DÜŞMANIN ADINI SÖYLEYEMEMEK… A.Bâki Aytemiz

DÜŞMANIN ADINI SÖYLEYEMEMEK… A.Bâki AytemizDÜŞMANIN ADINI SÖYLEYEMEMEK…

A.Bâki Aytemiz

 

“15 Temmuz hain darbe girişiminin birinci yıldönümünde binlerce kişi Milli Birlik Yürüyüşü’nün ardından 02.32’de bombaların hedefi olan Meclis’te buluştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis Şeref Kapısı önünde düzenlenen anma programına 02.20’de gelişinde törenle karşılandı. TBMM Başkanı Kahraman’ın ardından konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güçlü değilsek bize bir gün yaşama hakkı vermeyecek o kadar düşman pusuda bekliyor ki isimlerini tek tek saysak uluslararası krizle karşılaşırız.” dedi.”

Haber böyle…

Bir başka internet sitesi de haberi, “Erdoğan: Darbenin arkasındakileri söylersek uluslararası kriz çıkar!” başlığıyla verdi.

Uluslararası kriz çıkması ne demek?

Çıkarsa ne olur?

Düşman, kendisine düşman dediğimiz için bize kızar mı, küser mi?

Düşman, kendisine düşman dediğimiz için, “Sen bana nasıl düşman dersin, gör bak bakalım sana düşmanlık nasıl edilirmiş göstereyim!” diye bize karşı düşmanca tavır mı alır?

Kim bu düşman?

Muhtacız dedikleri İsrail mi?

Stratejik müttefik dedikleri Amerika mı?

Kapısında, “Bizi de içeri alın, ne derseniz yaparız!” diye yalvardıkları AB mi?

Yoksa, Haçlı-Yahudi ordularına lojistik destek sağlayarak katledilmelerine yardım ettikleri Müslümanlar mı?

Aklıma Kemal Tahir geliyor. O’nun Kurtuluş Savaşı’nın nasıl ve niçini ile izah edilmeyişi ve meselenin aşağılık bir propagandaya ayarlı olarak ele alınışı üzerine söyledikleri…

Malûm, bizim camia Kemal Tahir’in bu eleştirilerini çok sevmiş ve Kemalistlere karşı kullanmaktan imtina etmemişlerdi. Tabi o zaman Kemal Tahir’le birlikte gözükmek, bu komünistin dediklerini alıp kullanmak hoş bir şeydi. Şimdi Kemal Tahir’in o cümlelerini alsak ve Kurtuluş Savaşı yerine 15 Temmuz’u yapıştırsak ne olur?

Yani, milletin kahramanlığı ve fedakârlığı bir yana –tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi–, bu hamleyi nefslerine maledenler, “yoğurttan darbeye mukavvadan hançer”in ne menem bir iş olduğunu nasıl izâh edecekler?

Fikirsiz siyaset olur mu?

Olmaz!

O halde, başa fikri koymadan, hangi siyasetten, hangi mücadeleden, hangi düşmandan ve kimliği açıkça ortaya konulamayan düşmana karşı güçlü olmaktan bahsediliyor ki?

Güçlü olmak zorundayız.

Doğru.

Nasıl güçlü olunur?

Önce düşmanı bilerek, tanıyarak ve adını koyarak ki, millet, adı sanı belli olan düşmana karşı uyanık olsun.

“Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmaz!”

Kurtuluş Savaşı sonrası temel yanlış neydi?

Biz, maddede kendimiz kurtardıktan sonra gittik mânâda düşmana teslim olduk.

Mekânda kurtuluş, zamanda teslimiyet…

O sebeptendir ki, bugün artık mekânın da elimizden kayıyor olduğuna şahit olmaktayız. “Bekâ” sorunu diye geveledikleri ve muhtevasını bir türlü ortaya koyamadıkları dava.

Ruh imarı olmadan mânâ imarından bahsetmek komedilerin en büyüğü.

Büyük doğu Mimarı’nın bu ölçüsünü başa alarak söyleyelim ki, mânâ imarının ne demek olduğundan zerre nasibi olmadan, bir zamanlar mânâ imarı adına fabrika yanına cami yapma komikliği gibi her yere İmam Hatip açma hokkabazlığı ile bu işler olmaz. Olmayınca da 15 senenin sonunda ortaya çıkan durum bu olur. Yani, işte son referandumda da gözüktü ki, gençliğin yüzde yetmişe yakını Erdoğan’ın istediği yönde oy vermedi. Bizzat bu durum bile ülkede değişen sosyolojiye dair çok mühim bir veri. Gençliğe hitap edemeyen bir siyasi yapı fazla gitmez. Mesela sırf bu sebeple, yani 15 yıllık kendi iktidarlarında hayata gelen ve büluğ çağını bu dönemde idrak ederek oy verme hakkını elde eden gençlik, AKP’ye oy vermediği için 2019 referandumunda da bu temayül böyle devam ederse, Erdoğan’ın bu oy oranı ile Cumhurbaşkanı olması imkânsıza yakın. Zira yeni oy verecek gençliğin büyük kısmının Erdoğan’a hayır demek için karşısına çıkan adaya oy vereceği ve Erdoğan’a oy verecek yaşlı nüfusun da azalacağı düşünülürse, sırf bu nüfus dengesi bile bütün siyasi hesapları alt üst etmeye yeter de artar bile. Tabi 2019’a çıkılabilir ve referandum yapılabilinirse…

Yanisi kısaca şu: AKP, kendi eliyle ettiğini buluyor. Yıllardır Büyük Doğu’nun sermayesini, İBDA’nın sermayesini, bunların teşekkül ettirdiği potansiyelin siyasî temsiliyetine soyunup, ama gençlik yoğurmaya dair tek müsbet adım atmamış olmasının neticesinin bedelini ödemekle karşı karşıya gelmiş bulunuyor.

Gençlik hedef istiyor, düşmanın adını istiyor.

Erdoğan kürsülerden Fetullah’ı hedef gösteriyor, Fetullah’ı ele geçiremeyince de Kılıçdaroğlu’nu…

Koca cihan hâkimiyeti mefkûresi, düşman olarak kendisine Kılıçdaroğlu ve Fetullah’ı mı muhatap alıyor? Dışarıda gerçek düşmana karşı bir varlık ortaya koyamayan Yeniçeri’nin iç düşman üzerinde fatihçilik oynama ruhiyatı…

Düşmanın adını söylerse uluslararası kriz çıkarmış…

Düşman bize küser mi, kızar mı?

Düşman, kendisine düşman dediğimiz için bize düşmanlık yapmaya mı kalkar yoksa?

Hani 15 Temmuz bir kurtuluş destanıydı?

Ne demişti Kumandan:

“düşmanın üzerine gidemiyorsan eğer…”

Yani, düşman senin üzerine geldiği için mecburen nefsini korumak değil… Bu, “düşmanın üzerine” gitmek demek değil. O kadarını hayvanlar da yapıyor, köşeye sıkışan kedi, sıkıştığı yerde üzerine atlamak zorunda kalıyor ki bu da kediyi milli ve vatansever yapmaya yetmez. O sadece nefsini korumak için bir hamle yapmak zorunda kalmış olduğunu gösterir. Millilik ve vatanseverlik, şuurudur, fikirdir, hayvanî saikle psikolojik bir içgüdü davranışından öte olarak, bulunduğun yeri korumaktır. Ki, çoğu hayvan dahi kendi bölgesini işaretler ve korumak için rakipleriyle mücadele de eder. Demek ki tek başına bu da yetmiyor hayvandan farklı olmaya. Koruduğun coğrafyayı vatan yapmak, insanî bir keyfiyet, fikrî bir tavır, ruhî-zamanî bir ölçü tutturabilmekle alâkalı oluyor.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: