SAFLARI MÜŞTEREKLİKLER BELİRLER
Daha öncesi bir yana, 90’lı yıllardan bu yana ve hâlen, Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika ve Balkanlar’da Müslüman kanı döken ve dökmeye devam eden batılı işgalcilerin, geniş kitlelerde “İslami terör” şartlı refleksini oluşturabilmek için yoğun faaliyetlere başladığı günlerden bu yana, yani 90’lı yılların başından bu yana, dünya üzerinde yaklaşık 10.000.000 ile 12.000.000 Müslüman katledildi.
Sözümona, IŞİD’in “Ezidi kadınları cariye pazarlarında sattığı” haberleri üzerine Ezidi kadınlara üzülen, ama Bağdat’taki Amerikan hapishanelerinde ırzına geçilen binlerce Müslüman kadının çığlığını duymazdan gelen alçaklar ve namertler için, bu rakamların hiçbir şey ifade etmediğini biliyoruz elbette.
Suriyeli göçmen bir çocukla birkaç dakika oyun oynayan Avrupalı bir polisin, insani duygularına gözyaşı dökerken, Sudan’da açlıktan ölmek üzere olan kız çocuklarını birkaç dilim ekmek karşılığında kandırarak ırzlarına geçen BM görevlileriniyse görmüyor ve duymuyor taklidi yapanlara, milyonlarca Müslümanın kendi yurtlarında biner biner ölmesi ne ifâde edebilir ki?
Hiçbir şey ifade etmez, etmiyor, etmeyecek.
Alçakların ve namertlerin, batılı işgalciler ile bu vicdani ve ahlaki müşterekliğini biz, Charlie Hebdo dergisi hadisesinde, birkaç Allah ve Peygamber düşmanının ölümü üzerine ağıtlar yakılıp; Adımlar Dergisi’nin ise içte ve dışta bir çok erkeğimsi haset kelleye eleştiri ve alay konusu da olmuş olan mütevazı merkezi, tıpkı Bağdat gibi, tıpkı Bosna gibi, tıpkı Urumçi, Grozni, Karabağ gibi vurulup, diller lal kesildiğinde de doğrudan yaşadık, halen de yaşıyoruz.
Bu örnekleri verirken, aslında silahlar, bombalar, uçaklar, işgaller, görmezden gelmeler üzerinden, tüm tarafların ahlak ve vicdan müşterekliğini ifade etmeye çalışıyoruz aslında.
Yani malum…
Küfür tek millettir.
Bu mukaddes ölçüyü bilmeyen yok.
Bilmeyen yok ta, manası tam idrak edilmiyor.
“Küfür tek millettir” denilince eksik anlaşılan bir şeyler var.
Bu mukaddes ölçü, laf olsun torba dolsun cinsinden ve sadece dış yüzden bir tasnifi işaret etmiyor. Yukarıda parça parça örneklerde anlatmaya çalıştığımız gibi, bir vicdan ve ahlak müşterekliğine işaret ediyor.
Yine yani…
Lafı dolandırmaya, evirmeye, çevirmeye gerek yok.
Karaya vurmuş balinalar için seferber olan Batı medeniyetinin temsilcilerini duygu seli içerisinde takdir ederken, aynı batı medeniyetinin ordularının, gözünün önünde kıydığı milyonlarca Müslüman’a “terör-merör” diyerek mırın kırın ediyor ve gizlemeye uğraştığın “ahlaki ve vicdani yavşaklığına” teselli olacak gerekçeler arıyorsan, işaret edilen “tek milletin” mensubusun.
Bunun ötesi, berisi yok.
Ne diyorduk?
Ahlaki ve vicdani müştereklik…
Adımlar Platformu ve Dergisi, “cepheleşme” veya “müesseseleşme” olarak bilinen temel prensiplere (yeni dilceyle “öğretilere” de diyebiliriz) nisbetle, siyasi arenadaki yerini, duruşunu, çizgisini, kendi stratejik ve taktik siyasi hedeflerini belirlerken; ne içte ve dışta yaşanan kuru gürültülere bulaştı ve ne de bilinen – bilinmeyen faaliyet gruplarının siyasi arenadaki yerlerini, duruşlarını, çizgilerini, stratejik ve taktik hedeflerini dikkate aldı… Adımlar Platformu ve Dergisi, ısrarla görülmek ve duyulmak istenmese de, çeşitli vesilelerle defalarca ifade ettiği gibi, hem içte ve hem de dıştaki bataklıkları çok usta manevralarla geçti ve tutması gereken mevziyi tuttu.
Bu mevzi tutuş, kesinlikle tesadüfi, rastgele ve dostlar alışverişte görsün cinsinden değildi. Her şey, kendi kadrosu tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, kısa-orta-uzun vadedeki siyasi hedefler ve bu hedefler paralelinde ortaya çıkabilecek ihtimaller değerlendirilmiş, bu ihtimallere göre de başka başka planlamalar yapılmıştı.
Neticede, Adımlar Platformu ve Dergisi mevziini tuttuğunda, tam isabet kaydedildiği anlaşıldı.
Türkiye’de ve dünyada milyarlarca insan, hem Ortadoğu’nun göbeğinde, hem de Türkiye’nin güneyi ve doğusunda, batılı ve batıcılarca, Türk’ün ve Arap’ın ciğerlerine inşa edilmekte olan Kürdistan’a (batı ve batıcılar ile ahlaki ve vicdani müştereklik dahilinde) razı olmuş bir vaziyette mışıl mışıl uyurken, Adımlar Platformu ve Dergisi’nin, bu inşaatı “Siyonist Duvar – BOP Kürdistanı” olarak değerlendirmesi ve meydan yerinde dile getirmesi, Obama’nın Ortadoğu danışmanlarından, Hollanda’nın devlet televizyonlarına kadar, bir çok mahfilin ve “geniş yetkilinin” dikkatini çekti. Anlaşılmıştı ki Türkiye henüz bitmemişti ve Adımlar, mistik hezeyan topluluklarının ve “entel sayıklamaların” çok ötesinde, hayatın içerisinde ciddi bir mevzi tutmuştu ve bu mevzi doğrudan doğruya coğrafyamızda yaşanan savaşın merkezindeydi. Kadronun ve tuttuğu mevziin çapı, bir ahmağın gözüyle dış yüzden bakıldığında coğrafyaya göre küçük telakki edilse de, muhatapları açısından ses çok gürdü, netti, ekeceği tohum da batılılar ve batıcılar açısından tehlikeliydi. Zira, Obama’nın Ortadoğu uzmanlarının, Adımlar hakkında tuttukları raporların izahı başka türlü mümkün değildi, hala da değil.
Bu çerçevede bugün artık şu çok net ki, Adımlar, İBDA adına tutmaya çalıştığı mevziden dolayı batılılar ve batıcılar açısından bir tehlikedir… Bu mevziin tahkim gayreti bu “tehlikeyi” daha da büyütmekte…
Bu tehlikenin, doğal olarak bir siyasi çatışmayı-savaşı (savaş ve çatışma derken ille de silahlı bir savaştan ve çatışmadan bahsetmediğimiz açıktır herhalde) getireceği, bu “ince işlere” vakıf olan herkesin öngördüğü ve beklediği bir şeydi. Doğrusu, zaten bunu Adımlar da öngörüyor ve bekliyordu.
Ancak Adımlar’ın (ihtimal olarak değerlendirilse de)yaşanmasını öngörmediği bir şey vardı: Hem içeride ve hem de dışarıda olmak üzere, ahlaksız bir savaş ve ahlaksız düşmanlar…
Bu cümleden olarak, Adımlar Platformu ve Dergisi’ne düzenlenen saldırı evet ahlaksızcadır ve saldıranlar da, (ismi, sıfatı ne olursa olsun) tam da batı tipi ahlaksız bir saldırıda bulunmuşlardır. Zira, herhangi bir yayın organı Adımlar Platformu için askeri bir hedef olmadığı gibi, Adımlar Dergisi’nin de, hiçbir siyasi hasım için askeri bir hedef olmadığı ortadaydı.
Dediğimiz gibi, Adımlar Dergisi’nin içte ve dışta birçok haset kelleye eleştiri ve alay konusu olmuş olan mütevazı merkezi, tıpkı Bağdat gibi, tıpkı Bosna gibi, tıpkı Urumçi, Grozni, Karabağ gibi ahlaksızca vuruldu… Zira düşman, dediğimiz gibi tam da batı tipi ahlaksız bir savaş yürütüyordu. Üstelik “içerisi” de, bu ahlaksız savaşa teşne olanlarla doluydu, yani zemin müsaitti… İşte tam da bu nokta,yani bu saldırının ardından yaşananlar, bahsetmeye çalıştığımız ahlak ve vicdan müşterekliğinin ispatıydı. Ahlaksız saldırı, hem içeride, hem de dışarıda birkaç münferit ses dışında görmezden gelindi. Ünsal Zor ise batılılıların ve batıcıların ahlak ve vicdan müşterekliğini ifşa ederek Yaradan’a emanetini teslim etti.
Baştan bu yana anlatmaya çalıştığımız gibi, aslında mesele sadece Adımlar değildi ve halen değil.
Batılı ve batıcı savaşın ahlaksızlığı tüm coğrafyamızı kaplamış durumda. Bağdat nasıl yüzlerce, binlerce tonluk bombalarla bombalanırken Müslümanlar da(!) dahil olmak üzere milyarlarca insan hiçbir şey olmamış gibi alçakça tavırlar sergilediyse, Adımlar bombalandığında da aynı şey oldu. Söylemek istediğimiz şey bu.
Tıpkı malum saldırı gibi, örneğin, İslâm Devleti’nin bir savaş suçlusunu yargılayıp idam etmesiyle, Adımlar Dergisi’nin “IŞİD sen oradan biz buradan” demesi karşısındaki tepkiler, batılı ve batıcıların ahlak ve vicdan müşterekliğini ifşa etmişti.
Aslında çok ta uzatmaya gerek yok; dünya tarihi boyunca hep aynı şey oldu, oluyor, hep aynı şey olacak.
Ahlak ve vicdan müşterekliğini anladık ama…
Peki bu “tek millet” niçin bu kadar ahlaksız bir savaş yürütüyor?
Hiç düşündük mü?
Bu derece çıldırmalarının sebebi, Allah’ın onlara vadettiği ve defalarca yaşadıkları “yenilgi ve zillet” olabilir mi?
ABD’nin, bölgenin işbirlikçi güçlerini de kullanarak tam 1 yıldır operasyon düzenlemesine rağmen, IŞİD’in, sadece 15 kilometrekarelik geçici bir alan hakimiyeti kaybı olabilir mi?
Veya, türlü türlü darbelere ve darbeler paralelinde uygulanan yozlaştırma projelerine rağmen, Anadolu’ya kök salmış olan Türk ruhunu bir türlü istedikleri derecede yok edememeleri olabilir mi?
Kaleme ve kağıda, bir takım çok kültürlü ehli ilim şahsiyetler gibi hakim olamadığımız için izah etmekte zorlanıyoruz belki… Ama örneğin, Fransa’da ölen bir İslam düşmanı için Washington’un verdiği tepki ve gösterdiği refleksi makul görenlerin, benzer şekilde Bağdat’ta ölen Müslümanlar için, İstanbul’dan gelen “IŞİD sen oradan biz buradan” sesinden dehşete kapılmalarının sebebi olan ahlak ve vicdan müşterekliğini anlatmak gerçekten de kolay değil.
Ne yaparlarsa yapsınlar, istedikleri gibi olmuyor.
Çeşit çeşit ittifaklar kurup, onbinlerce ton bomba yağdırıyorlar ama IŞİD, kontrolü altındaki toprakların sadece 15 kilometrekaresinde kontrolü geçici olarak kaybediyor.
Türk insanının hasretle gözlediği siyasi iktidarın yerine, içi boş benzerini kurup, ordusunun yüzlerce subayını hapishanelere canlı canlı gömüyorlar ama hiç alakasız bir Cemaat çatışması, Türkiye’de son 13 yılda kurgulanan bütün hileleri ortaya çıkarıyor.
İstanbul’da, Adımlar dergisinin kapısına, bulunduğu binayı yıkacak güçte bomba koyuyorlar. Bina yıkılmaktan beter oluyor, apartmanın merdivenleri, aşağıdan yukarıya doğru kimi noktalarda neredeyse 45 derece yamuluyor ama Allah istedikleri neticeyi elde etmelerine izin vermiyor. Bilgisayarlar, masalar, sehpalar, ve dergi çalışanlarının oturdukları koltuklar, yıkılan duvarlarla beraber komple 3.üncü kattan aşağı savruluyor ama üzerlerinde oturanlar oracıkta kalıyorlar.
Şimdi sessizlik…
Sükut…
“Safları müştereklikler belirliyor” diyor ötelerden Bilge…
Bağdat’ta bir yetim çocuk, intikam yeminleri ediyor viran olmuş evinin önünde şimdi.
Trablusgarp sokaklarında, hınçla seyrediyor olan biteni kimsesizler.
Urumçi’de bir evde, annesi öldürülürken sessiz kalanları hesaba çekiyor bir delikanlı.
Sis çökmüş Kazbek Dağı’nı kızarmış gözleriyle seyrederken dua ediyor kalpaklı bir ihtiyar.
Bakü…
Kıbrıs…
Mostar…
Onlar ne hissediyorsa, Allah biliyor ki aynı şeyleri hissediyoruz biz de…
“Küfür tek millet” diyoruz.
“Safları müştereklikler belirler” diyor Bilge…