REFERANDUMUN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER -2- TÜRKİYE BAĞLI OLDUĞU LİMANDAN AYRILDI

Takdim: Adımlar Platformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR’un 16 Nisan Referandumunu değerlendirdiği ve iki bölüm halinde yayınlanan 19 Temmuz 2017 tarihli yazısını gündemdeki gelişmelere binaen tekrar dikkatinize sunuyoruz.

ADIMLAR

.

REFERANDUMUN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER -2- 

Türkiye Bağlı Olduğu Limandan Ayrıldı

Ali Osman ZOR*

.

İnandırıcılık” ve “güvenilirliğin” hiç kalmadığı;

Liderlik Otoritesi” açısından en zayıf dönemin yaşandığı;

Millîlik” adına çer-çöp meselelerin gevelendiği, ideolojik ve siyasî mânâda derinliğine ve genişliğine bir AHLÂK ve FİKİR  sisteminin tarafların gündeminde olmadığı;

Kahramanlık” elbisesinin artık çok bol geldiği bir zaman aralığında;

Türkiye, 16 Nisan günü yapılan referandumla birlikte bağlı olduğu limandan ayrılmış, nereye demirleyeceğini bilmeden, tüm dünyanın gözünde batmak üzere açığa doğru sürüklenen bir gemi görünümü arz etmektedir.

Kaptanın doğru rotayı bilip bilmediği tartışmaya açık ama, doğru rotayı bilse dahi bunu ilan edici hamleyi yapabilecek cesaretle birlikte, maddî ve manevî şartlara haiz olmadığı kesin. Bu çekingenliğin farklı sebepleri olabilir ama, çekingenlik içinde geçen her dakika kendisiyle birlikte ülkeye zarar vermekte. Çünkü  mevcut görüntüsü ve etrafında ortaya çıkan gelişmelere göre Türkiye gemisi rotasız, başı boş, açıklarda çok fazla yol alabilecek dayanıklılıkta görünmüyor.  Geminin göz göre göre batması istenmiyorsa bir an evvel güvenli bir limana bağlanmalı.

Geçen bölümde “devlet ve rejim adına ne varsa hepsi askıda” demiştik.

Bu duruma son vermek için, 15 Temmuz’da yakaladığı “fırsat”ı değerlendiremez ve faydaya tahvil edemez, buna ek olarak da  referandumdan aldığı “%51 destek”le  doğru  hamleyi yapamaz ise, KAPTAN’ın, bulunduğu kaptan köşkünü TERK ETMESİ artık kaçınılmazdır. Yani kitleler hiçbir mazeret hakkı tanımaksızın “Beş tepe elindeki son fırsatı nasıl değerlendirecek?” diye onu takip ediyor.

Cevaplanması gereken temel soru ise, “millî birlik ve bütünlük” nerede ve hangi lider ve hangi dünya görüşü etrafında sağlanacak?

GERÇEK ÇÖZÜMÜN İLK ŞARTI, YENİ DURUMUN ALGILANMASI

Peki referandumun arkasından ortaya çıkan söz konusu yeni durumun Beştepe ve etrafında öbeklenen kesimler ne kadar şuurunda?

17 Nisan’dan itibaren ERDOĞAN’ın talimatı veya muradıyla gerçekleştiği aşikâr olan tasfiyelere bakarsak ülkenin %50’ sini düşmanlaştıran ve hükümetin sübvanse ettiği kesim bu yeni durumun pek farkında değil veya önemsemiyor ki, bazılarının Beş tepe etrafından uzaklaştırılmalarına karar verildi. Bu tasfiyelerin pek dile getirilmeyen başka bir sebebi ise, kendilerinden öncekiler gibi devlet imkânlarından sebeplenmek isteyip sırada bekleyen yeni nesle alan açmak.

Peki  ERDOĞAN kendisinin baş müsebbip ve birinci dereceden bizzat  muhatap olduğu bu yeni durumun ne kadar şuurunda?

Referandum sonrası bazı uygulamalara –tasfiyeler gibi- ve üslûbuna baktığımızda çözmekle mükellef olduğu sorunun – AYRIŞMA, BÖLÜNME, KUTUPLAŞMA, ÇATIŞMA– muhtevasına çok da yabancı olmadığı söylenebilir ama, sorunun tarif edilmesinde ve mânâlandırılmasında aynı netlik içerisinde olduğunu ifâde etmek zor. Çelişkilerle dolu bir zihnin algılamasında her zaman problem olmuştur.

Hem mizacı hem de bugüne kadar edindiği bilgi ve tecrübesi Erdoğan’ın yeni durumu doğru tanımlamasına ve anlamlandırmasına yeterli gelebileceği çok kesin olmadığından, tartışmaya açık. İktidara geldiği günden bugüne devam eden uygulamaları da bu görüşümüzü teyit eder nitelikte. Hele hele geçmişten bugüne etrafını saran kadronun varlığı, doğru mânâlandırmalar yapmasına ayrıca ve çok önemli bir engel. Şu ân hangi kesimden insanlarla konuşursanız konuşun, ortak görüş hâlinde Erdoğan’ın etrafında “kaliteli” pek insan kalmadığının tespitini yapıyorlar. Bu “kalitesizlik” ortamının etkisiyle de Referandum sonucunda ortaya çıkan bölünmüşlüğü ve bu bölünmüşlük karşısında alınması gereken doğru tavrı özümsemesi çok da kolay görünmüyor. (Dikkat ediyorsanız tüm “iyi niyetimizi” muhafaza ederek meseleyi değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu “iyi niyetle” devam edelim…)

Var olan bilgi, tecrübe ve siyasî kadro ile birlikte ortaya çıkan yeni durumun farkına vararak, doğru tanımlamalar ve doğru mânâlandırmalar yapılabilse; yani bu güne kadar gelen sürecin doğru tahlilinden sonra, bu neticenin nasıl ortaya çıktığını hataları atlamadan ve kabul ederek, doğruya en yakın şekilde tahlil edilebilse, sorunun çözümü için gerekli “diyalektik hamle” çok kolay olmasa da YAPILABİLİR diye düşünüyoruz.  Çünkü, bu durum kaybedilen “güven“in yeniden kazanılmasında bir basamak olabilir.

Peki bu nasıl olabilir?

Mevcut durumun özümsenmesi ancak, hadiselerin gelişim süreciyle birlikte neticenin doğru okunmasıyla mümkün olabilir. BÜTÜNLEŞME ve BİRLEŞME hamlesi ancak böyle bir tavırla yapılabilir. Son cümle ile iktidarın bu aşamada yapması gereken hamleyi de ifâde etmiş olduk.

(Bu “gelişim sürecini” İBDA MERKEZLİ olarak kendi adımıza her fırsatta izah etme gayreti içinde olduğumuz gibi, mücadeleye dahil olduğumuz ândan itibaren, şahit olduğumuz bütün dönemlerde de bu sürecin aktif katılımcısı olmaya çalıştık. Hadiseleri görünen veya görünmeyen sebepleriyle anlamaya ve mânâlandırmaya çalışırken, Allah ve Resûlü davasının MERKEZİ olan İBDA adına doğru tavır ortaya koyabilmek için, bu “gelişim süreci”nin doğru okunması ve her daim yeniden gözden geçirilmesi gerektiği gayet açık. Bu husus, İdeolojinin ortaya koyduğu ZAMAN-TARİH anlayışının ve TARİH MUHASEBESİ’nin bir gereğidir. Tekrar etmekte fayda var; iç ve dış plânda yaşanan tüm hadiseler İBDA Devrim Mücadelesi‘nin tetiklediği ve O’nun tazyikiyle ortaya çıkan DİNAMİKLERdir; 1919’dan beri durum budur… Meseleler aslına ircâ edilmeye, hadiseleri de bağlamıyla değerlendirmeye çalışılırken bu ŞUURLA yanaşmak ve ele almak mecburiyetini unutmamak her işin başı.) 

Eğer referandumun sonunda ortaya çıkan yeni durum tabiî gelişimi içinde değerlendirilip doğru diyalektik hamle için özümsenmezse, o zaman ne olur?

Bu şu demektir ki, ortaya çıkan “bölünme” gerçeğini “bütünleşmeye” çevirebilmek için yeterli fikrî derinlik, siyasî anlayış, siyaseti yürütecek kadro ve bu kadronun bilgi, beceri ve tecrübesi eksik. Bunun anlamı ise, mevcut durumla “yetersizlik” arasına sıkışacak olan Beştepe, dengesini yitirmiş olacağından “bunalıma” girebilir. Ortaya çıkan çelişkinin çözülememesi durumunda da Beştepe başta olmak üzere, tarafların ister istemez bugünkünden çok daha ciddi ve sert bir çatışmaya sürükleneceklerinin ihtimâl dışı olduğu söylenemez.

Başka bir tavır ise;

Yeni çıkan durum karşısındaki ideolojik ve siyasî  “yetersizlik”  fark edilir ve kabul edilirse, diğer taraftan da çatışma riskinden uzak durulursa, o zaman da “uzlaşma”dan başka bir tercih kalmıyor. Her uzlaşma ise beraberinde “taviz”i getirir. “Taviz” vererek “uzlaşma” arayışına giren iktidarların bu durumu, çoğu zaman muhalefet tarafından “güçsüzlük-güçten düşme” olarak yorumlanır. Bu ise, muhalefetin “uzlaşma” sürecinde iktidarı yıkma iştahâsını kabartan bir durum olarak ortaya çıkabilir. Her halükârda bölünmenin ve bölücülüğün merkezi kabul edilen bir iktidarın mevcut durumunu devam ettirme temayülü içinde, sebep olduğu bu parçalanmışlığa son vererek “uzlaşma” tavrıyla tekrardan birleşmeyi ve bütünleşmeyi sağlaması imkansız değildir ama, çok da kolay olduğu iddia edilemez. Ayrıca böyle bir “uzlaşma” isteği sizin teklif edebileceğiniz bir sistemin olmadığını ve meşruiyet zemininizin de kaygan olduğunu gösterir.

GERÇEK BİR UZLAŞMA VE BÜTÜNLEŞME İHTİYACI KARŞISINDA
İKTİDAR VE MUHALEFET CEPHELERİNİN DURUMU

Tam da bu noktada; neredeyse tüm kesimlerde ve toplumun bütününde yaşanan “bölünmenin” sınırlarına dayandığını var sayarak, bahsettiğimiz meselelerin üstünde ve mevcut siyaseti de kapsayıcı bir şekilde bizce sorulması gereken soru şudur:

Uzlaştırıcı bir mizaç”la, ortaya çıkan çatışma ve bölünmüşlük durumunu ortadan kaldırıp, gerçek bir sistem  etrafında  “bütünleşme”yi  sağlayabilecek fikir, siyaset, tecrübe, liderlik ve kabul edilebilirlik var mı Beştepe’de? (Tüm iyi niyetimizle devam ediyoruz!..)

 Aynı soru Beştepe karşısında konumlanan diğer bölünmüş % 50 için de geçerli.

Çünkü, Referandum sonucu parçalanmış kesimleri ve ortadan ikiye bölünmüş toplumu uzlaştırıcı bir liderliği zorlarken “tek tek herkese hitap edici” bütünleştirici bir ideolojinin varlığını da ZARURİ kılmakta. Herkesin hakikatini ifade edebileceği ve kendisine nisbetle yanlışların dışarıda bırakılacağı bir ideolojinin zarureti…

“Uzlaştırıcı Mizaca” sahip, birleştirici ve bütünleştirici bir liderliğin ve bu liderliğin ortaya koyacağı ideolojinin karpuz gibi ikiye ayrılmış her iki taraftan da çıkmayacağı apaçık ortadayken, bu ihtiyaca kim cevap verecek? Mevcut sistem içi siyasî aktörler içinden böyle bir keyfiyetin çıkmayacağına dair ümitsiz olmak için yeteri kadar sebep varken, ümidin, mevcut sistemin dışına yönelmesi gerektiği gayet açık.

(Dikkat ediliyorsa, mevcut iktidarın ortaya koyması muhtemel  “UZLAŞMA”  tavrı ile, teklif ettiği SİSTEM içinde birleşme ve bütünleşmeye yönelik davetteki “UZLAŞTIRICI MİZACI” aynı anlamda kullanmıyoruz. )

SON ÇIKIŞ KAPISI

Bu temel ihtiyaca cevap verilemediği müddet içinde çatışma hep liste başı olarak masada dururken çapı, derinliği ve şiddeti de potansiyel olarak her geçen gün artacak.

Güç kaybının en büyük sebebi olan “parçalanmışlık” ve “bölünmüşlük” toplumun en alt kademelerine kadar yayılmışken, ihtiyaç duyulan “millî bütünleşme” parçalanmışlığın müsebbiplerinden nasıl beklenebilir? Böyle bir beklenti içine girmek ayrıca güç kaybını arttıran başka bir unsur olmaz mı? Ve yahut, parçalanmışlığın müsebbibi olan tarafların “millî bütünleşme” çağrısı gerçek bir “millî bütünleşme” için zaruri olan İRADEYİ ve SAMİMİYETİ yansıtır mı?

Tüm bu ve benzeri sorulara bizim vereceğimiz cevap şudur;

“Doğruyu Allah bilir” kaydıyla söyleyebiliriz ki; 16 Nisan’la birlikte mevcut tüm aktörler toplum nezdindeki kredilerini sıfırlamış, miadlarını doldurmuşlardır.  Bundan sonra önlerindeki seçenekler ya bırakıp gitmek, ya gönderilmek ve yahut da din-vatan-millet faydasına yapılması gereken hamlelere, hamle sahiplerine tâbi olarak yardımcı olmak. Son ihtimâl aslında tüm bu aktörlerin son çıkış kapısı olarak da değerlendirilebilir.

(“Adalet” yürüyüşüyle CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu meydana çıkmış olsa da, kitlelere ilham verecek seviyede cesurca “hedeflendirilmemiş” bu hamle, “gerçek muhalefetin” hissiyatına tercüman olmadığından ve süreklilik arz edeceğine dair her hangi bir ümit barındırmadığından, onun kredisini orta ve uzun vadede çok da arttırmayacak. Ayrıca iktidara karşı oluşmuş tepkiyi bu şekilde, yani “hedefsiz” olarak toprağa karışan bir sel gibi sokağa saldığını iddia edenler bu eleştirilerinde çok da haksız sayılmazlar. “Adalet” iddiasıyla önemli bir siyasî eylem olan “yürüyüş” şeklinde ortaya konulan bu tepkiyle hedef ya “Adaletin yeniden TESİSİ”, ve yahut da “Adaletsizliği” yaptığı iddia edilen “Zulüm merkezinin” ortadan kaldırılması olmalıydı. Böyle bir eylemde “hedefsizlik” her zaman şüphe doğurur. Buradan eylemin “lüzumsuz” veya “faydasız” olduğu sonucu çıkmaz. Bizim ifâde etmeye çalıştığımız husus çok daha temel bir meseleye ait.) 

MİLLÎ BÜTÜNLÜĞÜN TESİSİ İÇİN ADALET
ADALETİN TESİSİ İÇİN DOĞRU HEDEFLENDİRME

“Millî Birlik” ve “Millî Bütünleşme” den bahsedilirken bu “birlik ve bütünleşme”nin kime ve neye karşı olacağını da ortaya koymak gerekir.

Bu açıkça ifâde edilmediğinde AYRIŞMANIN, BÖLÜNMENİN VE SAHTE KUTUPLAŞMANIN müsebbipleri, sanki bu suçları işleyenler kendileri değillermiş gibi, havada bir “millî birlik” yalanıyla toplumun  tekrar gözünü boyayıp ülkeye güç kaybettirmeye devam edebilirler.

İhtiyaç duyduğumuz “millî bütünleşme” herkesin ilk önce HAKİKAT olarak kabul edeceği, daha sonra da kabul ettiği bu HAKİKATE nisbetle kendisini ifâde edebileceği FİKİR ve AHLÂK sistemi bünyesinde gerçekleşirken, hedefi ise, her türlü adaletsizlik, sömürü, bozgunculuk, bölücülük, ihânet ve ahlâksızlığın, MERKEZLERİYLE BİRLİKTE, ortadan kaldırılması olacak… “Millî Bütünleşme”nin belki de ana şartı, toplumun istisnasız tüm kesimlerinin şikâyetçi olduğu bu hususların üzerine gidilmesine bağlı. “ADALETİN tesisi süreci”nde atılması gereken ilk adım olarak görülmesi gereken bu durumu da ancak, her kesimin nazarında, üzerinde maddi-manevi en küçük bir kara leke bile barındırmayan, fikir ve o fikir mimarının liderliği gerçekleştirebilir.

Beştepe merkezli bölünen toplumun ayrışmış taraflarına baktığımızda bu keyfiyette bir liderliği, bu liderliğin ortaya koyduğu ideolojik ve siyasî bir anlayışı ve bu anlayışa bağlı bir hareketi görmediğimizi söylememiz gerekir.

Bugüne kadar süre gelen tutum ve davranışlar üzerinde bir değişiklik olmazsa “uzlaşma” mümkün değil. “Dış müdahale” açısından müsait bir duruma gelmiş ülkeyi güvenli bir limana ancak bütünleştirici fikrin mimarı ve her kesim tarafından kabul edilebilecek karizmatik bir liderlik çekebilir.

Suni düşman üretip “sahte kutuplaşma”yı körükleyerek ne “millî birlik ve bütünleşme” sağlanabilir ne de ülke idare edilebilir.

* ADIMLAR Platformu Genel Başkanı

REFERANDUMUN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER -1- (ALİ OSMAN ZOR)

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: