PEYGAMBERLER DOĞRU SÖYLEMİŞLER

Levent AKINCI

Onlar dünya hayatının sadece zahirini bilirler, ahiretten ise tamamen gâfildirler” (Rum 7)

Şöyle derler: Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahmân’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.” (Yasin 52)

Nette ünlü fizikçi Stephen Hawking’in yaratılış ve big bang teorisi konusundaki sözlerini nakleden bir videoya denk geldim. Video tipik yerli ateistlerimizin, boncuk bulmuş edasıyla, ‘Hawking bilimsel olarak tanrının olmadığını ispatlıyor (!)’ başlığı ile yayınlamış gördüğünüz gibi. Zaten kanal cıvık ateist Celâl Şengör’ün reklâm kanalı gibi bir şey. Videoyu bir kaç defa seyrettim.

Eşyanın, en sade, en basit, en küçük parçacıkların ve enerji denen mefhumun (veya meçhûlün) bile hakikatine, mahiyetine, keyfiyetine asla vakıf olamayan insanoğlu, bir de çıkıp cümle mahlûkatın hâlıkı hakkında hevasından konuşunca…

Burada Hawking’in, Allah Teâlâ’yı ve mahlûkatı ibda ve halk etmesini, yaratmasını reddedip toprak ve çukur-tepe benzetmesi gibi şeylerle herziyatta bulunurken, hem başta “yasalardan” bahsedip hem de konuyu “olasılıkla”, tahminle, temenniyle bitirip zann yürüttüğünü, kısacası “bilim” dışına çıkıp “felsefe” yaptığını gördüm. Ve “tefekkür”den ziyade nezakete bürünmüş bir “öfke ve hınç” gördüm.

Hani biz fizikten ve diğer bilimlerden istifade ediyor ve fakat onların da dışın,a daha doğrusu üstüne çıkıp din ile nazar ediyor ve en nihayetinde kocakarı itikadı sırrınca, “hikmetinden sual olunmaz” diyoruz ya… Bilateşbih, o da onun inancı yani. Sadece bilim değil burada konuştukları. Görüldüğü üzere, bilimi bir felsefeye hizmet ettiriyor.

Ve görüldüğü gibi, yer yer “şüphe” ama daha ziyade “isyan” var. Ve videoda da çeviride okuyacağınız üzere, bazı Hıristiyanların yüzyıllar boyunca Hawking gibi kötürüm kimseleri “tanrının gazabına uğramış lânetli” olarak gördüğü gerçeğini hatırlatıyor. Sanki Notre Dame’in Kamburu’ndan, oradaki Quasimodo’dan ve ona zulmeden psikopostan çok etkilenmiş gibi. Ve, haşa “yukarıdaki birini kızdırma” pahasına doğa yasalarıyla her şeyi açıklamayı tercih ettiğini belirtiyor. Ve bu yasaların dindar bir bakışla bakıldığında aslında “isyankâr” olduklarını söylüyor. Ki ne alâka? Metnin sonunda ise “bilimin tanrı fikrinden daha ikna edici olduğu” ile bitiriyor.

Hawking’in dinî inancı diye nette kısa bir taramada gördüğüm, anladığım o ki, onun da Einstein gibi sağı solu oynuyor adeta; yani bazen agnostik, bazen ateist, bazen deist gibi tavır ve sözler göze çarpıyor. O da Einstein da, hangi görüşte karar kılmışlar bilmiyorum. Ama burada kişiliğine dair kabaca gözlemlerim budur ki;

Gördüğüm, anladığım kadarıyla, Allahualem ki sadece “felsefî şüphe küfrü” değil ondaki. Ondaki asıl küfr “kadere isyan küfrü”. Çoğu dinsizde olduğu gibi, önce isyân etmiş, sonra da, bu yaşadığı musibetler sebebiyle dinden ve tanrıdan, güya hâşâ intikam alma girişimine, yani kalbinde kibirle kinle çaldığı minareye aklınca bir takım felsefî kılıflar bulmuş gibi. Secde etmeyen iblisin kalbindeki kibrini, ‘ben ateşim o toprak’ diyerek mantığa bürüme ve böylece perdeleme çabasındaki gibi… Hawking toprak, çukur ve tepe örneğini vermiş. Ama ateşe talip olarak. Çok ibretlik çok. O öldü gitti. Ateşi bol olsun. Siz ibret alın ey insanlar. Henüz vakit varken. ‘Peygamberler doğru söylemişler’ denilecek olan o gün gelmeden evvel…

Bu, skolastik, dogmatik, aforozcu, ve içinde şeytan var diyerek kedi yakan, ikna edip zina yapamadığı dul kadınlara cadı diye iftira atarak diri diri yakan, hastalara sakatlara lânetli gözüyle bakan, Haçlı seferleri ve sömürgecilik yapan ve diğer uluslara soykırım uygulayan kilise ve krallara bir tepki olarak sekülerist, septisist, ateist olan Batı aydınlarının haleti ruhiyyesine dair “Fareler ve İdeolojiler”de yeterince konuşmuştuk. Oradan kısa bir nakil yapıp geçelim;

Evet, adeta sadist Yahova anlayışı olan yahudilik ve adeta mazoşist bir Jesus anlayışı olan Hıristiyanlık hurafâtı arasında sıkışan bir kısım Batılı aydın zümresi yazık ki İslâm ile müşerref olmamış, bazı cihetleriyle kiliseden beter bir yere düşüp dinsiz olmuşlardır. Bazen de beraberinde sosyalist veya anarşist olmuşlardır.

Sanki, hurafeci dinin dogmatik skolastik sömürü, zulüm ve sapkınlık zindanından firar için bir çıkış arayıp, tüneli gördükleri zannıyla koşarken sekülerist septik ateizm çukuruna düşmüşlerdir. Bilhassa Nietzsche gibiler yani…

Bir de, Spinoza’dan şundan bundan ısmarlama bir tanrı arayışı da gözlerden kaçmıyor bu tür bilim adamlarında. Yani keyfe göre (!) bir tanrı isteği… Tanrı varsa bile şöyle şöyle olmalı, diye istekler, şartlar koşan bir haleti ruhiyye sözkonusu. Genellikle de, “tanrı varsa şayet ne evrendeki işleyişe, ne de bizim hayatımıza, ahlâk ve hukukumuza karışmaması gerekir“, gibi “lâik” bir bakış hâkim gibi. Bu yüzdendir ki bazısında açık bir ateizm bazısında ise deizm ve agnostisizm göze çarpıyor.

Yalnız, bunlar da bir çok çelişki barındırmakla birlikte, Türkiye’deki lâiklere göre çok daha gerçek lâikler. Yani bazıları açıkça dinsiziz diyen, açıkça tanrı tanımayan türler… Bizim lâikler gibi ikircikli ve tiyatrocu değiller, bizdeki lâikler gibi “Yaradan, elbette âlemlerin rabbidir, âlemin hâkimidir. Ama bizi bize bırakmıştır, şeriata karşıyız, biz kendi kendimize hükümler yasalar koyabiliriz” demiyor batıdaki asıl lâikler; onlar ya doğrudan “tanrı yoktur” diyorlar ya da “tanrı varsa bile, ne âleme karışır ne de bize!” diyorlar. Bu, ne insana ne evrene hükmü geçmeyen hükümsüz bir tanrı anlayışı olan Batılılar, bizim lâiklerden biraz daha açıkça ve dürüstçe kusmuş oluyorlar küfrlerini. Bizdekiler ise “tanrı âlemlerin rabbidir, ama bizim değil, bize hüküm koyamaz, bizim kendi uydurduğumuz lâik demokratik yasalarımız var” diyorlar bir şekilde.

Zirve ve çukur sözünü ben de çok telaffuz ederim. O makaleye göz atılırsa ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Müslümanlar insanlığın tepesi zirvesidir, satanistler anarşistler ve benzerleri ise çukurun dibi. Ne demek istediğimi anlamakta zorlananlar olacaktır, ilgili makaleyi okuyalım inşallah.

Bu video üzerine kısa bir hatırlatma yapayım dedim; akıl-bilim ve bilim yasaları çok meselede hatta aslında özünde her meselede, ama bilhassa şu dört konuda sonsuz ve onulmaz bir acizlik içindedir; ve neden imân etmeli sorusunun da cevaplarından bazılarının dört maddede mücmel hâlidir bunlar aynı zamanda;

1) Mucizeler. Burada sadece nebevî mucizeleri kastetmiyorum, lügat mânâsıyla ve yani insanı ve aklı aciz bırakan her şeyi. Zaten halk arasında mucize diye meşhur olan nebevî mucizeler, Kur’ân’da ‘âyet’ diye zikredilir. Evet, burada onları da ve bilâteşbih diğer hadisatı da, insanı, aklı, bilimi aciz bırakan her tür mucizeyi kastediyorum. Metafizik, parapsikoloji, paranormal olaylar vs ve musibetler, hepsi dahil. Nebevî mucizeler ve salihlerin kerameti ve facirlerdeki istidraclar… Ve bunlar bir yana; sıradan insanların bile zaman zaman yaşayabildiği sadık rüya, hissi kablel vuku yani içine doğmak, hikmetli tesadüfler yani tevafuk, nazar, musallat vs çeşitli gaybi haller, tabiri caizse metafizik parapsikolojik paranormal hadiseler, aklı bilimi aciz bırakıyor, hep de bırakacaktır. Bizdeki bilimperestlerin inanç düşmanlığı sebebiyle bu konulara karşı kör kalmalarının aksine; meselâ Sovyet Rusya’da KGB senelerce metafizikle paranormal hadiselerle ilgilendi, istihbarat amacıyla faydalanabilmek için. Amerika ise geç de olsa bu işe el attı, galiba National Geographic kanalında seyretmiştim, FBI veya yerel şerif, Kızılderili bir büyücü kadın ile paslaşıyor ve bazı suçluları yakalamada ondan faydalanıyordu. Tabi bunlar işin bâtıl ifrit ve istidrac kısmı, fakat şunun için bu örnekleri verdim; neticede adamlar Türkiye’deki akademik kürsüler gibi değiller vesselâm. Metafizik ve parapsikoloji, dîne kapı aralar diye düşünerek -ki doğrudur-, insanı ya hak dine ya batıllara, hurafata ama bir şekilde muhakkak gayba inanmaya ve dîne sevk eder paranormal hadiseler; bu yüzden her türüne düşmanca yaklaşmış ve yok saymıştır Kemalist akademisyenler. Küfri inat yani…

2) Ahlâk ve Hukuk. Çeşitli makalelerimde de izah ettiğim gibi, ahlâkın da hukukun da kaynağı beşer değildir, akıl bilim değildir. Bir insan vahyi reddettiği ânda -tutarlı olmak adına- aslında hiç ama hiç bir inanç ve ahlâk ve hukuku, hiç bir değeri kabul etmemesi gerekir. Salt bir anarşi düşüncesinde olması gerekir. Çünkü hak olan ahlâk da hukuk da akılla bulunmaz, vahiyle bildirilir akılla bilinir. Akıl gaye değil vasıtadır. Elbette her dinsiz her türlü ahlâksızlığı yapar demiyoruz, hâlâ bazı konularda ahlâklı davrananlardaki bazı iyilikler hilkatin, fıtratın onda tamamen tahrib olmadığını ve şeriatın ahlâkın, nomosun kültürel izlerinin, din ve fıtratın hâlâ bazı kalıntı ve kırıntılarının varlığını gösterir. Âdeta ‘âlemde mutlak hayr vardır, mutlak şer yoktur’ hakikatine muvafık olarak insanda fıtrî olan hayrdır, şer değil. İyilik, tabiri caizse kuvve olarak, potansiyel olarak mevcuttur, mündemiçtir ama iyiliği kuvveden fiile, potansiyelden kinetiğe çıkartacak olan dil ve dindir. Maden, keşif ve işleme meselesi yani. Bu bahsi uzatmayayım, bir çok yazımda açmaya çalıştım. Bilhassa “Bilim mi İdeoloji mi”, “Fareler ve İdeolojiler” ve “Gelişim psikolojsi evrimi çürütüyor” adlı makalelerde. Bunlardan sonuncusunda insanın mucizevî bir hâl yaşaması haricinde, dil öğrenmeden zekâsının asla gelişemediğine ve normal bir insan olamadığına dair gelişim psikolojisi verilerinden ve feral children/vahşi çocuklar örneklerinden tafsilatlı olarak bahsetmiştik. Başlangıçta ilk insanlara talim edilmiş dil ve tabiri caizse verilmiş hazır bir ön bilgi olmaksızın insanlığın bu günkü dil ve kültürü ve bilimi sıfırdan üretmesinin imkânsız olduğunu da görmüştük orada. Hani videoda Hawking diyor ya, bu doğa yasalarının keşfi insanlığın en büyük başarısı falan. Bi kere şunu anlamalı ki, insanlar yasaları yaratmıyor keşfediyor. Ve onda da sıfırdan yoktan başlamadık zaten. Mezkur makalemizde tafsilatla isbat ve izah ettik bunu. Gelişim psikolojisi ve tarihin verilerini dinin ışığında açıkladık. Bu arada, bilimin ışığında dine bakış değil, dinin ışığında bilime bakış. Dinsiz bilim kördür. Bilim adeta ya nûrdur ya nârdır. Dinle nurlu bir hâl alır, hayra hizmet eder, dinsiz olarak da şerre hizmet eder ve nâra götürür insanlığı…

3) Âdem Aleyhisselâm, ve çocukları… Beşeriyyet… Hususan Peygamberler… Hayatları boyunca asla yalan söylememiş ve üstün ahlâkları ile düşmanları tarafından bile emin insan diye vasıflandırılmış binlerce nebî ve velînin ‘Yaratıcı vardır ve birdir’ sözünde ittifak etmiş olmaları. Bir şehrin en yalancı beş-on kişisi bile sırayla gelse, deseler ki, “ey falanca evin yanıyor, koş”. Biri dese, ikincisi dese, üçüncüsü aynı şeyi dese… Daha ikincisinde yandım anam diyerek koşar herkes. Çünkü bir icma var, bir ittifak var, ağız birliği var değil mi? İtibar eder insan. Bilateşbih, hayatlarında hiç bir defa ahlâksızlık ve yalancılık görülmemiş binlerce salih kul, insanlığın en doğruları, hususan nebiler; bir konuda icma ittifak hâlinde ise… İtibar etmemek imân etmemek vicdan ve akıl kârı mıdır? Buna, kendilerinde nebilerdeki gibi ismet sıfatı olmamakla birlikte hayatları ahlâkları tarihin tanıklığı ile ortada olan nice binlerce veliyi, âlimi, ârifi, âbidi, hatta bilâteşbih bir kısım diğer aziz ve azizeleri ve bilgeleri de eklersek, yani yaratıcının varlığını ikrar noktasında; akıl kârı mıdır ki bu kadar öncü insanın ve cümle beşeriyetin bir yalanda ağız birliği yapmış olduğunu vehm etmek? Bu arada, “Pavlus ve Tahrif” başlıklı makalemizde izah etmiştik, aziz ve azize denilen kimselerin de bazıları ihtimal ki muvahhid hanif idiler, sonradan bazı hurafeler, şirkler onlara nisbet edildi, yamandı. Allah en doğrusunu bilir. Ve asıl bu günkü dinsiz dünyanın yalana tâbi olduğunu, “Bütün bir insanlık yalana teslim” başlıklı makalemizde, bir başka cihetten anlatmaya çalışmıştık.

4) Âlem. Ve nizâmı. Ve onun için şart olan ilim, irade, kudret… Zerreden küreye mikrodan makroya akılsız, şuursuz, ilimsiz, iradesiz şu âlemin mumkinulvücud olup, mutlak bir ilim, irade ve kudret sahibi olan vacibulvücud tarafından yoktan var edilmiş olduğu ve O’nun tek hâkim-i mutlak olduğu hakikati. Âlemin mevcudiyet ve düzeni, ahengi ve de tagayyürü; hâlıkı ve sahibinin, hem de bir tek hâlık ve sahibinin olduğunu gösteriyor. Âlemin tagayyürü, tahavvülü; yani sürekli değişiyor oluşu onun hudus, yani sonradan var edildiğini, ezelî olmadığını gösteriyor. Ezelî demek, mevcudiyeti, ahvâli hiç değişmeyen demektir. Ezelî olmayan da kendi zatıyla ebedî kâim değildir. Ve yâni eşyânın bir hâlıkı mübdi’i vardır. Akaid ve kelâm kitaplarında ulemamız bu meselelere dair çokça şeyler yazmışlardır.

Bu günkü bilim de her şeyin bir sebebi olduğunu söylüyor. Ve yapışıp durdukları güya başıboş sebeplerin geriye doğru gittikçe hepsinin tükendiği, bittiği o noktada ise müsebbib’ul-esbâb’ı ikrar etmek yerine inkâr ediyor Hawking gibiler. Teselsülle, yani zincirleme olarak determinist bir seyru seferle giderken işte tam orada tıkanıyorlar, tosluyorlar kafayı. Bu bundan dolayı oldu, şu da şundan, şu şunun sonucu, o da onun… Derken bir yerden daha eski ve öte bulamaz oluyor ve orada göz göre göre kendi kendine var oldu ve pat diye patladı diyorlar. Hani sebep? Cevap yok. Başlıyorlar işte böyle, çukur-tepe, negatif enerji pozitif enerji, vakum vs yumurtlamaya. Asıl patlayan kendi kıçı kırık tezleri sadece..

Fizik dünyasına “enerji nedir?” desem kim efradını câmi ağyârını mâni bir tarif yapıp idrak etmemi sağlayabilir? Kimse. Çünkü daha enerjinin de kütlenin de esrarı çözülemedi. Bazı tesirleri biliniyor sadece. Cümle eşyânın da enerjinin de hakikatine vakıf değil insanoğlu.

Hawking’in burada bahsettiği çoğu görüş sadece birer teori, hatta belki hipotez bile olmayan yorumlar, zanlar sadece. Bir fizik cahili olarak ben demiyorum. Kimyacı ve fizikçi dostlar ile konuştum, videoyu seyrettiler ve dedikleri; bunların bazıları yorum, tez ve teori. Vehim. Hatta belki buna büyük patlama da dahil.

Ve bu arada, Adımlar Dergisi’nde sitede hâlen yayında, arşivde olan “Bilim mi İdeoloji mi” adlı geçenki yazıda da bazı örneklerle izah etmiştik, bilim oynaktır, değişkendir, tarih boyunca sayısız kere kendi kendini yenilemiştir, nice bilim adamı tükürdüğünü yalamak zorunda kalmıştır. Bilim tamamen kemâle ermesi mümkün olmayan bir yap boz oyunu gibidir. Bu hakikati asla unutmayalım. Bilim adamlarını, hele de bilhassa ideolojik ve spesifik konuşmalarında daima bu hakikati akılda tutarak dinlemek ve daima soru işareti koymak gerekir. Bu günde en şâşâlı, en iddialı ve en başarılı bir bilim adamını bile, öyle bir gün gelir ki bir de bakmışsın bir başka bilim adamı öyle keşifler yapmış ki, hallaç pamuğu gibi fırlatıp atmış. Ki buna çok defa tanık oldu insanlık. Evet, bu günde nice otorite isim, nice bilim adamı, bakıyorsun ki yazdığı bir akademik makaleyi geri çekmiş. Medyada böyle bir sürü haber bulmak mümkün. Bazen bir bilim adamının kendi kendini adeta tekzip ettiği ve düzelttiği görüldüğü gibi, sonradan bir başkasının ondaki hataları çürüttüğü veya eksikleri tamamlayıp görüşünü tezini genişlettiği vs hep yaşanılan durumlardır.

Biz kul uydurması ve oynak değişken olan kuramlara değil, Kur’ân‘a imân eder, tâbi oluruz.

Hawking, kendisi gibi hastalara yüzyıllar boyunca tanrının lanetlediği inancıyla bakıldığına atıf yapmış. Yani, “bu gün kilise aynı şeyi söylemiyor, ama bin yıl önce böyle bakmıyorlardı bize”, demek istiyor. Yani, “bakın, dindarlar işin bilimsel, tıbbî kısmını bilmediği zamanlarda bizi lânetli görüyordu. Bilim bu hastalıkların sebebini, iç yüzünü aydınlattı da kilise bu karanlıktan çıktı” gibi bir şeyler demek istiyor. Ona bu noktada ayrıca iki çift sözümüz vardır. Birincisi; Hawking’in de herkesin de bilmekle, bulmakla, olmakla mükellef olduğu hak din, yani İslâm, asla böyle bakmaz hastalara, sakatlara. Tarihin hiç bir döneminde İslâm toplumunda da böyle bir bakış görülmemiştir. Kader, musibet, imtihan, sabır, ecir gibi mefhumlar ile açıklamıştır müslümanlar bu tür şeyleri. Resûlullah Aleyhisselâm’ın seferde iken, kendisini ülkeye idareci yaptığı gözleri görmeyen âmâ sahabe İbn Ümmu Mektum radiyallauanh ve ilgili hadisleri ve hadisenin ilk başındaki âyetleri, Abese suresini hepimiz biliyoruz. Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde insan dışı veya yarı insan olarak görülen zencilerin İslâm’da beyazlarla eşit olduğu aşikârdır. Kabe’nin damında ezan okutulan Bilal-i Habeşî radiyallauanh örneğini herkes bilir. Aynı şekilde, İslâm’a ve İslâm tarihine göz atıldığında kadın ve çocuk haklarında, ve sakatlardan delilere ve bilateşbih hayvanlara, her konuda bir merhamet ve adalet görülür. Ve hatta atalarımız bu tür zayıflara bazen daha da şefkat ve ihtiram göstermişlerdir. Esasen muharref İnciller bile Hawking gibilere o gözle bakmaz, muharref incillerde Mesih’in, herkesin dışladığı hastalara ve hatta kötü kadın dedikleri Maria Magdalena’ya bile, şefkatle yaklaşması ve onların şifa ve hidayet bulmaları konulu hikâyeler vardır. İkincisi; bin yıl önce kiliseler neler zırvalıyordu, Ortaçağ konulu filmlerden çok iyi biliyoruz, da, peki bin yıl önce bilim adamları neler yumurtluyordu? Dünya, güneş, ay, gökyüzü, virüsler, bakteriler, salgınlar, insan bedeni, fizyolojik veya psikolojik hastalıklar vs hakkında neler saçmalıyorlardı, hele de Hawking’in vârisi olduğu kâfir Avrupa’da? Açıp okumamış gibi konuşuyor. Sorsan, daha dünkü, çağdaşı olduğu koca koca, ödüllü bilim adamlarını beğenmez bazı konularda, çünkü elbette ki bilim değişkendir, kaldı ki yüzyıllar önceki bilim ve bilim adamları neler neler saçmalamış açıp okumamış sanki…

Üstelik Hawking burada ne bir sübût bulmuş yasa, ne bir tartışılmaz formül koyuyor ortaya; bazı yasa ve teorileri yorumlayarak sadece zann ve vehimlerini ortaya koyuyor. Tahminini, hatta temennisini izhar ediyor. Tanrı ve ahiret olmasın, olmamalı, der gibi… Bu ahvali, üslûbunda da içerikte de açıkça görülmektedir..

Velhasıl enerjinin de kütlenin de keyfiyeti, mahiyeti, hakikati bilinemez; bilinemiyor da. Zavallı insan. Daha mahlûku, zerreyi, en sade, en basit, en küçük partiküllerin esrarını ve enerjinin ne olduğunu çözemiyor, bir de kalkmış zâriyâttan kürâta cümle mahlûkatın hâlıkı olan Hakk Teâlâ hakkında hevâya ve iblise tâbi olarak yalan yanlış konuşuyor.

Evet, Hawking bilim, “yasalar”, prensipler diyerek başladığı sözü âlemin kendi kendine oluşmuş olabileceğiyle, “ihtimaller”le bitiriyor. Yani bilim göstere göstere bir felsefeye, bir inanca hizmet ettirilmeye çalışılıyor.

Ve güya delili de, atom altında bazen çok kısa süreliğine, anlık olarak enerjinin protona dönüşüp sonra bir başka yerde ortaya çıkmak üzere yok olduğu. Bir proton kendi kendine (!) rastgele (!) oluşabiliyor ise, evren de proton kadar, hatta ondan bile küçük idi büyük patlama öncesinde diyor; pekâlâ bildik yasalar ihlâl edilmeden kendi kendine var olmuş olabilir (!). Kimlerin keşfettiği bir yana, kim koymuş bu yasaları?

Akılsız zerre ile âleme delil getiriyor aklı sıra. Miller keferesinin geçen asırdaki meşhûr deneyini hatırlattı… Bu arada, asrın deneyi diye belki bir çoğu Miller deneyini veya diğer bir kaç ünlü deneyi bilir; bana göre geçen asrın en mühim ve en ibretlik deneyi Calhoun’un “25. Evren Deneyi”dir. Bu deney hakkında uzun bir makale yazmıştık, tavsiye ederim, şimdi bir kez daha okuyalım, yukarıda bahsetmiştik: “Fareler ve İdeolojiler”.

Âlemi Allah yarattı dememek için ta nelere bel bağlamış Hawking. Görüldüğü üzere, kıvranıyor duruyor, iblisleşen ruhundaki ızdırap akıl düzeyine böyle herziyat olarak yansıyor olmalı. Güler misin ağlar mısın…

Dediği şeylerin bazısı sadece yorum ve kuram. Ve ayrıca da, varsayalım atom altında zaman zaman böyle protonlar oluşup sonra dağılıyor. Olabilir. Mümkinattandır. Allah bilir. Fakat bu akılsız, şuursuz enerji denen mefhum ve proton denen zerreler üzerinde kimdir hâkim ve hâlık olan, kimdir o kendi zatıyla kâim durucu? Kendi kendine rastgele neden ve nasıl enerji kütleye dönüşür sonra da dağılır gider? Sahi, o enerji kimindir? Enerji ona göre yokluk mudur ki proton yoktan var oldu diyor? Tercümede bir sorun yoksa eğer, doğru anladıysam, âlem, enerjiden pat diye kendi kendine yaratıldı (!) diyor. O enerji veya madde, nereden geldi? Yani kim var etti? Kimdir o ilim, irade ve kudret sahibi? Sahi, enerji nedir yahu? Hadi isbat ve izah et ey bilim. Keyfiyetini mahiyetini hakikatini idrak edelim hadi? Hawking pozitif ve negatif enerji diyerek çukur ve tepe örneği ile adeta sağ cepten al sola koy yapıyor yapmasına da, çukurun da tepenin de yaradanı yok gibi konuşuyor. Şimdi girdiği çukurda öğrenmiştir.

Ve varsayalım büyük patlama doğru, o ilk kök madde, veya enerji, her ne ise işte, o şey nereden geldi, neden o ânda patladı, ondan önce veya sonra değil de o ân patladı? O âna kadar neden patlamamıştı, intişar etmemişti? Yıkıcı olur patlamalar, kaotik olur, dedikleri hâlde, böyle bir patlamadan birilerinin kosmos dedikleri bu evren nasıl zuhur etti? Efendim zaten zaman da o olayla başladı vs diye geveliyorlar. Ki saçma. Zerre kadar bile olsa bir şeyler varsa zaman da vardır. Nitekim burada Hawking’in sözlerinde “henüz zerre kadar bir ebadda ve intişar ve infilak etmeyi bekleyen bir âlem” tarifi görülüyor aslında. Peki neden patladı? O bildik patlama değil bir saçılma, süratle genişleme vs diyorlar bu kez de. Tamam, neyse o. Niye öyle oldu? Hangi irade ile? Kimin murâdı bu?

Kimdir bu mumkinulvucudlara ol diyen? Vacibulvucud olan Allah Subhanehu ve Teâlâ değil midir?

Bütün zahiri sebeplerin, hadisatın tamamen tükendiği noktada müsebbib’ul-esbâb’a, yani bütün sebepleri, vesileleri ve cümle eşyayı ve hadisatı halk eden Allah’a teslim olması gerekirken küfri inat ediyor.

“Cümle âlem böyle bir ânda var olabiliyor ise, toprak da bir ‘nefha’ ile Âdem olur pekâlâ” demesi gerekir aslında.

Evet, toprak ve çukur/tepe örneğini vererek varoluşu bir enerji/kütle dönüşümü olarak gören gösteren Hawking, bu mantıkla, aslında toprağın bir “nefha” ile insan olabileceğini de kabul etmiş oluyor. Keza İsa Aleyhisselâm’ın çamurdan kuş yapıp biiznillah canlandırması mucizesini de mümkinâttan olarak kabul etmiş oluyor. Farkına varmadan. Yani ateizmi de, evrimi de zora sokan bir şeyden bahsediyor, “bir anlık protonun yoktan var olması” örneği ile. Ayrıca da enerji yokluk mudur, varlık mıdır karar vermeli Hawking.

Biz ise Allah Teala’nın sadece Hâlık değil, yoktan var eden Mübdi olduğuna da inanıyoruz. Enerji, kütle, mekân, zaman, cümle eşya mahlûktur. Allah Teala ibda ve halk etmiştir.

Zerreyi halkedip hükmedebilen âlemi de halkedip hükmedebilir. Ve ancak bütün âlemi halkedip hükmedebilen, bir zerreyi de halkedip hükmedebilir. “Bir sinek bile yaratamazlar” kavlini hatırladık bir kez daha.

Aslında bu hakikati Hawking de fark etmiş ama kendini tanrısız bir şekilde bakmaya zorlayarak. Diyeceğim de, onunla bile ilgisi yok dediklerinin. Fakat neticede, bir zerre kendi kendine var oluyorsa âlem de var olur demiş. Fakat bir çok çıkmazı var:

Birincisi, verdiği örnekte yoktan var oluş değil enerji kütle döngüsü, yani vardan varoluş sözkonusu. Ve big bang için de aynı şekilde, yoktan varı değil vardan varı konuşuyor. Ha, enerji yokluktur diyorsa bilemem. O zaman da bahsettiği yasalar önünde daha büyük bir çıkmaza girdiği kesindir.

İkincisi, dediğimiz gibi, yasalar diye başlamış ama tahminle bitirmiş. Sallamış yani. Zaten ‘bilimsel bir isbat’ değil de, sözlerinde de görüldüğü gibi, ‘ben böyle açıklamayı tercih ederim’ durumu, yani isyan var. Ayrıca, doğa yasaları evrenin her yerinde aynıdır, bir oyun topunun hareketinde de gezegenlerin hareketinde de, diyor, ama sonra da makro alemdeki yasalar ile mikro âlemdeki yasaların farklı olduğunu da kabul ediyor görüldüğü gibi, atom altında farklı yasalar olduğunu da belirtmiş. Ki bu uzun bir zamandır zaten bilinen bir şey. Determinist Einstein ile kuantumcu Bohr’un tartışmaları da bildiğim kadarıyla bu konudan kaynaklı idi. Zar atma tartışmasını biliyoruzdur çoğumuz. Yani âlemin her yerinde aynı yasalar yok! Âlemi kübrâda farklı, âlemi vustâda farklı, âlemi suğrâda farklı kaideler var gördüğümüz kadarıyla. Ve bilim adamları bu farklılıklar konusunda oldum olası bir acz içindedir.

Üçüncüsü, büyük patlamayla saçıldı dediği şeyin, bir kök madde/enerji her neyse işte, bir mevcudun, ki tagayyür, tahavvül ediyorsa, değişiyorsa hudustur bu durumda; ezelî ve de ebedî değildir, hâlıkı ve hâkimi var demektir. İşte, o şeyin ‘sebepsiz’ var olduğunu, gününü beklediğini ve vakit gelince de yine sebepsiz patladığını söylemiş oluyor aslında. Evet, böylece, âlem, pat diye kendiliğinden yaratılmış olabilir diyor, bu sahipsiz kök varlığın kendi kendine patladığını söylüyor.

Yine aynı temel konuya dönüyoruz böylece; varsayalım big bang gerçek, hangi irade ile oluyor bu işler, ve kimin bu mülk? Evet, varsayalım big bang gerçek, değil proton kadar isterse bir esir/eter zerreciği kadar bile olsa büyüklüğü, farketmez, o ilk varlık, o kök madde/enerji kimindir! Kim yarattı? Ve kim o emri verdi? İster devasa bir evren, ister bir tek tanecik, farketmez. Kimin bu mülk? Ve kimin iradesiyle oluyor?

Sebeplerin bittiği yerde başka bir sebep bulamayınca çamura yatıyorlar işte böyle. Yahu kafasını kopartıp yediniz ‘yaptığınız ve taptığınız’ helvadan bilim putunun, bilim bunu nasıl söyler, sebepsiz failsiz iş olur mu?

Ayrıca da, o kök madde/enerji her neyse işte, ezelî değil yani, hudus, değişiyor çünkü. O zaman şu sual sorulur, neden o ânda patladı? O olaydan öncesi yok, ân, zaman, mekân, evren hepsi onda başladı diyorlar (!). Ondan öncesi yoksa, o da yok idi o zaman! Yok mu patladı (!) yoksa sizin akıllara zarar tezler mi? Hem pirleri diyor ki atom altında kısa süreliğine de olsa enerjiden proton oluşur, hem de diyorlar ki proton kadar olan âlem big bang ile saçılmadan öncesi yok, süre vermiyorlar, ve pirleri ise videoda görüldüğü üzere; demiş oluyor ki bir zerre hâlinde intişar ve infilâk etmeyi “bekleyen” bir âlem var idi… Zerre kadar bile olsa, madde/enerji fark etmez, orada bir şey varsa zaman da vardır mekân da.

Hülâsa, her şeyi sebepler dairesinde açıklayan dinsiz bilim adamları, başlangıç için bir “sebep” bulamayınca, negatif enerji, pozitif enerji, çukur, tepe, sağ cepten al sola koy, boşa koydum dolmadı doluya koydum almadı; küfr bataklığında bocalayıp duruyorlar…

Psikolojide öğrenmedeki “çağrışım ilkeleri” ile fizikteki “varoluş” konusunun kesiştiği “zaman-mekân-biçim” meselesini ele aldığımız “zaman ve mekân” adlı yazımızda da dediğimiz gibi, her nesnede şu üç cihetten de sonsuz ihtimâl var ve böylece de olası sonsuz soru var demektir; neden o mekân, neden o zaman ve neden o biçim? Kimin iradesidir bu? Sonsuz ihtimâl sonsuz suâl demektir. Sonsuz cevabı bırakın, sonsuz sayıda suâli bile soramaz cüzî akıl. Ey insan, daha suâl sormaktan acizsin, bir de cevap peşindesin güya!

Ayrıca da evvelâ, yukarıda başta kısaca dört maddede yazılı hakikatleri de hatırlatalım tekrardan. Dinsiz bir bakışın asla içinden çıkamayacağı, asla makûl bir mantıkla izâh edemeyeceği ve aklının her daim aciz kalacağı bir “âlem, âdem, metafizik ve parapsikoloji, ahlâk ve hukuk” ve daha sayısız delil duruyor karşısında. Doğa yasalarıyla izâh etsinler hadi. Bu arada; hangi doğa? Mikro evren, atom altı başka ahvâl üzere; orta âlem, dünya insan boyutu başka; makro evren, uzay galaksiler boyutu başka..

Mânâya göz kapamış maddeperest Hawking’lere ve onların yolundan gidenlere son sözümüz;

Gittiğiniz yerde “Peygamberler doğru söylemişler” diyeceksiniz. Yemin ederim!

Sen ilaç yazarsın doktor
Ben ise şiir
Seninkisi rahatlatır
Benimkisi ise acıtır
Teşhîsi tedâviyi
Sizde ararlar
Hüznü hicrânı
Bizden sorarlar
Emri Hak vâki' olur
Dersiniz; hastayı kaybettik
Biz ise deriz
Firkat defterine kaydettik

Siz rapor yazarsınız doktor
Biz ise şiir

Sizinkisi iştir
Bizimkisi aşktır
Tahliller sizin işiniz doktor
Kan, şeker, idrar
Ya cân ne cânân ne?
Ateşi düşürdüyseniz
Ruhunda beşerin
Ya bu yanan ne?
Sizin iş
Beşer ölünce biter
Bizimkisi doktor
O zaman başlar
Sen ilaç yazarsın doktor
Ben ise şiir...

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et