“HER ŞEYİN BİR SONU VARDIR!”
“HER ŞEYİN BİR SONU VARDIR!”
A. Bâki AYTEMİZ
Akit adlı gazetenin dünkü manşetini görünce aklıma gelen, “her şeyin bir sonu vardır!” hükmü oldu.
Her doğan ölür; her şey, zaman denilen esrarengiz silginin hükmüne tabidir.
Varlık, bu gölge âlemde, bir var bir yoktur…
Allah, var ettiği her şeye bu âlemde bir ömür biçmiştir; mesele bu ömür içinde iyi, doğru ve güzel’in gereğini yapabilmektedir.
Bunun gereğini yapabilenler, geriye bir eser bırakmış sayılabilirler. Bunun gereğini yapamayanların geriye bıraktıkları ise hayırla yad edilecek şeyler değildir.
Atalar, “İnsan ölür kalır eseri, eşek ölür kalır semeri!” derken kastettikleri, insanın insan olma memuriyetinin gereğini ifa edebilmiş olup olmamasıdır. Bu memuriyeti ifa edemeyenler de geriye bir şeyler bırakır ama onların geride bıraktıkları, bir eşekten arta kalan semer mesabesinde, sadece “mal”dır, dünyalık mal…
Akit’in manşeti, temsil ettikleri zihniyetin sonunun gelmiş olduğu ile beraber bana bunları düşündürdü.
Neydi o manşet?
Resimde var; bu gün ortaya çıkan iflâs tablosunun faturasını IMF ve Kemâl Derviş’e çıkartmaya çalışmışlar ve şöyle manşet atmışlar: “Tarımı çökerten IMF’nin Derviş’i”…
Tarımı derviş çökertmiş ve 15 yıldan bu yana iktidarda olan AKP ise taa o zaman yapılan yanlışları düzeltmeye çalışıyormuş ama bir türlü başaramıyormuş…
Yalanın neresini düzelteceksiniz ki?
15 yıldan bu yana iktidarda olan AKP, bu yanlışı düzeltmeye çalışmıyor, Derviş programını sadakatla uygulamaya devam ediyordu ve netice ortada.
Netice, Akit’in de itiraf ettiği üzere “ÇÖKÜŞ”tür.
Bu “ÇÖKÜŞ”, sadece tarımda değil, hayatın her sahasında karşılaştığımız bir realite.
Eğitim çökmüştür; daha doğrusu eğitime dair hiçbir düşünceleri olmadığı ortaya çıkmıştır. Her gelen Millî Eğitim Bakanı, eskinin kötü ve yanlış olduğunu söyleyip –o kötü ve yanlışı yapan yine kendinden önceki AKP’li bakan–, eskiyi değiştirip, yeni bir sistem getireceklerini söylemiş ve bu yeni sistem de yeni bir bakan gelene kadar uygulanmaya devam edilmişken, yeni gelen bakan da aynen selefi gibi kendinden öncesini kötüleyip yeni bir sisteme geçileceğini söyleyerek işe başlamıştır. Bu kısır döngü bu güne kadar devam etti ve en son gelen bakan da benzer şeyler söylerken yeni bir sistem değişikliğine daha gidildi.
Eğitim konusundaki bu tablonun diğer sahalarda da aynen geçerli olduğunu görüyoruz. Yeni gelen Tarım Bakanı da eskiyi kötüleyerek işe başlamadı mı?
Hiçbir sahada hiçbir şey bilmeden, bildiğini zannederek, bir şey yapabiliriz zannıyla iktidara talip olup, nihayet işleri tamamen ellerine yüzlerine bulaştırdıktan sonra, bu “ÇÖKÜŞ”ün faturasını ödeme zamanı geldiğinde, “biz yapmadık, Derviş yaptı!” yaygarası basma noktasına gelmiş bulunuyorlar.
Çöktüklerini itiraf eden kendi manşetleri…
Çöküşün faturasını başkasına kesmeye çalışan da kendi manşetleri.
Biz hadisenin iktisadi tarafına pek ellemeyeceğiz. Mesela, iktidara geldikleri ilk zamanlarda, Haçlı para babalarının akıttığı borç para ile içeride suni bir cennet oluşturup, “biz geldik işler düzeldi, IMF’ye borcu da ödedik, her şey yolunda! Allah Müslümanların iktidarına bereket veriyor!” diyerek pembe tablo çizmelerindeki iktisadi yalan gibi.
Biz, bu yazıda, doğrudan bir ahlâksızlığa ve bu ahlâksızlığın neticesi olarak da ortaya çıkan çöküş tablosunun siyasî olarak faturasını ödemek istemeyenlerin, başka bir ahlâksızlık yaparak bu mesuliyet yükünü omuzlarından atmak istemesine dikkatleri celbetmek istemekteyiz.
İktidarlarının ilk yıllarında Haçlı para babalarından aldıkları borçla oluşturdukları suni cenneti, “Allah bereket veriyor!” diyerek, Allah’a bağlamaları ve Allah adı üzerinden Türkiye’yi emperyalizme daha çok bağımlı ve borçlu kılmak üzere yalan üzerine yalan söyleyerek Türkiye’yi bu günkü çöküş tablosuna mahkûm bıraktıktan sonra, bunun mesuliyetini de başkasının üzerine atarak kurtulmaya çalışmaları şeklindeki, tarihte eşi zor bulunur ahlâksızlıklarına dikkat çekmek istiyoruz… Suçu başkasının üzerine atıp aradan sıyrılma, bunların siyasetinin tamamı olmuş durumda.
O günden bu günleri işaretlemiş ve bu gidişatın sonunun müthiş bir duvara toslama ile neticeleneceğini söylemiştik, nasıl bildik?
Peşin fikir hikmeti…
“Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz!” der Kumandan Mirzabeyoğlu… Biz, sadece O’nun elimize tutuşturduğu şablona, iddia edilenleri nisbet ettik, o kadar.
İnsan ve toplum meseleleri, ancak, Mutlak Fikrin ışığında ortaya konulmuş bir Tatbik Vasıta Sistemle çözülebilir. Doğru düşünce olsun ki ona göre doğru yapmaktan bahsedebilelim.
Elbette “doğru düşünce” tek başına çözücü değildir, onu da hayata tatbik edecek olan yine insan ama doğru düşünce, insana, istikamet tayin eder. O istikamet, insanın faaliyetlerini kontrol edebileceği bir mekanizma demektir aynı zamanda. Ama doğru düşünce olmadan, insan ne kadar ne iddia ederse etsin, olmaz. Her şeyin bir oluş şartı olması hasebiyle, insan ve toplum meselelerine çözüm bulabilmenin, çözüm yoluna girebilmenin temel oluş şartı da doğru düşüncenin ışığında kurulmuş Tatbik Vasıta Sistem’dir.
Biz, “olmaz” dedikçe, bu arkadaşlar bizlere, “olur, olur, hem her şey bir anda olmaz ki, yavaş yavaş!” demekteydiler.
Evet, her şey bir anda olmaz, yavaş yavaş olur ama, yavaş da olsa, olmak için ne olacağını bilmek gerekir ilk önce; doğru düşünce… Doğru düşünce olmadan, el yordamıyla bir şeyler yaparak olabileceğini zannetmek, tesadüfî doğrulardan medet ummak olur.
Bu hâlleriyle, “tersinden gerçekleştirici”liğe misal teşkil ediyorlar.
Yani, onlar bu halleriyle, bizim, “olmaz, olamaz!” hükmümüzü doğruladılar, olmadı, olamadılar, olduramadılar… Yaptıklarıyla sadece, İBDA olmadan bir “hiç” olduklarının ispatçısı oldular. Zira yukarıda da ifade ettik, her şeyin bir oluş şartı var. Visal odasına girmenin bir erkeklik ve kadınlık şartı olduğu gibi… Bu işin oluş şartı da bu: Tatbik Vasıta Sistem.
Bir işi, “doğru düşünce”ye göre gerçekleştirebilmek, işin doğrusu… Yine bir işi doğru düşünce nisbetleri dışında gerçekleştirmeye çalışmaksa, işleri berbat ederek, doğru düşüncenin olmazsa olmayacağını kafayı taşlara vura vura anlamaya yol açıcı tersinden gerçekleştiricilik.
Tersinden gerçekleştirici olanın, işler doğruya varsa da bu doğrudan payı yoktur. Zira o doğruya karşı durdu ve kendi istemese de iş, doğru mecraını buldu ve işlerin doğru mecraını bulması için çabalayan doğrunun erlerinin yolunu kesmek adına da ellerinden gelenleri yaptılar.
Tersinden gerçekleştirici olanlar ahmak, hain ve salak gibi vasıflarıyla, yine hakikate nisbetle değerlendirilirler. Öyle ki, kim ne yaparsa yapsın, hakikate mutlak zıt bir şey söyleyemez zaten. Yani, işini Tatbik Vasıta Sisteme nisbet etmeden doğruluk iddiasına çıkmak, bunu yaparken de kimi doğru gibi gözüken halleri delil olarak ileri sürmek, ancak ahmak avlamaya mahsus bir metoddur. Mesele tesadüfi doğrular değildir ki… Sistem şuuru olmadan söylenen doğru bir söz, tesadüfi doğrudur; kâfir bile hakikate mutlak zıt söz söyleyemez. Yani, değerlendirme ölçüsü bunlar olamaz. Değerlendirme ölçüsü sistemdir, sitem yoksa, yanlıştır.
Şimdi dönelim Akit’e…
Suçu Derviş’e atmaya çalışmalarına.
Hadi diyelim Derviş suçlu, siz ne teklif ettiniz ve şimdiye kadar Doğru Düşünce’nin ışığında tesis edilmiş nasıl bir Tatbik Vasıta Sistem mücadelesi verdiniz mi ki, işleri düzeltmeye çalıştığınıza inanalım? Üstelik Derviş’in uyguladığı ekonomik tedbirler, zamanın Ecevit hükümetinin sandıkta millet tarafından alaşağı edilip AKP’nin yolunun açılmasına sebep olurken, diğer taraftan da sahte cennet bu tedbirler üzerine inşa edildi. AKP iktidarları ekonomi politikaları adına belki de tarihin en büyük yağması olan “kentsel dönüşüm” haricinde ülke menfaatlerine yönelik ne uyguladı? Üretime dair hiçbir girişimde bulunmadıkları gibi, Cumhuriyetin bütün kazanımlarını da sağa sola peşkeş çekerek yok ettiler.
Yani mesele şu şurada şunu yaptı, bu burada bunu yaptı meselesi değildir, mesele sistem meselesidir, yapılan işlerin sisteme nisbet edilmesi meselesidir ve Akit ve temsil ettiği zihniyet de güya İslâmî gözükürken aslında istikamet dışı oluşlardan birini teşkil etmektedir ve bu son manşetleri de sonlarının gelmiş olmasının verdiği panik ve o paniğin verdiği korku ile saçmalamaya başladıklarının göstergesidir.
Her şeyin bir sonu vardır; Allah’ın kendilerine imkân vermiş olmasına rağmen bu imkânı har vurup harman savuran, çarçur eden, Müslümanların aleyhine kullanan bu yapılanmanın da sonu gelmiştir.
Korkmaktadırlar, ürkmektedirler, çekinmektedirler.
Kendilerinden geriye semer bile kalmayacaktır.