani tıbbî olarak müdahale edilirken de kimsenin herhangi bir bilgisi yok! Tam bir “bilinmezlik” içerisinde dünya bir musibetle uğraşıyor! Tabiî ki “musibet” dedikten sonra da “müsibete karşı alınacak tavır nedir?” diye bir soru da çıkabilir. Şimdi burada da sizin –az önce söylediğim gibi– inancınızın, ilkelerinizin, prensiplerinizin, temel dayanaklarınızın neler olduğuyla da alâkalı bu.

Şimdi Batı insanı açısından baktığımızda, daha doğrusu “dünya çapında” baktığımızda; dünyayı hegemonyası altında tutanın da “Batı Hayat Tarzı” olduğunu düşündüğümüzde, aslında musibete karşı da bütün dünyanın topluluk olarak, sistem olarak, devlet olarak aynı tavrı sergilemesi şaşırtıcı değil. Fert fert farklı şeyler olabilir ama “topluluk refleksi” açısından aynı şeyi görüyoruz. Peki bu gördüğümüz nedir? Gördüğümüz şudur aslında: Bugüne kadar içinde yaşanılan hayat tarzının, hayat tarzının bağlı olduğu imân esaslarının, onun bağlı olduğu temel prensiplerin güvenirliğinin kalmadığı, itimadın kalmadığı… Çünkü, az önce söylediğim gibi; bu salgın bir netice, başlangıç değil!.. Bu temel değerlerden, imân esaslarından, prensiplerden süzülen “hayat tarzı”nın neticesi bu salgın! Ve bütün dünyada da bu görülüyor. Bu mânâda da sisteme, hayat tarzının süzüldüğü “şuur süzgeci”ne bir itimadın kalmaması demek, umutsuzluğu da beraberinde getirir. Çünkü onun haricinde bir “teklif” yok… Herhangi bir şey bilinmiyor… Umutsuzluğu beraberinde getirdiğinde de, insanlardan bu değişim-dönüşüm döneminde, hiç beklenmedik köklü değişiklikler ortaya çıkabilir. Yani teslimiyetler ortaya çıkabilir!.. “Teslim olmak” demek zaten, kelime mânâsı olarak da “din değiştirme”yi de içinde barındırır! Yani mevcut, yaşanılan ahlâk sisteminin, “ahlâk sistemi”nin bağlı olduğu dinî anlayışların, ideolojik anlayışların artık güven vermediği bir noktada köklü olarak “inanç değişiklikleri” yaşanır. Tabiî ki bu da “yeni bir ahlâk anlayışı”nın, “yeni bir hayat tarzı”nın ortaya çıkması demektir. Bence yaşanan bu şu ân! Bunun sancısı yaşanıyor!

AdımlarTv: Bir başlangıç olmayıp, netice-başlangıç olduğunu beyân ettiniz…

Ali Osman ZOR: Tabiî illâ bir başlık konulacaksa bubir netice-başlangıçtır!

AdımlarTv: Neyin neticesi olduğunu biraz daha açar mısınız? Neler yaşandı da böylebir sürece gelindi?

Ali Osman ZOR: Bilindiği üzere bizim “Batı şuur süzgeci” dediğimiz bir keyfiyet var. Bu Batı şuur süzgeci; Hıristiyan ahlâkı, Roma nizâmı ve Yunan aklından müteşekkil. Ve bu şuur süzgecinden süzülme bir hayat tarzı var. Bugün bu, bütün dünyaya hâkim!.. Bu hayat tarzının zaman zaman, dönem dönem çıkardığı arızalar vardı. Bu arızalar kendi içerisinde tadil edilmiş gibi gözükse de bugüne kadar –ki, bunlar için büyük savaşlar oldu; 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, büyük paktlar kuruldu; ve saire, ve saire– bu çıkan arızalar tadil edilmiş gibi gözükse de, aslında halının altına süpürülmüş arızalar bunlar. Bugün, böyle bir salgınla karşılaşan dünyanın içine düştüğü çaresizlik, zaten bu arızaların tamir edilmediğini de gösteriyor. Dolayısıyla da bugün yaşanan bu krizde ilk gözümüze çarpan husus mevcut sistemlerin –iktisadî olarak, sağlık sistemi olarak, eğitim sistemi olarak– aslında çok kırılgan oldukları!.. Bugün meselâ alınan tedbirlere bakıyoruz –hepimiz biliyoruz değil mi?–; “evinde kal”, işte “oraya gitme”, “buraya gitme”!.. Neden?!. Nereye kadar?!. Ben evimde kaldığım zaman sen ne yapacaksın?.. Ne yapmayı düşünüyorsun?.. Bana ne tavsiye ediyorsun?.. Bunların hepsi cevapsız!

Bütün şey belli; kitlelerin hücum etmesine mânî olarak, sistemin devam etmesini sağlamak! Yani bütün sistemi oluşturan unsurların hepsine tek tek baktığınızda aynı şeyi görebilirsiniz. Meselâ bir “bankacılık sitemi”ni ele alalım; mevduat sahiplerinin %10’u aynı ânda bankalardan parasını çekmek istese sistem çöker!.. Meselâ “sağlık sistemi”ni ele alalım; insanların %10’u aynı ânda hasta olup hastanelere başvurmaya kalktığı zaman sağlık sistemi çöker!.. Hayatımızın en basit alanlarında da bu böyle, mahallenizin marketini düşünün; mahâllelinin %10’u, 15’i aynı ânda markete gitmeye kalksa markette ürün kalmaz!.. Yani sistem, kitlelerin zamana yayılarak ihtiyaçlarını görmesi üzerine kurulmuş. Dolayısıyla bugünkü salgında da Amerika’dan Türkiye’ye kadar bütün iktidarlar sistemi muhafaza etme adına tedbir alıyorlar! Yoksa virüsün, bu salgının ne olduğunu, nasıl çıktığını, nereden çıktığını bildiklerinden dolayı, tedavi maksadıyla bir tedbir almıyorlar, durdurmak maksadıyla bir tedbir almıyorlar! Çünkü insan bilmediği “şey”e karşı bir şey yapamaz! Bilinen bir şey olsaydı zaten, gerekli olan yapılırdı. Şimdi bu açıdan bakıldığında; sistem içerisinden bir netice olarak çıkmış bir salgın eliyle, ne kadar kırılgan olduğunu kendi gösteriyor. Yani bu salgın kendi içerisinde –benim açımdan en önemli şey bu!– bütün arızaları, sistemin bütün arızalarını –yani dikkat edin– “tıp”dan “ekonomi”ye kadar, “ekonomi”den “eğitim”e kadar, “eğitim”den “sağlık”a kadar sistem içerisindeki bütün arızları arz ediyor aslında insanlara! Bunu arz ederken de çok “basit” denilebilen takdimlerde de bulunuyor. Yani “arz” ve “takdim”i aynı ânda yerine getiriyor!.. Yani işi biraz “hikmet” plânında görmeye çalışırsak eğer, bence işimiz daha da kolaylaşır. Meselâ “%70 tedbir” olarak ne söyleniyor? “Elini yıka!” diyor!.. Değil mi? “El yıkamak gerekiyor!” O zaman şöyle bir şey çıkıyor ortaya; demin bahsetmeye çalıştığım “hayat tarzı”nın sebeb olduğu bir arıza var, ama bu “arıza” kendisini ortaya çıkaranın bu “hayat tarzı” olduğunu söylerken, kendisinin yok olmasını sağlayacak hayat tarzı hakkında da bize ipuçları veriyor!.. Anlatabildim mi bilmiyorum?..

AdımlarTv: Evet, tabi!

Ali Osman ZOR: Yani bunun en şeyi nedir? Dün Trump’ın bir açıklaması vardı; “20 saniye el yıkamanın hiç bu kadar zor olduğunu düşünememiştim!” gibi bir açıklaması var… “El yıkama” üzerinden; İslâm toplumlarında bizler anamızden-babamızdan tâ dillenmeye başladıktan, küçükken, “el nasıl yıkanır?”, “içi nasıl yıkanır?”, “parmaklar nasıl ovulur?” filân bunları öğrenerek biz yetiştik, yetişiyoruz. Ve bunu bir kültür olarak, duygu ve düşünce davranış şekli olarak da çocuklarımıza aktarıyoruz. Yani zaten aradaki bu “kültür” farkını da ortaya koyduğunuz zaman; “bu kültür böyle bir arıza üretti, çâre olarak da şu kültüre atıfta bulunuyor”! O “takdim” kısmında da atıfta bulunuyor! Meseleyi buradan ele aldığınızda, virüsün veya bu salgının kendisi değil aslında önemli olan! Buna “hayatiyet veren şartlar” ve bunu ortadan kaldıracak “hayat bulması gereken şartlar”!.. Bence ayırım böyle yapıldığı zaman, o zaman da “teklifler” konuşulur ve gerçekten yerli yerine oturtulur bazı şeyler. Demin söyledim; dünyanın yaşadığı bir “teslim olma süreci”dir aslında!.. Yani “teslim olma” derken; “teslim”, “selâm”dan gelir. “Selâm”; huzur, güven, barış demek değil mi? İslâm’ın kökü!.. İnsanlık böyle bir şeyle karşılaştığında tabiî huzurun, güvenin olduğu limana teslim olmayı isteyecek!.. Şöyle bir çiğlik içerisinde konuşmak istemiyorum –yanlış anlaşılmasın sakın!–, işte, “insanlık İslâm’a gelecek” filân!.. Gelecek zaten, onda bir problem yok! Burada reel olarak yaşanan bir süreçten bahsetmeye çalışıyorum! Yani ister istemez; meselâ diyelim insan Hıristiyan da olsa, Ateist de olsa, Budist de olsa, ona, böyle bir musibetten korunmak için önerilen çare, İslâm Hayat Tarzı’na ait bir çare!.. Yani diğer inanışlara ait bir çare değil bu!.. Anlatabildim mi?.. Tabiî burada da şunu ifâde etmem gerekir. Yanlış anlaşılmamak için söylüyorum bunu: İşte “Batılılar şimdi de el yıkamayı öğrenecek! Tuvaleti öğrenecek! Oradan buraya gelecek!” filân diye bir sırıtma içerisine girmeyi de zaten doğru bulmuyorum, bu tür davranışların da ahmakça olduğunu düşünüyorum!.. Çünkü Batılının bunu öğrenmesi onun ilimde, fikirde, sanatta ve saire yerlerdeki hâkimiyetini ortadan kaldırmayacak! Anlatabildim mi?.. Bu, ayrı konuşulması gereken bir husus. Yani meselenin başka bir tarafında bu.

AdımlarTv: Televizyon, gazete ve internet sitelerinde Corona’nın “Dünya Çapında”doğurduğu tesirler etrafında bir çok isim yorum yapıyor. Fakat bu salgındanönce siyasî, sosyal, iktisadî, kültürel, fikrî hemen her konuda “keskin”değerlendirmeler yapan isimlerin bir kısmının yaşadığı şok dolayısıyla nediyeceklerini bilemedikleri gözlemliyoruz… Pişkin, ilkesiz ve ahlâksız medyamaymunlarını geçiyorum… Az çok samimiyet belirten bazı isimlerin içindebulundukları bu “ne diyeceğini bilememe” durumunu nasıl açıklarsınız?

Ali Osman ZOR: Şimdi, ona geçmeden önce İBDA Diyakeltiği’ne, İBDA Fikrine aşina olanların hemen hatırlayacakları ve anlayacakları bir durum söz konusu. Zaten “dünya çapında bir hâdise” dediğimiz ân, “Dünya Çapında Bir Hâdise”=“Kaptan Kusto Müslüman”=“İslâma Muhatap Anlayış”=“Bütün Fikrin Gerekliliği” mevzuları, bu klişeler, bu kalıplar hepsi aynı hizada olan kalıplardır bizim ideolojimizde. Dolayısıyla bu meselenin “dünya çapında” olma özelliğinin davet ettiği hususları bu başlık altında ele alıp, meselenin hak ettiği değerde veya istediği seviyede, yine bu başlıklar altında konuşmak lazım. Hattâ işin tıbbî tarafı bile bu çerçevede konuşulmalı. Çünkü mesele zaten oraya doğru dayatıyor.

Sorunuza gelirsek eğer, zaten sorunun içerisinde cevap da var. Ben genel olarak şöyle söyleyeyim: İş geliyor geliyor, yeni bir hayat tarzı etrafında konuşmayı dayattığından dolayı, bu noktada zaten “İslâmcılar”ın –20 yıl öncesini saymıyorum!– 20 yıllık bir uygulamaları var. Bu 20 yıllık uygulamada biz, bırakın “İslâm temelli bir hayat tarzı”nı, Batı’da bırakılmış birçok hususun 20 yıl içerisinde bizde canlandırılıp, yani biz Batı’nın ayak izlerini 20 yıl öncesinden takip ettiğimizden dolayı, kendi hayat tarzı içerisinde bıraktıklarını 20 yıl içerisinde öğrendik burada. Şöyle söyleyeyim; onun tecrübe edip de yanıldıklarını, biz tekrar tecrübe edip yanılmak üzere, ondan sonra uygulamaya başladık… Dolayısıyla da “İslâmcılar”ın burada –müslümanların demiyorum, dikkat edin!– yani siyasî olarak “İslâmcılar”ın çok da memnun oldukları bir durum değil bu. Yani “hayat tarzı” açısından. Çünkü onlar mevcut Hıristiyan-Yahudi şuur süzgecinden süzülmüş sistemlerin kurduğu nizâma, hayat tarzına bu 20 yıl içerisinde çok aşırı derecede alıştılar! Dolayısıyla da ideolojik ve fikrî mânâda ondan kopacak bazı teklifleri geçmişte olsa bile, bu alışkanlık sürecinde onlardan da vaz geçtiler! O “teklifler”den de… Hâliyle bugün mimarîleriyle, evleriyle, çocukları ile ilişkilerinde, iş hayatlarında, dostluklarında, devletle olan ilişkilerinde, onlar, “iyiden kötüye giden” sınıfından olarak İslâmî hayat tarzından uzaklaşıp, Batı hayat tarzına doğru geldiler. Şu ân, Batı hayat tarzının tamamen iflâs ettiğinin, virüs ürettiğinin, musibet ürettiğinin, belâ ürettiğinin şuurunda olan “bu taraf” değil bence! Bence bu şey Avrupa’da canlanıyor daha çok… Avrupa’daki gönüldaşlarla görüşürken de soruyorum ben –Fransa olsun, Almanya olsun, Hollanda olsun– “bu tür tartışmalar var mı?” diye, oranın entelijansiyası, oranın aydını başlamışlar tartışmaya… Özeleştiriden başlayarak… Ama buraya geldiğin zaman, burada derde devâ tek cümle çıkmadığı gibi, bundan sonra da çıkabileceğini zannetmiyorum! Çünkü burada, o mânâda sistem çapında bir ideoloji olarak ortaya konulmuş sadece Büyük Doğu–İBDA var! Fakat bu bahsettiğiniz “İslâmcılık”, İBDA olmadan, İBDA’sız da bir şey yapabileceği düşüncesiyle bu ideolojiyi “yok” saydı! Hâlbuki biz de başından beri, Kumandan’ın ifâdesiyle, “biz olmadan siz bir hiçsiniz!” demişti ya! Yani İBDA olmadan bir hiç olduklarını zaten başından beri söyledik ve bugüne geldiğimizde de bunun daha iyi görüldüğünü düşünüyorum… Yani bu bir “teslim olma”, “dönüşme” süreciyken, buradaki “İslâmcılar”ın teslim oldukları nokta ise “selâm”dan oldukça uzak bir nokta!.. Bilmem anlatabildim mi?!.

Neticede, “her siyasî olay sosyal olaydır, ama her sosyal hâdise siyasî değildir”; sizin de bildiğiniz gibi. “Bir olaya siyasîlik kazandıran, ona yanaşan insan şuurudur”. Şimdi bu noktadan baktığınız zaman 20. Yüzyıl ve 21. Yüzyılın ilk çeyreği hakkında söylediklerimi hatırlarsanız, bu iki dönemi birleştirdiğinizde, bu iki dönemin en şiddetli geçen zaman dilimi de son 30 yıllık zaman dilimidir! Bu da 2002’den sonra Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) diye devam eden, Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Amerika’nın liderliğinde başlayan “yeni dünya düzeni” saldırısıdır!.. İşte şu ân son 30 yılın neticesinde ortaya çıkan bu salgın, o “yeni dünya düzeni”nin ürettiği bir saldırıdır aslında siyasî olarak… Başta söyledim; tedirgin eden kısım siyasî neticeleri!.. Bu siyasî neticeyi ortaya çıkaran da bu bahsettiğimiz 30 yıllık saldırıdır. Yani BOP saldırısıdır!.. BOP saldırısının neticesinde insanî olarak, sosyal ve siyasî olarak öyle bir uygulama gerçekleşti ki… Virüs çıkmadan önce biliyorsunuz; Fransa’da “Sarı Yelekliler” vardı, Afrika’da gösteriler vardı, Latin Amerika’da vardı, Amerika’nın bizzat kendisinde vardı, Hong Kong’da vardı… Zaten o virüs kendisi gelmeden, adını duyurmadan, virüsün sebebiyet vereceği siyasî tepkileri insanlık görmeye başlamıştı!.. Bu salgının bugün tedirgin eden tarafı ise, salgının kitleler üzerinde sebeb olabileceği etkisiyle beraber, siyasete yansımaları. Burada ne olacak şimdi?.. Anlatabildim mi bilmiyorum?

Dolayısıyla, o “yeni dünya düzeni” veya BOP denilen şeyin ürettiği bir neticedir. Karşı gelişler, karşı duruşlar da bu neticeyedir!.. Geçen görüşmemizde söylemiştim, hatırlarsınız; “çaresizlik insanları pervasızlığa sürükler” demiştim. Evet, insanlar git gide çaresiz kalıyorlar, işte o çaresizlik içerisinde bir değişim-dönüşüm olduğu zaman; daha da doğrusu, bu çaresizliğin de getirdiği bir değişim-dönüşüm, “denenmemiş” olana insanları yöneltecektir!.. “Denenmemiş hayat tarzı”na!.. Görüyorsunuz, işte Amerikalı bir şarkıcı Ayet-el Kürsî’yi okuyor, İtalya’da İtalyanlar, Müslümanlarla namaza duruyorlar, işte tâ Endülüs’ten beri yasaklanmış olan ezan İspanya’da okunuyor, Almanya’da, Avrupa’nın başka yerlerinde ezanlar okunuyor… Ve şunu söyleyeyim, oradaki bu faaliyetleri, buradaki camilerden okunan ezandan veya duâdan çok daha samimî buluyorum işin doğrusu. Buradakileri o kadar samimî bulmuyorum!.. Bir arkadaş sormuştu “hem cami, hem meyhâne kapandı?” diye, ona da bir cevap vermek istiyorum: Bu da o “hayat tarzı”yla alâkalı. Yani bugün “cami” dediğin, “meyhane”nin temsil ettiği hayat tarzından farklı bir konumda değil!.. Şimdi camilerde Müslümanlar neler konuşur, bir gözünüzün önüne getirin. Peki son 20 yıl içerisinde camiler hangi fonksiyonu icrâ ediyorlardı?!. Camide cemaat içerisinde, işte “şu partili, bu partili” diye insanlar birbirine girmeye başladı. Kavga dövüşler çıkmaya başladı. İmamlar belli bir partinin propagandasını yapmaya başladılar! Ve bugün, sınırı o kadar aştı ki “İslâmcılar” –bunu açıkca söylemek gerekir!– sınır o kadar aşıldı ki, bakın, İslâmî olarak hiçbir tepki veremiyorlar!

AdımlarTv: Onu da soracaktım… Meselâ İslâm kaynaklarında beklenen, kaydedilen, haber verilen bir durum, bu yaşadığımız salgın hadisesi. İslâmcı camiâ –cemaatler diyelim daha doğrusu, “siyasî”leri zaten geçiyoruz söylediğiniz gibi neden böyle apışmış bir hâldeler?

Ali Osman ZOR: Şimdi İslâm kaynaklarında tabiî ki “haber verilen” şeyler de, ama o haber verilen şeylere bakış açısı da “hayat tarzı”yla alâkalı… Şimdi sen burada lüks ve şatafat içerisinde yaşıyorsan, buna da alışmışsan, İslâm kaynaklarında belirtilen o musibetin gelmesini istemezsin! Hâlbuki o musibeti getiren, davet eden şey senin buradaki haksız, adil olmayan, zulüm içerisinde, yalan ve hile üzerine kurulu yaşadığın hayat tarzıdır zaten!.. Yani sen, vazgeçemediğin o “hayat”ı yaşayarak onu davet ediyorsun!.. Anlatabildim mi?!. Dolayısıyla senin bilmen; yani bilmek demek, ona karşı tedbir almak demek değil. Yani bazen öyle bir şey olur ki, hani var ya Batı’da senaryolar; “Tanrıyı kıyamete zorlamak”, “işte bu NEOCON’lar onu yapıyor” filân. Şimdi sen öyle bir yerden öyle bir başlangıç yaparsın ki, dünyadaki tek güçsündür, hiçbir güç senin karşında duramıyordur. Dolayısıyla taktik filân senin gücünle alâkalıdır. Basıp geçiyorsundur. Ama sen ilerledikçe güçsüz olan da güçlenmeye başlar, senin yürüyüşün azalır filân. Sonra o, ortaya koyduğun hedef seni rahatsız etmeye başlar!.. Ama ok yaydan çıkmıştır bir kere; sen o “Armegedon”a gelir, katılırsın! Son ânda istemesen bile… Anlatabildim mi?!. Bugün o “Armegedon”u yapan, senin o gafletin!.. Hâlbuki sen öyle olmasan, huzur ve güven içerisinde, dünya, insan, tabiatla barışık, hayvanla barışık, kendisiyle barışık, âdil bir sistem içerisinde hayatına devam edecek ve o herkesin zarar göreceği büyük musibetlerden uzak kalacaksın meselâ. Değil mi? O hep ertelenecek… Şimdi buraya geldiğimizde, özellikle “İslâmcılar”ın –tabiî ki çok daha derin araştırmalar yapılmalı– meselâ önceden “komplo teorileri”ni İslâm dışı çevreler üretiyordu, şimdi bakıyorum, İslâm dışı çevreler daha bir “kaderci”, ölümle daha bir barışık mevzuya yanaşırken “İslâmcılar”, işte “yok Amerika onu çıkardı!”, “Rusya bunu yaptı”, “Çin oradan…” Kim çıkarırsa çıkarsın! Neticede Allah istemedikten sonra bir yaprak kımıldamaz! Kim yaparsa yapsın bu, Allah’ın iredesiyle olmuş bir şeydir!.. Böyle bir musibet karşısında senin, Allah’a teslimiyetin var mı, yok mu?!. Şimdi şu bahsettiğim zaman dönemi içerisinde Şeytan’ın unutturduğunu Allah hatırlatıyor! Neydi Şeytan’ın unutturduğu?.. Bizâtihî Allah’ın kendisi!.. Şimdi Allah, kendi kendisini hatırlatıyor!.. Anlatabildim mi?.. Ve bu dünya çapında oluyor!.. Allah, din olarak kendisine İslâm’ı seçmedi mi? Dünya çapında Allah, kendisini hatırlattığına göre, dünya çapında değişimin-dönüşümün nereye doğru olacağı da belli!..

Şimdi burada şunu sormanızı isterdim: “Batı, gücünü İslâm’a mukavemet ve taklide borçludur” diye, Büyük Doğu–İBDA’da bir dava var. Değil mi?.. Bu durum ne olacak?.. Yani Batı şu ânki gücünü İslâm’ı taklit ve ona mukavemette borçluyken; tabiî ki Osmanlı’dan sonra Batı’nın taklit edeceği veya mukavemet edeceği bir kuvvet kalmadığı için zaten çözülme süreci o zamandan beri geliyor, şu ânki şeyi de o mukavemet ve taklidin üzerinde duruyor. Burada ne olacak? Burada da şunu söylemem gerekir; teslim olma süreci, bir noktada “teslim ettiğini tekrar teslim alma” sürecini de içerir. Hani, emanet verirsin birine “teslim” edersin, sonra gidersin emanetini “teslim” alırsın… Şimdi Batı’dan böyle şeyler de çıkabilir… Yani teslim aldığı şeyi yeniden keşfedip tekrar teslim almak ve teslim olmak isteyebilir. Anlatabildim mi?!. Yani burada şu var, “bu süreç nasıl işleyecek?” Eğer bu süreç devam ederse, işte “virüs durur mu, durmaz mı?” onları biz bilmiyoruz. Garip olan şeylerden biri de bu zaten: Belki de bir hafta sonra salgın duracak, ama insanlar doğrudan “hayat tarzı” üzerinde tartışmaya başladılar, konuşmaya başladılar! Zaten başta söylediğim; virüs arz ve takdim içerisinde geliyor, dediğim husus buydu zaten. O “takdim” hüviyetinden dolayı insanlar “hayat tarzı”nı konuşuyorlar. Buradan baktığınızda, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelen bir düzenle veya emir ve yasaklarına karşı örgütlenmiş bir düzenle besbelli ki bugün dünyada kul haddi içerisinde mücâdele etmek mümkün değil. O zaman ne olması lazım? Ya gücü elinde tutanın, Allah’ın muradına uygun işler yapıp O’na teslim olması lazım –ki, musibete karşı tavır da budur zaten yada o gücün tahrip olması lazım. Şimdi “dünya çapında bir salgın”ı değerlendirdiğinizde bu iki şeyi de barındırıyor içinde. Yani gücü elinde tutan teslim de olabilir, gücün kendisi tahrip de olabilir. İki şeye de hazırlıklı olmak lazım. Bence virüs salgını karşısında yaşanan paniğin sebebi bu! İki yerde de değişiklik olabilir: Gücü elinde tutan Allah rızası için gücü kullanabilir yada Allah’a düşmanlıkta ısrar ettiği için güç elinden gidebilir, güç tahrip olabilir. Her halükârda “yeni bir hayat tarzı” kendisini takdim ediyor!

Son olarak şunu söyleyeceğim; insan, bilmediği şeye tedbir alır. Tedbir, kelimesi kök olarak “dübür”den gelir. Yani arka taraftan. Görmediğin bir taraftır. Görmediğin şeye tedbir alırsın. Hâlbuki bildiğin bir şeye gerekeni yaparsın. Bu noktada da bütün bu değişim-dönüşüm, bir devrim oluyor yani. Dünya çapında bir devrim oluyor! Bizim İBDA çevresi açısından, gönüldaşlarımız açısından –ki, gayet iyi anlamışlardır!– “Dünya Çapında Bir Hâdise-Kaptan Kusto Müslüman”! İşin bence başlığı budur. Bu başlık içerisinde değerlendirmeleri lazım. Bu başlık içerisinde değerlendirirken de, illâ ki kendi tedbirlerinin de olması lazım. Yani kendilerine has bir iletişim ağının olması, dayanışma ruhunun gelişmesi lazım. Ve bu mânâda da, hani “evde kal”mak gerekiyor kendini korumak için filân. Biz şimdi kendimiz sloganlaştırırsak eğer, ne diyorlar? “Hayat eve sığar, evde kal”… Hayır!.. “Hayat eve sığmaz, tetikte kal!” demek lazım!.. Tedbir mânâsına. “Bilinmeyene karşı tavır”dır çünkü tedbir. Ne olacağı belli değil! Çünkü, sanki oynaya-güle geçecek bir şeyden bahsetmiyoruz. Bunun faturası çok ağır olacak! Çünkü bir musibet geldiyse eğer, biz de bunu bir musibet olarak görüyorsak, demek ki “Allah’a kulluk” iddiasında olanlar kulluk görevlerini yerine getirmemişler ki, Allah bir musibet gönderiyor!.. Ve bu noktada da o toplumda, hepimiz biliyoruz ki, yapılan haksızlıklara, adaletsizliklere, zulümlere, yalana, hileye karşı çıkmayanlar –iyi niyetli bile olsalar!– onlar da bu musibetten pay sahibi olacaklar! O zaman iş şuraya geldi; “imân olsa tezahürü olur”: Zerre miktarda imânı olup, onun tezahürü şeklinde tutum ve tavırlarını ayarlayanlar aslında bu virüsün karşısında durabilirler. Şimdi bu bizim inancımız. Yani işin tıbbî tarafını filân söylemiyoruz. Şimdi “yeni bir hayat tarzı”na geçiliyorsa eğer, bu şekilde olanlarla… Hâ, öldükleri zaman da nasıl ki vebâ salgınında ölenler şehîd kabul ediliyorsa, bunlar da şehîd kabul edilir zaten. Ama “yeni bir hayat tarzı”na geçişte, bu fatura, bence çok ağır olacak!.. Nasıl ki Avrupa’da ağır gidiyor, Türkiye’de de, İslâm topraklarında da kendi çapında ağır bir fatura ödenecek diye düşünüyorum.

Röportajı gerçekleştiren:
Aydın Alkan / AdımlarTv

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: