KÖYLÜYÜ KÖYÜNE DÖNDÜRMENİN ZAMANI GEÇİYOR

Ahmet ÖLÇÜLÜ

Bundan 40 sene önce, 1982 yılında Kanada’ya Anadolu mercimeğinin tohumları gitti ilk defa.

Kanadalılar o güne kadar kendi ürettikleri mercimekten istedikleri verimi alamamaktaydı. Bizden aldıkları mercimekleri yetiştirdiler, ürettiler ve artık dünyada mercimek üretiminde bir numara hâline geldiler.

Bugün Türkiye ithal ettiği mercimeğin yüzde 80’ini Kanada’dan alıyor.

Adamlar çalışıyor, emek veriyor ve tohumunu bizden aldıkları ama artık bizim üretemediğimiz mercimeği bize satıyor.

Sonra biz de cari açık diye dertleniyoruz.

Biz bu topraklarda, kendimize yetecek kadar mercimek ve diğer tarım ürünlerinden üretemiyorsak, bunda suç kimin?

Toprak mı verimsiz?

Çiftçi mi tembel?

Yoksa bizi yönetenler mi beceriksiz.

Anadolu toprakları verimsiz denebilir mi?

Çiftçimiz ekmeğini taştan çıkarır çıkarmasına da, ülkeyi yönetenler emperyalizmin hedefleri doğrultusunda çiftçiyi toprağına küstürdükçe olanlar oldu, oluyor.

Cumhuriyet’in ilk yıllarından örnek verilir ya, emperyalizm fabrika açmamızı istemedi, üretmemize karşı çıktı diye.

Emperyalizm sadece sanayide değil, tarımda da üretimemizi istemedi.

İstemiyor da.

Tarım politikasızlığının temelinde bu var, yöneticilerin ya emperyalizmin işbirlikçisi veya ne yapacaklarını bilmiyor olanlardan seçilmeleri. Zaten demokrasi de bunun için değil mi? Ülkeyi en çapsız adamların yönetimine teslim ederek kolay yönlendirilebilir hâle sokmak.

Dünya büyük bir buhranın içinde ve buhran daha da derinleşiyor.

Millet olarak bu üretimsizliğimizle, döviz bulamadığımız ân kıtlık koptu ve açız demektir. Zira karnımızı doyuracak ekmeklik buğdaya, buğdayı geliştirecek gübreye kadar neleri ithal etmiyoruz ki?

İktisadımızı bir ân önce ziraî, yani reel temele dayamamız, ucuz iş gücü ile Batı’nın kullanacağı kılık kıyafetin atölyecisi, bineceği arabanın montajcısı olmayı sanayileşme, buradan kazandığımızı da ihracat geliri, burada çalışanları da istihdam edilmiş kişi zannetmekten vazgeçmemiz gerekiyor.

Öyle göstermelik tedbirler ve teşviklerle değil.

“Her boş toprağı ekin!” diye lâfta kalan sözde motive edici retoriklerle değil.

Ayakları yere basacak politikalar gerek.

Şehirlere yığılan işsizler ordusunu köye döndürüp üretici haline getirirken aynı zamanda işsizliği de çözecek tedbirler bunlar.

Milyonlarca insan şehirlerde işsizlikle pençeleşirken, milyonlarca dönüm alan da ekilmeden boş duruyor.

Bu konuda geçtiğimiz sene bu işe kafa yoran arkadaşlarla konuşmuştuk. İşsizleri nasıl iş sahibi yaparız, hele bir de tarım alanında, köylerde çalışmalarını nasıl sağlarız diye düşünüp taşınırken bir saha çalışması yapmışlar. İş arayanlara, “devlet sizi istihdam etse, köylerde, ziraî üretimde çalışır mısınız” diye sormuşlar. Aldıkları cevap müspet olmuş.

Yani çözüm basit ama bunun için devrim çapında hamle gerekli. Devrim çapında hamle için de siyasî irade gerekli. Bizi yönettiğini söyleyip de açlığa, yokluğa mahkûm edenlerin, gerçekten bu meseleyi çözmek isteyip istememede samimi olmaları gerekli. Zira, oy istemek adına popülizm yapamayacaklar. “Biz iktidardan olsak da millet varolsun!” diyen bir adanmışlık gerekli kısacası.

“Gerekirse kara sabandan başlamalı” diyordu ya Üstad Necip Fazıl… İşte, bu şuurla harekete geçecek bir adanmışlık…

Köy ve şehir davası, İslâm ihtilâlinin temel meselelerinde biridir. Şehirler, toprağından koparılmış köylülerin silosu yapılıp, bu siloda yığınla işsiz insana lüks ve şatafat içinde yaşayanların hayatları ciğerci dükkânını seyreden kedi gibi seyrettirilirse, sadece açlık ve işsizlik değil, onca ahlâkî ve hukukî dava da ortaya çıkar. Uyuşturucu kullanımı da artar, suç ve mafyalaşma da patlar. Bu meseleleri kendi yerli ve milli şuurumuzla çözecek olmadıktan sonra, çözülebilecek bir meselemiz de yoktur.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: