FRANSA HADİSESİ
Alexander DUGİN
Öfkeli Fransız vatandaşlarının sokaklardaki şiddetli davranışlarına baktığınızda, özellikle de ilk kez gördüğünüzde, hemen şöyle düşünürsünüz: İşte, devrim!.. Hükümet kontrol edemeyecek!.. Fransa bitti!.. Hükümet düşecek!.. Banliyöden Arap veya Afrikalı gençler, popülist sarı yelekliler, hoşnutsuz köylüler, cinsel azınlıkların destekçileri veya tam tersine aile ve geleneğe dair değerlerin destekçileri, milliyetçiler, anti-faşistler, anarşistler, öğrenciler, emekliler, bisikletçiler, hayvan koruyucular, sendikacılar, ekolojistler veya emekliler olmaları fark etmez. Çokturlar: Binlerce, on ve yüzbinlerce, bazen milyonlarca Fransız, şehirlerinin sokaklarını doldurur, trafiği, tren istasyonlarını ve havaalanlarını bloke eder, seçilmiş kurumların ve okulların özerkliğini ilan eder, benzin yakar, arabaları devirir, çılgınca bağırır, pankartlar sallar ve polise saldırırlar… Ve sonra… Sakinleşirler, akılları başlarına gelir, haplarını alırlar ve işe geri dönerler, küçük lokantalarda öğle yemeğinde fiyatları, hayatı, komşuları ve siyaseti tartışırlar, burada yine bağırırlar ama çok daha sessizce ve evlerine giderler.
1968’den sonra, milyonlarca kişinin katıldığı en büyük kitlesel protestoların bile hiçbir etkisi olmadı. Sonuç her zaman ve her şartta sıfırdır. Böylelikle Fransa’yı daha iyi tanırsanız, göçmenler değil, sadece bir psikopatlar ülkesi olduğunu anlarsınız. Fransız makamları, sıradan Fransız vatandaşlarını umursamadıkları gibi göçmenleri de umursamıyor ve bu tamamen kayıtsızlıktan… Göçmenlerin kendileri de psikopat oluyor. Bu, sosyal bütünleşmenin yeni biçimidir: Psikopatlardan oluşan bir medeniyete ulaşırsınız, neticede bir psikopat olursunuz.