TRUMP’IN ÇARMIHA GERİLİŞİ
Yazı, Trump’ın seçilme dinamiklerinin anlaşılmasına dair kaleme alınmış olsa da ülkemizde de liderlerin seçilme ve seçimi kaybetme saiklerine de ışık tutuyor.
Lee Spiegel, Compact Mag
Zamanımızın ayırt edici özelliklerinden biri, anlamaya çalıştığınız şeyle suç ortaklığı yapmakla itham edilmeden, ahlaki açıdan hatalı olan herhangi birini anlamaya çalışamamanızdır. Bu dinamikte, anlama eyleminin kendisi ahlaki bir sapma haline gelme tehdidiyle karşı karşıyadır —tanrı anlamayı affetmenin takip etmesini yasaklamıştır. (1)— bu da anlama ne kadar derin olursa, bir tabu statüsüne de o kadar yaklaşacağı anlamına gelir. Belki de bu yüzden akıl ve hayal gücünün emeğinin yerini acımasız ahlaki kınama spazmları alıyor. Donald Trump’a sadık kalan insanların uyandırdığı bariz öfkeye bir bakın.
Bu sahiden de büyük bir şaşkınlık: Trump’ın ahlaksızlıkları ortaya çıktıkça, takipçileri onun etrafında daha fazla toplanıyor. Ancak bana göre bunun basit ve kabul edilemez bir açıklaması var. Trump’ın İsa Mesih’e benzediğine inanıyorlar. Amansız dar görüşlü olan ve affetmekten aciz görünen Trump’tan bahsetmiyorum. Trump’ın sosyal ve ruhani olarak tamamen tecrit edilmiş olmasından, saygın toplum tarafından amansızca peşine düşülmesinden ve toplumun dışındakiler arasında bir takipçi bulma arayışından bahsediyorum.
Sembolik gücüne hayran olmama rağmen ben de Trump’tan nefret ediyorum. Medeniyetin amacı, çok eski zamanlardan beri, insan egosunu, insanları mümkün olduğunca az zorlama ve sürtüşmeyle, birbirlerine ya da kendilerine zarar vermeden birlikte yaşayabilecekleri şekilde düzenleyecek aşkın bir ilkeye yönlendirmek olmuştur. Bu kıymetli standarda göre, parolasını kaybetmiş bir kasa gibi egosunun içine hapsolmuş Trump pisliktir. Onunla muhatap olan tanıdıklarım, başka bir insanın varlığından haberdar olmamak gibi esrarengiz bir kapasitesi olduğunu iddia ediyor. Eğer Karamazov Kardeşler’de Peder Zossima’nın dediği gibi, acı çekmenin sevememek olduğu doğruysa, o halde Trump’ın tuhaf bir şekilde incinebilir olan dışa dönük çenesinin ve yarı somurtkan, yarı dudak büken çarpık gülümsemesinin ardında, farkında olmadığı bu ölümcül ıstırap konusunda kendine acıyor olmalı.
Ve yine de insanlar onu seviyor. Ya da ona gözlerini deviriyorlar ve kendileri adına konuşuyor gibi görünmesine bayılıyorlar. Ya da onu küçümsüyorlar ama onsuz devam etmeye henüz hazır değiller. Sevmeyi bilen iyi insanlar Trump’a sadık. Onların bağlılığını hak etmediği ya da kendilerinin onun yalanlarını ve hilekarlığını neden hak ettikleri konusunda güzel ya da ustaca ağıtlar yakmak bizi hiçbir yere götürmez. İnsanların Trump’ın sadece göstermekle kalmayıp sergilediği karakter kusurlarını görmezden gelebilmeleri için, Trump’ın onlara öfkelerinin değil, özlemlerinin derinliklerinden dokunması gerekir.
Luka İncili’nde İsa, Simun adında bir Ferisi’nin akşam yemeği davetini kabul eder. O zamana kadar İsa efsanevi bir hocadır, meşhur biri olduğu söylenebilir ve onu akşam yemeğine davet etmek sosyal bir başarıdır. Her ne sebeple olursa olsun, belki de İsa’nın şöhretini önemsediği ama öğretilerini küçümsediği için, Simun onur konuğuna standart bir misafirperverlikle davranmaz. Kimse İsa’yı bir öpücükle karşılamaz, ayaklarını yıkamaz ya da başını kutsal yağ ile meshetmez.
O günlerde kapıyı açık bırakmak ve yabancıların içeri girip dikkat çekmeden oturarak sohbeti dinlemelerine izin vermek âdettendi. Birdenbire, “günahkâr” ya da fahişe olduğu bilinen bir kadın içeri girer. İsa’ya doğru koşar ve ayaklarına parfüm dökerek ağlar, hem gözyaşlarını hem de ayaklarındaki parfümü saçlarıyla kurular. Simun kendi kendine, eğer bu adam İsa peygamber olsaydı, onun bir fahişe olduğunu bilir ve yanına yaklaşmasına izin vermezdi diye düşünür. Simun’un ne düşündüğünü sezinleyen İsa ona bir teşbihte bulunur; günah ne kadar büyükse, günahkârın alçakgönüllülüğü de o kadar büyüktür ve günahkârın lütuf ve bağışlanmaya olan ihtiyacı da o kadar yoğundur. Sonra İsa ona şöyle der: “Sen benim başımı yağla meshetmedin, ama o ayaklarımı merhemle meshetti. Bu yüzden sana söylüyorum, onun çok olan günahları bağışlandı, çünkü çok sevdi. Ama az bağışlanan az sever.” Başka bir deyişle, yolsuzluk ne kadar büyükse, bağışlanma da o kadar büyük olur. Alçakgönüllülüğün ve sevgi ruhunun gerekli varlığını bir kenara bırakın. Trump konusunda en önemli olan şey, onun yolsuzluğunun görüntüsü ve bunun ortaya çıkardığı bağışlama sorusudur.
6 Ocak ve onun ağır saygısızlıklarının yanı sıra gizli kalmış Amerikan hayatlarının da açığa çıkması var: Trafik ve park cezası yığınları, kabahat mahkumiyetleri, haciz ihbarnameleri, tahliye ihbarnameleri, mahkemeye çıkmalar, vergi hacizleri, tahsilatçılar, berbat işler, yıkılmış evlilikler, feci boşanmalar, nafaka ödemeleri, sakat çocuklar, kötü beslenme ve sağlıksız alışkanlıklar, liberal politikacıların gülerek geçiştirdiği ve Barack Obama’nın insanların silahlarına, dinlerine ya da “antipatilerine” —işte size on dolarlık bir kelime— “kendileri gibi olmayanlara” sarıldıklarını söylediği işçi sınıfı ve alt-orta sınıfın tüm sıkıntıları…
Tüm bu insanların Trump’ta bulduğu şey, tökezleyen ve kendileri gibi tökezlemeye devam eden biri olmasıydı. Zengin olması, tökezlemeye devam etmesini daha da tatmin edici hale getiriyordu, zira bu durum onları sonsuza kadar rahatsız eden parayı, sosyal açıdan önemli ama ahlaki açıdan önemsiz bir faktör olarak hak ettiği yere koyuyordu. Büyük zenginlikler bile sizi saygın toplumun anlayışsız ve affetmeyen güçlerine karşı koruyamazdı. Ve Trump’ın servetini artırmak için yalan söylemekten ve hile yapmaktan çekinmemesi, ahlaka karşı işlenmiş bir suç değil, toplumun resmi dindarlığının temelini oluşturan paradan intikam almaktı. Trump paraya, paranın tüm yaşamları boyunca mücadele eden takipçilerine yaptığı gibi davrandı: Onu hor gördü.
Saygın toplum, Trump’ın peşine de onların peşine düştüğü aynı kutsal gayretle düştü. İştah ve arzuyla alakalı hatalar yaptı; onlar da aynı hataları yaptılar. Hataları ayrıcalığından kaynaklanıyor gibi görünüyordu; görüyorsunuz, ayrıcalık sizi bu hale getiriyor. Günahları basitti; para ve seksle ilgiliydi ve günahlarını omuz silkerek bir kenara ittiğinden, böylece kendini affettirdiğinden, sadece içgüdüsel olarak adanmışlarının kendi günahlarını anladığı ve tıpkı kendini affettiği gibi onları da günahları için affettiği sonucuna vardı.
Esasında, eğer müesses nizam Trump’ın peşini bırakırsa, takipçilerinin gözünde tamamen itibarsızlaşacaktır. Bu, onun erdemli görünüm ve gizli kirli gerçekler dünyasına geri döndüğü anlamına gelirdi; bu, süvarilerin çarmıha varıp İsa’yı son anda kurtarması gibi bir şey olurdu. Trump’ın sürekli çarmıha gerilmesi, tıpkı ardı arkası kesilmeyen günahları gibi, onun aşkın değerinin ispatıdır. Annas’tan Kayafa’ya ve Pilatus’a kadar savcılar birbiri ardına Trump’ın peşine düşmeye devam ediyor. “Tanrı cennetinde-/Her şey yolunda!” Böylesine acımasız bir intikam arayışı karşısında, Trump’ın takipçilerinin Trump’ı affetme eyleminin kendisi Mesihvari bir nitelik taşıyor.
Bu, insanların bilinçdışı öngörülerinin son sözü söylemesi gerektiği anlamına gelmiyor; Trump’ın Amerika’yı bir dört yıl daha kandırmasına izin verilmesi gerektiği anlamına da gelmiyor. Bu aynı zamanda, tarihsel açıdan konuşursak, ikiyüzlülük ve kutsiyetin utanmaz nihilizme tercih edilemeyeceği —Clemenceau’nun Hitler’den daha iyi olduğu— ya da maddi baskı altındaki yabancıların kendilerine acıma ve haklı çıkma arayışlarında zalim ve insanlık dışı olamayacakları anlamına da gelmiyor.
Bu sadece, insanların kendilerine kendilerini hatırlatan figürleri, bu figürler ne söylerse söylesin ve ne yaparsa yapsın affetmelerinin ve bu figürlerin kendileri kadar kötü muamele gördüklerini gördüklerinde sadakatlerinin daha da şiddetlenmesinin dünyadaki en doğal şey olduğunu öne sürmektir. Bu dinamiği anlamak, bazılarına bunun etkilerini ve yansımalarını affetmeye yaklaşmak gibi görünebilir. Honi soit qui mal y pense. (2)
Bu, herhangi bir anlayış yerine ahlaki öfke nöbetleri geçirmekten kesinlikle daha iyidir.
(1) Yazar burada “tout comprendre c’est tout pardonner,” şeklindeki, “herkesi anlamak istiyorsan herkesi affetmeyi bilmelisin,” anlamına gelen özdeyişe atıf yapıyor. (ç.n.)
(2) “Kötü düşünen utansın,” anlamında gelen, Orta Çağ İngiltere’sinde konuşulan Fransız (norman) dilindeki deyim. (ç.n.)
Kaynak: https://emrekose.substack.com/p/trumpn-carmha-gerilisi