HZ. ALİ VE HZ. MUAVİYE İHTİLAFI

Selim GÜRSELGİL

Son günlerde twitter’a ne zaman göz atsam bir Ali-Muaviye muhabbetiyle karşılaşıyorum. Ne oluyor gerçekten anlamış değilim. Şiiler bu mevzuyu 1400 sene konuştular, bir yere varamadılar. Yani İslâm tefekkürünün derinliğine ve genişliğine hiçbir ciddi verimini ortaya koyamadılar. Bu mevzu onları verimsizleştirdi. Şimdi de herhalde sünnîlere bu verimsizliği aşılamaya çalışıyorlar.

Hayır, buradan ne çıkarmayı umuyorsunuz, onu da bilmiyorum. Yeni bir hüküm mü getireceksiniz? Bugüne kadar bilinmeyen bir gerçeği mi ortaya koyacaksınız? Yoksa -asıl kuşku duyduğum da bu- gizli Vehhabiler, bu mevzuyu dillerine dolayıp Ehl-i Sünnet itikadını bozma savaşı veriyor da herkes onların peşinden mi gidiyor?

Halbuki bu mevzuda Ehl-i Sünnet itikadı bellidir, halk diline düşmüş, darb-ı mesel olmuş şekliyle, herkesçe de bilinir (Türk halk şiiriyetinden mi çıkmış, yoksa eski Arap şairaneliğinden mi bilmiyorum):

-Ali haklı ama Muaviye’nin pilavı tatlı!

Bu kadar. Bu söz zorlanarak kötü anlama çekilmediği sürece kötülüğü değil, hakikati belirtir. Ali haklı, bundan kuşkusu olan var mı? Meşrû halifedir, faziletçe herkesten üstündür ve ona karşı isyan edilmiştir. Hz. Ali sırf kendi halifeliği konusunda değil, her konuda haklıdır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a biyat ederken de haklıdır; çocuklarının adını Ebu Bekir, Ömer, Osman koyarken de haklıdır, yani şiilerin masallarına karşı da haklıdır.

“Ama Muaviye’nin pilavı tatlı”: Muaviye, insanları etkilemekte, çevresine toplamakta, kendisi için savaştırmakta, onlara ikbal vaadetmekte son derece başarılı olmuştur. Hakem olayını hatırlayın; hile ile Hz. Ali’yi halifelikten düşürmüştür. Eğer bir sahabe ve vahiy kâtibi olmasaydı, Ehl-i Sünnet onu kınayacaktı. Halbuki bunu yapamadı, çünkü bir çok sahabenin de reyi olan bir içtihatla hareket ediyordu.

Sonra Hz. Hasan hilâfet hakkından feragat ederek ona biyat etti. Bu mevzuda konuşuluyor ama bazı gerçeklerin üstü örtülüyor.

Şartları vardı. Biyat, Muaviye’nin ölümüne kadar olacak, o öldükten sonra Hz. Hasan sağ ise hilâfet ona, o sağ değilse Hz. Hüseyin’e tevdi edilecekti. Sonradan bu şartlar da Yezid’in veliaht tayin edilmesiyle bozuldu.

Ehl-i Sünnet, Yezid’e babası kadar toleranslı olmadı. “Onun yaptığını Frenk kâfiri bile yapmazdı.” Hakkında Ehl-i Sünnet büyüklerinin hükmü budur. Zira Hz. Hüseyin, Kerbelâ’ya doğru yürürken, anlaşmaya göre meşrû halife olarak yürüyordu. Yanında çoluk çocuğu vardı ve savaşmaya gitmiyordu. Ona yapılan vahşeti Ehl-i Sünnet reddetmiştir. Harre tecavüzlerini ve Mekke’ye saldırıyı reddetmiştir. Ehl-i Sünnet, Muaviye’nin hilâfetini tanımış (Hz. Hasan’ın biyatine istinaden), ama ondan sonraki Emevilerin Ehl-i Beyt’e yaptığı zulümleri, okudukları bedduaları kabul etmemiştir. İmam-ı Azam’ın tavrı ve neler söylediği herkesçe biliniyor.

Ama Vehhabiler bu konuyu ısıtıp ısıtıp gündeme taşıyor ve Ehl-i Sünnet’in Hz. Ali’ye sövmesini, Emevileri ululamasını istiyor. Çünkü Vehhabilerin büyükleri öyle yaptılar. Hz.Ali’nin imânından bile şüpheye düşürmeye çalıştılar. Şimdi de bunu Ehl-i Sünnet’e aşılamaya çalışıyorlar sanırım. Hâlbuki Ehl-i Sünnet çok nettir:

“Hz. Ali muhakkak haklıydı, ama Muaviye de büsbütün haksız değildi.”

“Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de muhakkak haklıydı, ama Yezid tamamen haksız ve zalimdi.”

Bu kadar. Bu mevzu uzamaz. Sağa sola gitmez.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et