HAYATA UMUTLA BAKMAK, MUTLU OLMAK…

Mehmet ŞÂKİR

Herkesin varlığından haberdar olduğu ama kimsenin görmediği anka kuşu misali bir güzeli canhıraş bir telâşla arıyor insanoğlu. O kadar nadide, o kadar kıymetli bir şey ki ne para, ne mal, ne mülk hiç bir şey ona sahip olmaya yetmiyor. İnsanlar ne yaparsalar yapsınlar ona ulaşamamanın acısıyla hastalanıyor, deporasyona giriyor hatta bazıları kendi hayatlarına bile son verebiliyor.

Aslında insanın kendinde, kalbinin saklı bir yerinde barındırdığı bu gizli hazinenin adı huzur, mutluluk, itminan. İnsanoğlu ne yaparsa yapsın kendine şah damarından daha yakın olduğunu bildiren sahibine, mevlâsına yönelmeden, ona yalvarıp acziyetini idrak ile boyun bükmeden huzur ve mutluluk kapıları açılmıyor, kalpler mutmain olup sekenete ulaşmıyor. Bu, yaratıcının “Kalpler ancak O’nu zikretmekle tatmin olur” vâdi…

İnsanın bu gizli hazinenin kapılarını aralayıp huzur ve mutluluk yollarına ulaşmaktaki en büyük engeli kendisi. Evet, kelime mânâsı bile insanın kendisi demek olan nefsi.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek merhumun veciz şiir ifadesiyle “Hep nefs çıkar karşıma ölüp ölüp dirilsem. / İnsandan kaçmak kolay kendimden kacabilsem.”dediği nefs.

Bizi mutsuz eden, huzurumuzu kaçıran herşey tam da biziz, yani kendimiz. Biz onları kötü, zor ve çirkin gördüğümüz için rahatsız oluyoruz, huzurunuz kaçıyor.

Bütün bu zorluklara başa çıkmanın tek ve yegâne yolu eşya ve hadiselere ruhun yolundan bakışla mümkün… Kur’ân’da zikredildiği üzere, eşya ve hadiseye, “Şüphesiz ki nefs ziyadesiyle şiddetle kötülük ister” dediği nefsimiz zafivesinden mi yoksa Hak zaviyesinden mi bakıyoruz? Bütün problemlerimizin kilitlendiği nirengi, mihrak noktası tam da burasıdır: Nefsimize zor gelen, ağır gelen şeyler, tam da nefsimizi ezecek, terbiye edecek şeylerdir.

İnsan kendini bilir, nefsini tanırsa suçu başkasına atmaktan rahat bulur. Bir tasavvuf ölçüsü olarak Şahı Nakşibend Hazretleri’nin ifadesidir ki, kişinin nefsine hoş gelmeyen şeylerin aslında kendinden olduğunu bilmesi onu kendi dışındakilere uğraşma, cedelleşme zahmetinden kurtarır.

Dünya ve ahiret mutluluğu için gerekli olan, dine bakışımızda ve tutumlarımızda samimi bir değişmedir. Dinden ne beklediğimiz değil, dinin bizden ne beklediğinin öğrenilmesi ve uygulanmasıdır. Hayatın merkezine kendimizi ve egolarımızı değil, inancımızı koymamızdır. Ancak böyle yapanlar hayata umutla bakan, gerçekten mutlu olanlardır. İnandığından değil kendinden şüphe edip “ben doğru yolda olduğumu nereden bileyim” düşüncesiyle kendisini inandığı karşısında hesaba çekenler, doğru düşünce olmadan doğru düşünce ve doğru düşünme faaliyeti olmayacağı gerçeğini idrak ederler. Nihai anlamda doğru bir yaşam, sorunlarına kesintisiz doğru çözümler bulmak ve hayata umutla bakabilmek için dinin koyduğu ilkeleri yerine getirme sorumluluğunu almak gerekir.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: