“ŞECAAT ARZ EDERKEN MERD-İ KIPTİ SİRKATİN SÖYLER”
Türkçesi; Çingenenin merdi, kendini överken hırsızlığını söyler, hırsızlığıyla övünürmüş. Bu konuya tekrar dönmek üzere devam edelim,
Geçtiğimiz günlerde, Ak Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Habertürk ekranlarında yayınlanan “Söz Sende” programında, yolsuzluk operasyonu kapsamında açıklamalarda bulunurken, Müslüman Anadolu insanının neleri ıskaladığını, olaya hangi felsefî boyuttan bakılması gerektiğini, İslâmî ve insanî açıdan nasıl değerlendirilmesi lâzım geldiğini, İslâm hukukçularının ve Diyanet İşleri’nin üzerine çok ciddi mânâda görevler düştüğünü, ama herkesin sustuğunu buyurdu.
İsterseniz, akla zarar ve Müslüman Anadolu insanını “ahmak” yerine koyan bu açıklamalara bir bakalım:
-“17 Aralık darbe girişimiyle ortaya saçılan dinleme kayıtları, bireylerin özgürlük alanı –bakın burada çok önemli bir ayrıntı var ıskaladığımız- Allah insana günah işleme özgürlüğü vermiştir ve insana günahsızlık talep etme hakkı vermemiştir ve af dileme hakkı vermiştir; af dileme hakkıyla beraber günah işleme özgürlüğü vermiştir. Ve de o günahın üzerinden insana bakmamıştır. Yargılama hakkı kendine aittir, affedip etmeme kendine aittir. Hz. Peygamber örtücü olan bir rahmet geleneğinin mimarıdır.
17 Aralık darbe girişiminin felsefî boyutu hiç konuşulmadı. Bu noktada diyanet işlerine çok ciddi anlamda görev düşüyor. Yani insanların günahları üzerinden siyasî çıkmaza düşürmek, ya da insanların günah işleme özgürlüğünü elinden alacak şekilde, bireylerin hayatlarına müdahale etmek anlayışı, düşünme biçimi, muhaberat devletinden öte bir anlayıştır. Günahı özendirmek değil de… Siz insanların eksiklikleri üzerinden, bunu bir siyasî darbe girişimi aracı olarak kullanmaya kalktığınızda , aslında Allah’ın hududuna müdahale ediyorsunuz. Bu bireyin günah işleme özgürlüğüne “Hayır; sen günah işleyemezsin” baskısıdır. Böyle bir rol kimsede yok. Bu Allah ile kul arasındaki bir ilişkiyi, ya da iki insanın arasındaki birebir olan telefon görüşmelerini dinleyerek, bunu bir darbe girişiminin aracı haline getirmek İslâm hukukunun hiçbir yerinde yoktur. İslâmî ve insanî noktada asla özgürlük anlayışıyla, hukuk anlayışıyla hiçbir karşılığı olmayan ve de hiç konuşmadığımız tarafıdır bu. Ben siyasetçiyim, bu konuyu konuşması gerekenler felsefecilerdir; İslâm hukukçularıdır. Ama maalesef bu ülkede herkes susuyor.”
Evet; bu ülkede haysiyet ve şerefini ayaklar altına alan, ahlâk, adalet, hukuk, din, iman kaygısı taşımayan, şahsî menfaatlerini Allah’ın dinine alet etmeyi-yamamayı- hayat tarzı haline getiren herkes susuyor.
Bu susuş, “Geçti rahmetim, gazabımı” buyuran Allah’ın kelâmını, kendi zatına indirgeyecek kadar edep sınırını aşan, buna rağmen hâlâ dinden diyanetten bahsedenlere, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gasp edip, “hazineden mi verdik” diyenlere, evladının kursağından bir lokma yemek geçsin diye etini satmak zorunda kalan kadından vergi alanlara karşı bir suskunluktur, susuştur…Ve bu susuş hayra alamet değildir. Mutlak adil olan Allah, aynı zaman da, Muntakîm –intikam alıcı- ve Kahhar –kahredici-dir.
Evet Allah (c.c) insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. Buna mukabil, uygulanması gereken hadleri de bildirmiştir. Umuma şamil ve yine umuma açık işlenen günahlarda, hadler uygulandıktan ve adalet tesis edildikten sonra; hakeza, şahsî günahlarda da, affedip affetmemek Allah’ın takdiridir. Tıpkı “Hadlerin” de Allah’ın takdiri olduğu gibi.
Şartlar yerli yerindeyken ve ihtiyacın olmaksızın hırsızlık yapıyorsan, en önemlisi de, sen bir devlet görevlisiysen ve “kimse karışamaz ben çalarım kardeşim diyorsan”, elinin kesilmesine de rıza göstermişsin demektir. Burada işlenen günah, Allah ile kul arasında olmaktan çıkmıştır. Çünkü sen, kamuyu ilgilendiren bir suç işlemişsindir. Bu suçu değil örtmek, aşikâr etmemek, bilen herkesin boynunda bir vebaldir.
Hz. Ömer, şahsî işleriyle meşgul oldukları zamanlarda, devletin mumunu söndürüp, kendi mumunu yakandır. Yine O Hz. Ömer ki;
“Haktan, adaletten, doğruluktan saparsam bana ne yaparsınız?” diye sorduğunda,
“Seni kılıcımızla düzeltiriz ya Ömer!!!” cevabı üzerine, şükredendir.
Yazımıza başlık olarak verdiğimiz, “ŞECAAT ARZ EDERKEN MERD-İ KIPTİ SİRKATİN SÖYLER” sözü, eminim hiç bu kadar oturmamıştır kafalarda. Dikkat edin, hiçbir yere bağlanmıyoruz, hâlâ Metin Külünk’teyiz:
Ortada, suç var, günah var, eksiklikler var –ahlaktan, vicdandan, dinden, imandan yana-;
Bu suçu işleyenler, devlet yönetme gibi ağır bir vebalin altında, yaptıklarının hesabını hem bu dünyada hem da Ahirette vereceklerinin bilinciyle, kılı kırk yararak ve geceleri başlarını yastığa koyarken nefslerini hesaba çekmeleri gerekirken; aslında ne yapmak lazım gelirmiş???
BUNLARI ÖRTMEK!!!
Neden?
Allah ile kul arasında… Bir de efendim özgürlük meselesi… İşin felsefî boyutunu bu sefer atlamayalım, rica edeceem…
Metin Ağa sıktı; bağlantıyı kopardık. Şimdi Başbakanımıza bağlanıyoruz. Bakalım kendileri ne arzetmişler:
-“Şimdi SMS’ler atıyorlar. ‘Ak Parti’nin dışında kime oy verirseniz verin’ diyorlar. İki sene öncesine kadar Ak Parti’ye oy vermek doğruydu da, şimdi ne oldu da ‘Ak Parti değil, oralara’ diyorsun. Burada bir numara vaaaar! RANT, RANT, RANT. MAMA KAYBOLUNCA HERŞEY BOZULDU!!!”
Allah’ım şaka gibi…
Sayın Başbakanım, eğer suç kapsamına girmezse, yani olur ya her şey artık bu kapsamda…Yani…yanlış mı anladım diye şey etmek için…bi sorsam diyorum…izin verirseniz tabi…
-“Cemaate siz rant sağlıyordunuz da…cemaat sizden besleniyordu da…ne istemişlerdi de vermemiştiniz ya…
Demem o ki, mamayı kestiniz diye mi, şey oldu…yani her şey bozuldu??? Ama dış güçler falan…onlar… ne oldu??? Tabi o da var da…
Bir sonraki yazımızda…