“BİZİM” ŞİİR ANTOLOJİMİZ
1- ŞİİR OKUMAK
Üstad Necip Fazıl, belirli bir kalite tesbit ettiği yerli ve yabancı şiir ustalarını okumakla kalmaz, şiir heveslisi gençlere de tavsiye ederdi. Nereden mi biliyoruz? 20 Aralık 1967 tarihli Büyük Doğu mecmuasının “Sizinle Baş başa” köşesinde, Trabzon’dan yazan Yaşar Nuri Öztürk imzalı (isme dikkat!) okuyucusuna şu cevabı vermiştir:
“Şiirde başarılı olmak için çok okumak, hususiyle Divan Edebiyatından günümüze kadar gelen bütün ekolleri inceden inceye tetkik ve tahlil etmek lazımdır. Bir Batılı diline vakıf bulunmak da gayesi kolaylaştırır. Fakat her şeyden evvel şiir bir Allah vergisi ve hususî istidat işidir. Her şeyden evvel şairin kendi kendisini kontrol edebilmesi ve eserini kolayca benimsemek gafletinden uzak bulunması şarttır. Bir tecrübeden 999 tanesini yırtıp ancak birini benimseyen sanatkâr titizlik şartının ilk basamağına adım atmış demektir.”
Üstadın bu satırlarında, edebiyat ve özellikle şiirle ilgilenen herkesin payına düşen işaret levhaları çizilmiştir. Ayrıca ona “kendisinden başka şairleri okunmaya layık görmediği” iftirasını atanların yalancılığına da bir kez daha şahit oluyoruz.
Ergun Göze isimli muharrir de, “Üç Büyük Mustarib” adını verdiği kitapçığında, Üstad’ın “bazen mucizeye benzer bir şekilde” başka şairlerden de şiirler okumaya başladığını belirtir. Burada şaşırtıcı olan, Ergun Göze’nin bu durumu “mucizeye” benzetmesidir. Diğer yazı türleri bir yana; Homeros’tan Valeri’ye, Yunus Emre’den Rimbaud’ya, Fuzulî’den Baudleaire’e, Şekspir’den Abdulhak Hamid’e, Baki’den Yahya Kemal’e, Şeyh Galip’ten Ahmed Haşim’e, Namık Kemal’den Mehmet Akif’e kadar bütün bir yerli ve yabancı şiir kültürüne hakim olan ve bunlar hakkında terkibî hükümler yürüten bir dehanın hafızasının hacimli bir şiir antolojisi kadar dolu olmasında şaşıracak ne var?
Büyük Doğu Mimarı, yukarıdaki satırlarda bir okuyucuya tavsiyede bulunmanın yanında kendi şiirinin köklerini de işaretlemektedir. O, şiirde başarılı olmak için “çok okumuş, hususiyle Divan edebiyatından günümüze kadar gelen bütün ekolleri inceden inceye tetkik ve tahlil etmiş”, ilk olarak İngilizce kanalıyla, daha sonra ise Fransızca yolunda “gayeyi kolaylaştırmıştır.” Bütün bunlardan öte “Allah vergisi bir istidada” sahiptir ve ustalık yıllarında, gençlik çağındaki bazı şiirlerini benimsemek gafletinden uzak bulunmuştur.
Üstad’ın hayatının “bütün girinti ve çıkıntılarına hikmet gözüyle” bakan İBDA Mimarı Salih MİRZABEYOĞLU da aynı şekilde benzer bir şiir serüvenini şahsında yaşattığını bizlere işaretlemektedir. Şiir ve Sanat Hikemiyatı’nın estetik merkezli teorik ve fikrî zemini bir tarafa, özellikle Büyük Muztaribler’de Kumandan’ın çeşitli şair ve şiirlerle ne kadar içli dışlı olduğunu görüyoruz.
Zaten İBDA Mimarı dört ciltlik bu eserinde şiirin tarihini düşüncenin tarihinden ayırmadığını apaçık işaretleyerek önemli bir mesaj vermektedir. Her şeyden evvel, daha ilk ciltte Batı’nın “mihrak şahsiyeti” olarak kuru kelimelerle felsefe üreten herhangi bir ideologu değil, Alman dilinin en büyük şairi Goethe’yi göstermiştir. Son cilde gelinceye kadar da birçok Batılı şairin, düşünce tarihinin bir parçası sıfatıyla bu esere malzeme olduğunu görüyoruz. Dördüncü ve son cilt ise bütünüyle şiiri merkeze almış ve adeta bir dünya imparatorluğunun ruh yapısını Divan edebiyatından imbik imbik süzüp fikirleştirmiştir. 10 Nisan 2014 tarihli Baran dergisinde yayınlanan röportajında bu hususa dair söylediklerinden ufak bir bölüm:
“Fikirden süzülme şiir” mevzuunu biliyorsunuz… Burda da bir bakıma, “şiirden fikir süzme” gibi, o tahassüsüsün bizde uyandırdığı hissi fikirleştirmek işi üzerindeyiz.” (Salih Mirzabeyoğlu, Baran Dergisi, Sayı: 378)
2- ŞİİR ve ANTOLOJİ
Kültürün edebîsi ve gayrı edebîsi yoktur. Kültür bir bütündür. İktisat ilmini tarihten, tarihi siyasetten, siyaseti edebiyattan, edebiyatı sosyolojiden, sosyolojiyi felsefeden büsbütün bağımsız düşünemeyiz. Eski devirlerde düşünce hayatımıza yön veren hemen herkesi bir şekilde şiir tartışmalarının içinde görüyoruz. Türk düşüncesinin seyri aslında Türk şiirinin seyriyle paraleldir. Bizde düşünce akımlarına filozoflar değil, şairler öncülük etmiştir. Esasta şair olmayanlar da, bir şekilde manzume karalayarak şiire kürsü vazifesi yüklemiştir.
Günümüz toplumunda ise şiir okumanın ve şairler üzerine konuşmanın büsbütün fuzulî bir meşguliyet telakki edildiğine şahit olmaktayız. Kimseden kitaplığının bir bölümünü “şiir köşesi” yapmasını bekleyemeyiz. Ama her kitaplıkta iyi hazırlanmış, ciddi ve hacimli bir şiir antolojisinin mutlaka bulunması gerektiği kanaatindeyiz.
Antoloji bir yanıyla edebiyatın en kolay, diğer yönüyle en belalı işlerinden birisidir. Kolaylığı, yepyeni bir eser üretmenin zahmeti yerine, daha evvelden okuyucuya sunulan hazır ürünlerin bir demetinden ibaret olmasıdır. Zorluğu ise istismara açık olmasından ve bazı çevreleri memnun ederken, diğer bir tarafı küstürmeye ve kızdırmaya elverişli yapısındandır. Adam kayırma, ademe mahkûm etme gibi ahlâk zaaflarının en fazla su yüzüne çıktığı tür antolojidir.
Antolojinin iki ana gayesi bizce şudur: a) Tanıtma b)Kıymet biçme…
Bunlardan ilki her antolojinin varlık şartıdır. Hazırlayanın gayesine göre farklı parçalardan bütün bir suret meydana getirebilme işidir. Meselâ, “Divan Edebiyatı Antolojisi”, “Halk Edebiyatı Antolojisi”, “Halk Edebiyatında İsyan Şiirleri Antolojisi”, “Aşk Şiirleri Antolojisi” gibi MEVZUUN GENEL ÇEHRESİNİ, en uygun parçaları derleyerek resmetme hüneridir. Okuyucu, antoloji hangi amaç ve gaye için hazırlandıysa, onu tektik ettikten sonra ele alınan tür veya dönemin genel karakterini ana hatlarıyla kavrayabilirse o çalışmanın “tanıtma” gayesi başarıya ulaşmış demektir. Bir antolojide seçilen örnekler kitabın gayesini de işaretleyen ismine mutabık olmalıdır. Divan antolojisi hazırlayan birisi, bu eserde Karacaoğlan’ın koşmalarına yer veremez.
“Kıymet biçme” gayesi ise daha ziyade tenkidi bir kabiliyetin ürünüdür ve derlemeciden çok münekkidin işidir. Tanıtma işinde “allâmelik” ön plândayken, kıymet biçme işinde “olan ile olması gereken” arasındaki uygunluğu tayin eden tenkidi şuur başroldedir.
3- “BİZİM” ANTOLOJİMİZ
Her kitaplığın iyi bir şiir antolojisine ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Birkaç “idare eder” misale rağmen iyi ve ciddi bir şiir antolojisinin yokluğunu hissediyoruz. Özellikle Büyük Doğu-İBDA düşüncesinin ırmağından beslenmeye gayret eden, bu iddiayı taşıyanların ortak şiir zevklerini yakalama gayesiyle hazırlanacak bir antoloji en azından uzun vadede aklımızda bulunsun. Bir köşeye not etmiş bulunalım.
Yahya Kemal’e “üstat biz Viyana’ya kadar nasıl gittik” diye soruyorlar. “Nasıl olacak? Mesnevi okuyarak ve pilav kaşıklayarak” cevabını veriyor. Bu basit nükteye muhtemelen gülüp geçmişler ve üstünde düşünmemişlerdir. Ancak bir hakikat yanı vardır. Bizce, fetih cemiyetinin ortak bir zevk ve hayat karşısında ortak bir duruş sergilediğini ve gücünü bu müştereklikten aldığını ifade ediyordu. Oysa günümüz Türk cemiyetinde toplumun her kesiminden her aydının muhakkak okuduğu kaç eser sayabilirsiniz? Ne dilde, ne zevkte, ne “pilav kaşıklama” vurgusuyla kastedilen hayat tarzında bir müştereklik ve adı cemiyet öyle mi? İşte, Büyük Doğu-İBDA’nın “ortak dil-ortak hafıza” inşa etmek için ciltler boyu eserle çabalama serüveni aslında kopan tespihin tanelerini CEM etme, bir yönüyle yığınları yeniden cemiyet yapabilme gayretidir. Fetih çağı ortak dil, ortak zevk ve hayat tarzının bir milleti kenetlemesiyle mümkün olacaktır.
Ortak zevki yakalama gayesine karınca kararı hizmet edecek İbdacı bir şiir antolojisi… Nasıl olabilir? En başta eserler boyu Üstad ve Kumandan’ın tek mısraına bile vurgu yaptığı şiirler seçilebilir. Yahut onların haklarında hüküm verdiği şairlerden o hükümler doğrultusunda Türkçe ve çeviri şiirler… Bir başka alternatif ise İbdacıların zevkine sesleneceği tahmin edilen “zanna” dayalı bir taramayla eski ve yenilerden hacimli bir derleme… İhtiyaç kendisini empoze ettikçe nasıl olması gerektiği de billurlaşacaktır. Bu hususta farklı bakış açısı ve tavsiyelere ihtiyaç var.
Tartışmaya değer!