“KENDİ ELLERİNİZLE KENDİNİZİ TEHLİKEYE ATMAYIN!” İHTARI ÜZERİNE

“KENDİ ELLERİNİZLE KENDİNİZİ TEHLİKEYE ATMAYIN!” İHTARI ÜZERİNE

“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” âyetini asıl ve astarından ayırarak kendi zevk ve hevâsı uğruna istismar edip cepheden firar eden “Edbâr” tâifesi, gerek fenomenolojik bahaneyle kabul ettikleri o âyet ve gerekse “Mutlak Fikir” ve “Mutlak Ölçü”nün gerekli kıldığı aksiyon şuuruna bürünmeyi emreden ilâhi emirler, büründükleri o keyfiyetle yakalarını ideolojik ve fizyolojik olarak ne kadar büyük bir tehlikeye kaptırdıklarını açık beyan ortaya koymaktadır. Diğer yandan Müslümanların içinde bulunduğu bu dramatik hayat, istismarcı Emperyal güçlere ve işbirlikçilerine karşı harekete geçmemenin yine ne kadar büyük bir tehlikeye yol açtığı hakikatini perdelemektedir.

“İntihara meyilli olmak, yasalara saygılı pısırık katillere mahsustur; öldürmekten korktuklarından, kendilerini yok etmeyi düşlerler, cezalandırılmayacaklarından emin olarak…”

Edbar Tâifesi; “Edbâr”… Kökü “Edbere”-“İdbâr”; geçti, gitti, kaçtı. “Edbere’l Merîd’û”; Hasta öldü. “Edbere’n Nehâr’û”; Gündüz geçti… Kur’ân’ı Kerîm’de Allah; “fe lâtuvellûhumuledbâr” meâlen; “Onlar’a arkanızı dönüp korkup kaçmayın” buyurarak cephede kâfirler karşısında kaçmamak üzere Mûmin toplulukları ikâz etmektedir.“Ey inananlar! İnkâr edenlerle toplu halde karşılaşırsanız, onlara arkalarınızı dönüp kaçmayın. Kim o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek, ya da başka bir birliğe katılmak dışında arkasını döner kaçarsa, o, Allah’tan bir gazaba uğrar, onun yeri cehennemdir. O ne kötü varılacak yerdir!”[1]

İslâm’a muhatap olduğunun vehmine kapılan sözde İslâm camiâsı ve hokkabaz tekkeler, ayetleri fenomenolojik sûretle ele alarak Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!, “İslâm hoşgörü dinidir!” ve “İslâm’da zorlama yoktur!” sloganlarıyla savaştan geri kalmayı meşrû kılmış(!) ve bunu İlâhiyat Fakültelerinde, “Din hizmetlerinde rehberlik ve iletişim” dalı içerisinde sembolik hâle getirmiş ve savaşmayı da “Aşırılık”, “Gericilik”, “Yobazlık”, “Radikallik” ve “İrtica” gibi propagandalarla “canavar”laştırmıştır. Bu nisbetle yaratılış gayemiz, “Mutlak Fikir” karşısında fiziksel aksiyona kayıtsız kalarak bunun sanki dinde arızî bir faktörmüş gibi bir perspektifle askıya almış ve muhatab olmamak üzere ahidleşmiştir. Biz bu unsurlara Kur’ân’ın tarifiyle “edbâr” tâifesi diyoruz.

“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın[2]”!.. Müslümanlardan bir kişi Rumların (Bizanslıların) safına hamle yaptı ve onların arasına kadar girdi. Herkes yüksek sesle bağırıp, “Subhanallah! Bu adam kendi elleriyle kendisini tehlikeye atıyor” dedi. Ebu Eyyûb el Ensarî kalkıp şöyle dedi: “Ey insanlar! Sizler bu âyeti böyle mi anlıyorsunuz? Hâlbuki bu âyet biz Ensar hakkında nazil olmuştur. Allah İslâm’ı kuvvetlendirip İslâm’ın yardımcıları çoğalınca birbirimize gizlice Rasulullah’ın aramızda olmadığı bir sırada şöyle dedik: “Mallarımız sahipsiz kaldı, Allah da İslâm’ı güçlendirmiş bulunuyor. İslam’ın yardımcıları çoğalmış bulunuyor. Mallarımızın başında dursak ve onlardan kaybolanları ıslah edip işimizi yoluna koysak nasıl olur?” Bunun üzerine Allah, Peygamberine bizim aramızda söylediğimizi reddetmek üzere: “Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” buyruğunu indirdi. Buna göre tehlike, mallarımızın başında durmak, onları yoluna koymaya çalışmak ve gazayı terk etmemiz diye açıklanmış oldu.” Ebu Eyyûb, Rum topraklarında defnedilinceye kadar Allah yolunda ileri atılmaya devam edip durdu…

 

Bu durumda asıl tehlike aksiyon şuuruna bürünmeyen veya bu şuura vakıf olup da rahatlığı ve zevki sefâyı Rab edinip cepheden firar eden edbâriciliktedir. Emil Michel Cioran; “İntihara meyilli olmak, yasalara saygılı pısırık katillere mahsustur; öldürmekten korktuklarından, kendilerini yoketmeyi düşlerler, cezalandırılmayacaklarından emin olarak…” diyor…

 

Ölümden Daha Acı Şeyler de Vardır

Bugün kendini İslâm âleminin bir parçası sayanlar, Emperyalistlerin ve haçlı hareketlerinin dünyayı örümcek ağı gibi sardığı ve istismâr keyfiyetiyle İslâm âlemine ideolojik ve fizyolojik sûretle açtığı tehdit karşısında harekete geçmeyerek kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmaktadırlar.

Nitekim Emperyalistler, dayattığı düstûrla “Mutlak Fikir”e karşı ideolojik taârruza geçerek hassasiyetinden hiçbir eser bırakmamıştır. Bu durumdan vahim ne olabilir? Yaratılış gayemiz olan “Mutlak Ölçü” düsturu elimizden alınmış ve yerine küfür düsturu sıkıştırılmıştır, asıl tehlike burada değil de nerededir?

İstismar edilen “Mutlak Ölçü” karşısında doğru çözüm olduğu hipoteziyle mücadeleye kayıtsız kalanlar, Allah’ın Kur’ân’da: “Kim o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek, ya da başka bir birliğe katılmak dışında arkasını döner kaçarsa, o, Allah’tan bir gazaba uğrar, onun yeri cehennemdir. O ne kötü varılacak yerdir!” buyruğundaki uyarıya vakıf değiller mi? Allah’ın azabından daha büyük tehlike ne olabilir?

Mutlak tehlike başka bir ifâdeyle ideolojik tehlike bahsinin akabinde fizyolojik tehlike hususiyetini açalım… Bir asırdır İslâm âleminin içinde bulundığu ızdırap ve sefil hayat dramımız aşikârdır… Ekim ve tarım mahsüllerinde en iyisine ve en kalitelisine sahip olan Ortadoğu ve müslümanların yoğun olduğu ülkeler, bugün dış güçler tarafından ithal edilmeye zorlanmakta, yer altı kaynakları sömürülmekte ve sahip olduğu zengin ham maddeleri kullanmamaya zorlanmaktadır. Ahlâksızlık varabileceği en son noktaya varmış ve güvensizlik en son demini taşırmıştır. En önemlisi de “Mutlak Fikir” diyalektiğine vakıf olan ilim adamları içeri tıkılarak zulüm edilmektedirler.

Peki “Mutlak Ölçü” bunun neresindedir? “Mutlak Ölçü”nün düsturu yürür hâlde olsaydı bu yağmacılık, istismarcılık, ahlâksızlık, zulüm ve hukuksuzluklar cereyan eder miydi? Peki bu durumda asıl tehlike aksiyon faaliyeti içerisine girmek midir, yoksa bu yolsuzluğa susup pısırık kalmak mı?!.

Seyyid Kutup; “Cihaddan geri kalmak inançta bir boşluktur, fikirde bir zâfiyettir.  Kalbine iman yerleşen, bu fikir ile yoğrulan bir insan, önünde “Mutlak Bir”in yasaklarının çiğnendiğini, kutsal şeylerin ayaklar altına alındığını gördükten sonar sakin bir kalple oturup kalması, bunları değiştirme azminde olmayışı ve bunlara karşı çıkma azmini taşımayışı akıl almaz bir şeydir” diyor…

 

Yaşama Hakkı, Kaçmanın Değil

İleri Atılmanın Hibesidir…

Gerçekte hayatı garanti eden, düşmana karşı koymak, savaşmaktır ve yaşama hakkını hibe eden ileri atılmaktır. Hz. EbuBekir (r.a.);“Ölümü çok iste ki, sana hayat bahşetsin.”…

Herkes bir gün o ölümü tadacaktır, önem arz eden husus ise Mutlak olanın ölçülerine kayıtlı kalarak son nefesi verme davasıdır.

Diğer yandan, ideal hayatı sağlayacağı vehmi içerisinde Batı prangası, demokrasinin gölgesine sığınanlar, “bütün fikrin gerekliliği”  istidadında aksiyonculuğa aşırılık veya yobazlık yaftası vurmaktadırlar. İnsan hakları adı altında demokrasi diye dayattığınız rejim, bu yolsuzluk ve istismarcılığa çözüm bulabildi mi? Yoksa Müslümanların millî mücadelelerini kırıp “aksiyon şuuru”nu çekip çıkararak ve meydanı boş bularak tüm hukuksuzluğunu mu fışkırttı?!.

Yürüyen Büyük Doğu ve İBDA Mimarı Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, 29 Kasım’da Haliç Kongre Merkezi’nde verdiği konferansta demokrasinin adaletsizliğini belirtmek üzere şu ifâdeleri kullanmıştı; “Adam oradan tanklarla geliyor, siz demokrasiyi dayatıyorsunuz!” Bir kaziyeyle, kişinin sahibi olmadığı yırtıcı bir hayvana tasma takma çabasında oluş keyfiyeti…

“Adaletin bir temeli de “darb”; karşılık vermek, haksızlığın karşısında çarpışmaktır.” Eğer haksızlık ve yolsuzluk karşısında susuyorsan o haksızlığın bir parçasısındır çünkü sükut ikrardandır, Hz. Ali’nin ifâdesiyle “dilsiz şeytanlık”tır. Buradaki dil kavramını sadece konuşma kuvvesini gerçekleştiren mutlak mekanizma olarak algılamamak gerekir, dil bazen fikir ve bazen de aksiyon diyalektiğiyle manâlanabilir çünkü insan düşündüğünce konuşur ve aksiyon faaliyetiyle dile getirdiklerini “Ruh”un şuur karşılığı olarak mânâlandırır…

Son olarak “bütün fikrin gerekliliği” istidadında aksiyon eylemini -şuurunda olsun olmasın- “Başyücelik Düzeni” uğruna gerçekleştiren IŞİD’e karşı şeytanlaştırma operasyonuna yakasını kaptıran ve “ortak düşman IŞİD” propagandasına alet olan “Edbâr” tâifesine;

“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” sloganı grifti içerisinde şuur’un gerekli kıldığı aksiyon ruh’u uğruna İŞİD’le beraber aynı safta mücadele etmeye çağırıyoruz.

“İslam’ın keskin kılıcı karşısında siz de mundar olmayın!” diyoruz!

[1] Enfal süresi 15-16

[2]Bakara süresi 195

 

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: