ADIMLAR’DAN: “KUMANDAN ŞEHİD OLDU”… PEKİ, O’NU KİM ŞEHİD ETTİ?!

ADIMLAR’DAN: “KUMANDAN ŞEHİD OLDU”… PEKİ, O’NU KİM ŞEHİD ETTİ?!

2002‘den bugüne İslâmî Mücadelenin tüm birikim ve kazanımları kullanılarak ortaya bir “pratik” konuldu. Bu pratiği ortaya koyanlar 2002’ye kadar, verilen İslamcı mücadelenin hiçbir safhasında yer almamış, sadece mücadeleden istifade, tüm gayretlerini mücadeleye karşı olan uluslar arası siyasî aktörlerin dikkatlerini çekmeye vermişler, bunda da başarılı olmuşlardır. Bunun neticesinde de kendilerini “pazarlama” faaliyetinde epey bir yol katederek, aynı aktörlerin desteğiyle iktidara oturdular.

Devrimin bir aşaması ve dinamiği olan bu paratiğe tecrübî ilim açısından baktığımızda, her devrimci için olduğu gibi, bizim açımızdan da oldukça öğretici veriler barındırdığını söyleyebiliriz.  Herşeyden önce İBDA ruh ve anlayış sistemine göre kurulması istenen bir rejim ve içtimai düzende fikir, ahlâk, eğitim, iktisat, aile,fert, taplum, siyaset, dış politika vs. adına nelerin YAPILMAMASI gerektiğini pratik içinde yaşayarak öğrendik. Fert ve toplum adına YAPILMAMASI GEREKENLER yapıldığında da dinden, imandan, ahlâktan, töreden, gelenekten kopmuş ve bir o kadar da YOZLAŞMIŞ insan tipinin büyük bir hızla nasıl ortaya çıkabileceğini de yine bizzat yaşayarak gördük.

Kapsamı gayet geniş olan “devrim öğretir” sözü, dikkat çekmeye çalıştığımız bu hususları ziyadesiyle ifâde eder.

Muhatap olan herkesin Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ifâdesiyle “vehmine” ve hayâline göre beklenti içine girdiği ve çeşitli misyonlar biçtiği iktidarın, bu dönem içinde TESLİMİYETÇİLİK ruhu üzerinde nasıl yükseldiğine de şahitlik ettik. “Teslimiyetçilik” derken çift taraflı iki hususu kast ediyoruz;

1- İktidar olan parti ve liderinin uluslararası güçlere teslim olması,

2- Bu parti ve liderinin şeklî demokrasi içinde iktidarını bugüne kadar devam ettirmesini sağlamak için her kesimden devşirdiği “teslimiyetçilerin” varlığı.

İktidar, uluslar arası aktörlerle girdiği ilişkilerde yaşadığı sürecin aynısını, kendisiyle yaşadıkları ilişkilerde “teslimiyetçilere” yaşattı.

Bizim açımızdan “teslimiyetçilik” bugün, gerçek siyasetin en temel sorunlardan biri olarak, yaşadığımız ahlakî ve siyasî problemlerin de merkezindedir. Konumuz “teslimiyetçilik” olmadığından şu ân için hakkında daha fazla cümle sarf etmeye gerek yok; yalnız, bu husus anlaşılmadan, mücadelenin bu aşamasında ilerleme sağlanamayacağı da bilinmeli.

İslâm temelli Anadolu Devrimi hedefine ulaşıp –süreç devam ediyor-, ideale en yakın siyasî ve içtimai düzen kurulduğunda YAPILMAMASI GEREKENLERİ, bu dönemin analizi neticesinde öğrenme imkânımız şu ân için oldukça fazla.

Hedefi Başyücelik” olması gereken parlamenter rejimin ortadan kaldırılmasını saymazsak, 2002’den bu yana uygulanan pratiği her sahada kendini gösteren YOZLAŞMA kelimesiyle tanımlayabiliriz.

YOZLAŞMANIN KARŞISINDA TEK YOL “DEVRİM”

Bu YOZLAŞMA ortamı içinde, 18 yıldır gördüğü işkencenin ardından İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu katledilerek tasfiye edildi.  Dünya durdukça, Kumandan’a yapılanların suçunu tüm toplum olarak kara bir leke gibi alnımızda taşıyacağız. Aradan geçen altı aya rağmen ne gördüğü zihin kontrolü işkencesine ve ne de Şehâdetine dair en ufak bir girişim veya en ufak bir açıklama yapılmış değil.

Kumandan Mirzabeyoğlu‘nun 1975‘te başlattığı ve 1943 Büyük Doğu çıkışına, oradan da 1919 Kurtuluş iradesine bağlı İslâm temelli, işgal altındaki devleti işgalden kurtarmanın kendisi olan iktidarı feth etme hedefli “devrim”, bugün adeta bir “karşı-devrim” mantığıyla bütün fikrî ve ahlâkî ilke ve prensibler yok sayılarak, her türlü gayri ahlâkî meşruiyet zemini içinde yukarıda ifâde ettiğimiz üzere yozlaştırıldıkça yozlaştırılıyor.

Devlet içinde bütün kurumların karşı karşıya getirildiği ve bölünmenin her alana sirayet ettiği bugün, siyaset, bürokrasi ve halk içindeki bu YOZLAŞMA, eğitim başta olmak üzere, devrimin ideolojisi temelinde ve ideolojinin hedefi, taşıyıcısı ve dayandığı “sınıf”ın ortaya çıkarılması gayesiyle ya iktidar gücüyle durdurulacak, yahut, aşağıdan yukarıya yoğun bir tazyikle yeni bir iktidar oluşturulacak.

Bizce en güçsüz dönemini yaşayan bugünkü iktidar, varlığını Kumandan Mirzabeyoğlu’nun verdiği 40 yıllık bu devrim mücadelesine borçludur. Hem borcunu ödemek hem de varlığını devam ettirebilmek için bu yozlaşmayı kendi katkısını keserek, tepen aşağıya bir müdahaleyle durduramazsa, iktidarı oluşturan (ittifak) tüm düşman kardeşler, aşağılardan yola çıkmış ve yıkıcı bir şekilde gelen bir müdahaleyle tasfiye edilerek bu yozlaşma duracak ve devrim “yeni insan-yeni nizam” hedefine ulaşacak.

KUMANDAN’IN GERÇEK BAĞLILARI VE YALANLAYICILARI

Başkalarına “devrim hayâli kuruyor” diye sırıtan ve açıkça ideolojinin hedeflerinden ayrıldığını söyleyebilen, bir kısım, hayâllerini yitirmiş veya satmış ve “belhüm adal”lığa transfer olmuş, “reel politik” çukurunda debelenenler de, devrimin, bir “karşı devrim”le yozlaştırılması operasyonunun figüranlarıdır. Bu figüranlık görevlerini de yıllardan beri, İBDA bağlıları arasında, yozlaşmış bir iktidarın etkisini yaymaya çalışarak yerine getirmektedirler.

İşte, böyle bir yozlaşma ortamında, bu yozlaşmanın devam etmesinden başka bir işlevi olmadığı anlaşılan ve bunun için kurgulanan seçim atmosferinde, yozlaştırılıp, yok edilmeye çalışılan 1919 Kurtuluşçuluğu’nun devamı, 1943 Büyük Doğu çıkışının mânâsı ve “niçin”i İBDA’nın Mimarı, devrimin ve ideolojinin “kurucu lider”i ve yaşadığımız dönem itibariyle bahsettiğimiz öldürücü yozlaşmanın tek panzehir umudu Kumandan Mirzabeyoğlu şehit edilerek tasfiye edildi.

(Ortaya çıkan bu yeni durum daha evvelinden tekrarı olmadığı için tecrübe edilemeyen, bundan sonra da tecrübe edilmeyecek özel bir durumdur. Bu yeni durumun doğru tespit ve teşhisler ışığında değerlendirmesi yapılmadan, “mücadele” adına bir arpa boyu yol alınamaz.)

“Şehit edildi!” dedikten sonra “kim şehit etti?!” sorusu üzerinde düşünüp,  cevaba dair bir takım fikirler ileri sürülemezse, daha da kötüsü bu soruyu “yok” sayıp cevabına hiç yanaşılmazsa, bu durum, hem “şehadetine” hem de şehit edildiği güne kadar gördüğü efsanevi işkenceye “tereddütlü” bakıldığının göstergesi sayılır. Bu “tereddüt” tavrı tezahür ettiğinde TELEGRAM’a inanılmadığı, Kumandan’ın yaşadıklarına “vehim” gözüyle bakıldığı, şehadetinin ise bir suikast neticesinde değil de “eceliyle” gerçekleştiği eğilimi kendiliğinden anlaşılır. Kimse kimsenin kalbini açıp bakıcı değil ama, ortaya çıkan “tezahürlerden” niyetlerin anlaşılabileceği de bir gerçek. İşine gelmeyene “vehim“, işine gelene “Kumandan dedi ki…“… Madem tüm bu yaşadıkları arasında Kumandan’ın “vehim” hâline getirdikleri var, o zaman tamamının da “vehim” olma ihtimâli açık. Neticede iş gelir inanıp inanmamaya dayanır. Milyonda bir ihtimal kaydıyla dahi olsa, herhangi bir “tereddüt” tavrının sergilendiği bir noktada ise, cevabı gereken soru şudur; Kumandan’ın yaşadıklarına inançsızlığa yol verici bir tutum halinde “vehim” diyebiliyorsan, o zaman yazdıklarına nasıl inanıyorsun? Yazdıklarının vehim olmadığını nereden biliyorsun?

Acaba bu “VEHİM” algısı yüzünden mi 25 gün evvel “beni öldürecekler” diye yaptığı “İHBAR” gizlendi veya gerekli özen gösterilmeyerek kamuoyuyla paylaşılmadı?!. Kumandan’ın bizzat kendi hayatıyla alakalı yaptığı o İHBAR kamuoyuna maledilip, gerekli girişimler yapılabilseydi, katiller belki de cesaret edemeyecek ve O, halâ başımızda bulunacaktı.

Tarih kitabında boş sayfa bulunmaması adına, cevabı gereken bu sorular, meselelere vakıf oldukça İBDA bağlıları tarafından cevabı alınana kadar sorulacak, bundan hiç şüpheniz olmasın. Yapılan yaygaralar, ÖRTME gayretleri buna engel olamaz.

“SINIRSIZ YETKİLİ MİT”TEKİ OPERASYON VE ZİHİN KONTROL İŞKENCESİ

Devam edelim;

İBDA Mimarı’nın “zihin kontrolü” işkencesi etrafında hem ortaya koyduğu eserlere, hem de birebir anlattıklarına baktığımızda görüyoruz ki, “Telegramcı” dediği bu sapık güruh her türlü iletişim imkân ve araçlarını denetleyebilecek, ulaşabilecek ve sorgusuz sualsiz, hiçbir izne tabi olmadan takip ve dinleme yapabilecek bir güce malik. Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla verilen bu tür “sınırsız güc”ü kullanabilen kurumların Kumandan’ın katledilmesinde birinci dereceden “olağan şüpheli” olması/olması gerektiği yaşanılan hadisenin tabiatı icabıdır. Eğer olayı bu netlikte ortaya koyamazsak, faillerin takibi ve ortaya çıkarılması hususunda gerçek ve doğru muhatabımızı tesbit edemeyiz.

Bu noktada, MİT BÜNYESİ içinde yer alan ELEKTRONİK VE TEKNİK İSTİHBARAT DAİRE BAŞKANLIĞI’nın eski başkanı BASRİ AKTEPE hakkında çıkarılan yakalama kararını ve ona bağlı gelişmeleri dikkatlice takip ettiğimizi ifâde edelim. Mevcut operasyonun “zihin kontrolü” işkencesini de kapsayacağını ümit etmek istiyoruz.

MGK kararıyla adeta “sınısız” bir güçle hareket eden bir yapıysa söz konusu olan -ki, öyle görünüyor-, o zaman muhatabımızın da tüm kurumların kendisine bağlı olarak iş gördüğü siyasî iktidar olduğu gayet açık. Bu noktada İBDA Mimarı’na 2000 yılından şehîd edildiği güne kadar yapılanların açığa çıkarılmasını ve iktidar etrafında gizlenen katillerinin bulunmasını eldeki imkân ve araçlarla hükümetten talep etmek en tabi hakkımızdır. Bu anlayış içinde olan herkesin de, “GÜÇ BİRLİĞİ” içinde ve ortak bir cephe mantığıyla hareket etme gerekliliği çok açık. Ki, bunu O’nun şehâdetinden hemen sonraki ilk toplantımızda ifâde etmiştik.

İBDA bağlılarının sosyal medya başta olmak üzere, sahip oldukları tüm imkân ve araçlarla örgütlemesi gereken bu talep Adımlar’a karşı yürütülen linç kampanyalarının yarısı kadar örgütlense yeter, yani Kumandan’a kıyanların bulunması isteği karşısında iktidarın vereceği karşılık, onun ne kadar samimi olup olmadığını da gösterecektir.

 

VAROLUŞ-YOKOLUŞ SÜRECİNDE İKTİDARIN EN ÖNEMLİ GÖREVİ

İktidar, yeni rejimin teşekkül ve inşâ sürecinde, Büyük Doğu-İBDA Dünya Görüşü’nün ortaya koyduğu siyasî rejim Başyücelik’ten kendine uygun bir elbise dikme derdinde değil de, “hedefi Başyücelik olan” bir tekamül sürecinin içindeyse, hem başta söz konusu ettiğimiz YOZLAŞMANIN durdurulması, hem de yeni “rejim”in sağlam ve meşru temeller üzerine oturtulması adına, İBDA Mimarı’na 18 yıl boyunca kesintisiz ve askerî bir disiplin içinde işkence yapanları, aynı ânda da bu işkence neticesinde O’nu katledenleri bir ân önce ortaya çıkarıp milletin huzurunda adalete teslim etmesi gerekir. İktidar bu iradeyi gösterdiğinde emin olun ki, toplumu da büyük ve gerçek bir tehditten kurtarmış olacak.

Kumandan Mirzabeyoğlu’na yapılan tüm insanlık dışı işkencelere sessiz kalan çevrelerin, aynı sessizliği şehâdetinden sonra da devam ettirmeleri iktidardan fazla ümitvar olunmaması gerektiğini ihtar edebilir ama, burada mesele bu değil. Mesele, iktidarın kendi “egemenlik” alanı içinde ve millete karşı yükümlülükleri açısından değerlendirilmeli. Bu açıdan bakıldığında bütün mesele, iktidarın insanlığın yüz karası bu suçluları iç ve dış tüm bağlantılarıyla ortaya çıkarıp, çıkarmayacağıdır. Bundan sonraki “oluş süreci”nde bu husus, bizce iktidarın varoluş şartıdır. Bu mesele çözülemezse, ne yeni bir rejimin oturtulmasından, ne de Anadolu merkezli gerçek bir İslâm Devleti‘nden bahsedilemez. İkisi de ham hayâl olur.

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun katillerinin ellerini kollarını sallayarak gezdikleri bir ortamda siz hangi Başyücelik Devleti’nden bahsedebilirsiniz?!. Sadece komik olursunuz. Cemal Kaşıkçı’nın akıbetine duyulan merakın yarısı İBDA Mimarı’na yapılan suikaste duyulsa, durum farklı olabilir.

Kumandan Mirzabeyoğlu’nu katledenlerin bulunmasına yönelik talep hiçbir kişi, gurup ve zümrenin inhisarında olmaksızın O’na bağlılık iddia eden ve O’nu seven herkesin  kendi gücü ve imkânı nisbetinde yerine getirmesi zaruri görevdir. Bu görev bütün faaliyetlerin toplamı ve merkezidir; bu unutulmamalı.

ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu
İlk Yayın Tarihi: 20 KASIM 2018

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: