NAKŞİBENDÎLİK, ÇİN VE KUNG FU
Selim GÜRSELGİL
Kadim Çin bilgeliği, tabiatı müşahade ve tabiatı taklide dayanır. Tabiattan kasıt, bitkiler, hayvanlar, yeryüzü şekilleri ve yıldızlardır. Bilge, bütün bunlarda herkesin göremeyeceği ince nükteleri görür ve tüm insan ve toplum için doğru davranış yolunu buradan çıkarır. Çin bilgeliği tarihin en eski materyalist felsefelerindendir. Onda gaye, varolan her şeyi, mevcut zıtlıkları aşarak boşluğa, yani hiçliğe varmadır. İşte bunu başarana bilge derler.
Bu anlamıyla İslâm tasavvufunun Çin’e nüfûzu şaşırtıcı değildir. İslâm tasavvufu her ne kadar materyalist bir felsefe değilse de onu ihtiva eder, kuşatır ve farkedilmeden aşar. Varolanı geride bırakmak, zıtları birleştirmek, tabiatı nefste hülâsalandırmak, onun da düstûrları arasında yer alır. Lâkin o bununla hiçi ve boşluğu değil, hakikî varlığı, biricik sevgiliyi hedefler.
Çin kültürünün temas ettiği sahalarda, İslâm tasavvuf cereyanlarından en çok Nakşibendîlik tesir yolu bulmuştur. Zira Nakşibendîlik, nefsi arındırmayı ve Bir’e varmayı murad eden bütün yolları toplayıcıdır. Bundan dolayı da batınî eriş disiplinlerinin en büyüğüdür.
Vaktiyle tüm Türkistan havalisine Nakşîlik hükmederdi. Hatta Nakşîler kendi aralarında Aktağlık ve Karatağlık diye ikiye ayrılır, Doğu Turkistan’ı bu iki hizipten biri yönetirdi. Bu hizipler, Müslüman olan ilk Türk büyüğü kabul edilen Hakanlı padişahı Abdülkerim Satuk Buğra Han soyundan gelir ve Şah-ı Nakşıbendî Hazretleri’ne müntesip bulunurlardı. Doğu Türkistanda Nakşibendîlerden başkasının siyasî iktidara kavuşmasına izin verilmezdi. 19. Yy.’da Çin yayılmacılığı karşısında zor durumda kaldıklarında Osmanlı Devleti’ne bağlanan ve ülkelerini Osmanlı toprağı ilân eden Doğu Türkistanlılar işte bunlardı. Yarkand Hanları!
Doğu Türkistan Nakşîbendiliği, çok daha erken tarihlerden itibaren Çin’e de girme yolları buldu. Çin’de İslâm’ın hikâyesi Türkiye’de çok çalışılmamış bir konudur. Fakat Çin’ de müslümanlar Abbasîlerden bu yana hep varolmuş, zaman zaman Çin tarihine etkide bulunmuşlardır. Nakşibendî ermişlerinin Çin bilgeliği ile kaynaşması ise hâlen çok az bilinen bir konudur. Şimdi şimdi öğrenmiyoruz ki, Çin’in Kung-fu kültürü Nakşibendîler tarafından geliştirilmiştir; ona bir maneviyat katan Nakşibendîler olmuştur.
Fakat zamanımızda Naksşî olduğunu iddia edenlere bile bunun ne demek olduğunu anlatamazsınız. “Başkalarının alışkın oldukları kalıplardan kendi maânâmızı fışkırtmak marifeti, düşünülsün ki ne büyük iş” der Kumandan. Bugün hiçbir Nakşî bu dilden anlamıyor, onun için de İbda diyalektiğini yabancı bir felsefe gibi görüyor. Oysa bu “Atıfta Nakşî Sırrı”, kavgada Nakşî sırrıdır. İbda diyalektiğini anlamayınca Nakşibendîliğin Vehhabilikten (materyalizmden) bir farkı kalmayacağını da görmüyorlar.
Not: Bu gibiler orada olsaydı, kung-fu haramdır, bidattir derlerdi.