RENKLER, SESLER VE DESENLER-2- SEKİZ RENK, SEKİZ NOTA
EN YÜKSEK MAKAM BİLGİ, EN YÜKSEK HÂL İSE SEVGİDİR.
Mânâ denizinin incisi, Endülüs pırlantası, gönüller menekşesi ve Anadolu’nun mimarlarından olan Muhiddin-i ARABÎ böyle buyurdu. Bu buyruğu emir oldu bizlere. Bu terkibin birinci kısmına başımızı, ikinci kısmına kalbimizi bağladık; edep ile, adap ile, kördüğüm ile. Yazacağım satırların himmeti Pîr’den, sermayesi ise bal peteği kovanları tıka basa dolu Mir’imizden olsun.
Bu girizgâhımızdan sonra yirmi beş estağfurullah çekelim, başlayalım yürümeye. Kara kışın kara haberini getirse de toprağa düşen ilk kar, biz, ilkbaharın muştusu, kırkikindi yağmuru ve tuba ağacının gölgesinden bir gölge olan Başyücelik uğrunda, İBDA külliyatına ait cemreleri anlatacağız ki, kafası ayağında olacak şekilde dünyaya gelecek kız doğmadan önce kurtulanlardan olalım; beraberce.
MİR / Salih MİRZABEYOĞLU tarafından yazılan eserler hakkında tefekkür-akıl ile yapılan düşünce ve tebeddür / akıl, vicdan ve duyguları kuşatıcı kalbî düşünce neticesi avuç ayamıza yaktığımız İBDA kınasıyla zifiri karanlığın aydınlığa, patika yolların geniş kaldırımlara, geçit vermez uçurumların yayla yoluna dönüştüğünü söylemeliyim.
Elbette ki, Mir/Kumandan MİRZABEYOĞLU’nu seven ve ona talebe olmak için gayret gösteren, bundan da onur duyan her türlü insan vardır; olabilir de. Alçak gönüllüler ve alçak gönüllü olmayanlar… Alçak gönüllü, tevazuu sahipleri için önemli olan hakikatin çıkarıdır ve kendilerinin övülmesini istemezler; Adımlar kadrosu gibi. Alçak gönüllü olmayanlar ise hakikatten önce kendilerinin bilinmesini ve çıkarlarını önemserler; hakikati değil. Düşünce tarihi alçak gönüllü, tevazuu sahiplerinin, her zaman yetenekle doğrudan ilintili olduğunu, büyüklenenlerin, kendilerinin bilinmesini isteyenlerin ise yeteneksizlikle orantılı olduğunu göstermektedir. Tekrar ediyorum, alçak gönüllülük yetenekle her zaman doğrudan rabıtalı, büyüklenme, çıkar ve egolarını önemsemek ise yeteneksizlikle irtibatlıdır.
ADIMLAR kadrosu ile birlikte üst akla inanıyor ve imân ediyorum. Daha açık ifade etmek gerekirse, üst akıldan kastımın, aziz Türk milletinin kalp derinliğinin KUMANDAN olarak anlaşılması gerektiğini hassaten belirtmeliyim. Elbette ki fikriyata sempati beslenmesi ve sevgi duyulması takdir edilmekle beraber fiziksel bir dünyada doğduğumuzu unutmadan, Başyücelik Devleti’nin kuruluşuna odaklanmamız gerektiğine inanıyorum.
Takdir edersiniz ki düşünce tarihimizde yer alan tüm vahdaniyetçi silsilede bulunanları kabul etmek zaruretindeyiz. İmân, inkıta-kesiklik kabul etmediği gibi günümüzde de vahdaniyet silsilesine perçinli şahsiyetiyle temeyyüz eden ve Doktriner İslam, vahiy, Müessir Eser-Allah Resûlü, Ehli Sünnet istikametinden kıl kadar ayrılmadan yaşayan Fakih Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nu kabul etmek zaruretindeyiz. Düşünce vatanımıza cemreleri düşüren, külliyata ait eserler hakkındaki yoksul kelimelerime başlamadan önce müsaadeniz olursa kısa bir mola verelim; Neomavi tarafından seslendirilen, Devri Daim şiiri eşliğinde kıssadan hissemizi alalım.
Hazreti İsa efendimizin yanından geçerken, “Çabuk geç ulan” diye seslenen biri varmış. İşte o adam halen daha yaşıyormuş ve kıyamet gününe kadar da yaşayacak ve aç bî ilaç dünyayı gezecek, asla ve kat’a bir dam-ev sahibi olamayacağı gibi herkes tarafından hor görülecekmiş! Her şey bir yana bu mel’ûn mahlûk yanından geçenin İsa Efendimiz olduğunu biliyor muydu ki böyle bir cezaya müstahak bulundu?!…
Aziz gönüldaşım, eminim ki soru işareti ve ünlem işaretinin birlikte kullanılmasının sorulan suale, “Evet biliyordu ve müstahak oldu” mânâsına geldiğini idrak ettiğini görsem de bu kısa izâhı yapmaya mecburdum. Sonuçta iyi niyetli olsalar da bilmeyen kardeşlerimizin olabileceği gibi art niyetli renksizlerin ise ellerine malzeme vermemek için bu kısa izâhı yapmak zaruret oldu.
“Aşık – Şair – Savaşçı / 2” makalemizde Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nun temsil ettiği vahdaniyetçi kimliği, bilge şahsiyeti hakkında yoksul bir Türk olarak eksikliğime ve noksanlığıma aldırmadan yazma cüretinde bulundum. Şu ân ise engin hoşgörünüze sığınarak, Doktriner İslam, vahiy, Müessir Eser-Allah Resûlü’nün varisi olan Mir / Salih MİRZABEYOĞLU tarafından kaleme alınan eserlerinin tarihi vetirede-süreçte ifa ettiği kıymetleri ve kavşak noktasında hangi izdüşümlerine denk geldiği hakkında yazma cüretinde bulunacağım; hatam olursa af ola.
İBDA Diyalektiği eseri ile alakalı düşündüğümüz takdirde tarihî izdüşümü olarak karşımıza Turan yaylasının alpereni İmam MATURİDÎ’ nin çıkacağına inanıyorum. İmam MATURİDÎ, bugün yaşıyor olsaydı kaleme alacağı eser kesinlikle ve kesinlikle İBDA Diyalektiği olurdu.
Sayın Mirzabeyoğlu’nun Erkam adlı eserinde, Hz Ali (r.a) ayak izlerini takip eden erdemliler kervanının alçak gönüllü, tevazuu ehli, marifet sahibi matematik erbaplarının sinema şeridinde ki geçişlerini izleyebiliriz. Erkam eserine dikkatli bakan gözlerin göreceği üzere denklemlerinde; gâh Harizmî, gâh Uluğ Bey ile selamlaşmasını, açılımlarında, gâh Semerkant’ın asil çocuğu Ali KUŞÇU ile gâh Türkistanlı Ahmet FERGANÎ ile sohbetlerini, bağıntılarında, Ömer HAYYAM ile merhabalaşmasını veya El BİRUNÎ ile akademik konuşmalarını, Nasirüddün TUSÎ / Nasrettin Hoca ile Tecrid-ül Kelâm eseri üzerine karşılıklı latifelerini-şakalaşmalarını görebiliriz. Hani demem o ki, karizmatik çileleriyle beraber ahrete göç etmiş bu kıymetli insanlarımız, bugün yaşasalardı, ihtimal payı bırakmaksızın söylemeliyim ki kesinlikle ve kesinlikle ERKAM eserini kaleme alırlardı.
Tilki Günlüğü eseri ile alâkalı olarak; düşünce tarihimizin belleğine başvurduğumuzda, hikmetin kapısı, gramer ilminin babası olan Hz Ali’nin (r.a) ayak izlerinin takip edildiğini görüyoruz. Yusuf Peygamber’e bahşedilen rüya tabiri ikramı ile temeyyüz eden İmam NABLUSİ ile İbn ŞİRİN veya gramer ilminden nasiplenen Kaşgarlı MAHMUT ile Yusuf Has HACİP, seyahatnamesi ile şöhret bulan Evliya ÇELEBİ’nin siluetleri karşımıza çıktığı gibi Göktürk yazıtları ile tarihin vakanüvislerine kazınan Bilge Kağan’ın derinliğini, mümin kardeşimiz Goethe’nin kadim çağlara ait hikmetleriyle karşılaşacağınızdan şüphem yok. Bu eser hakkında yazabilecek cümlemi tahmin etseniz de ben, yine de yazayım. Evet, rüya yorumlamasını öğrendiğim bu eser; ilim şubelerini kuşatıcı, marifet ehline yol gösterici olduğu kadar dünlere ait net bakış, bugünü izah, yarınlara pusula hükmündedir.
Yağmurcu vesilesiyle; bizleri, Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e yaptığı seyahatleri neticesinde insan denen varlık vesilesi ile tezahür eden Allah’ın esma tecellilerini anlatmaktadır. Fakih kimliğine bitişik olarak Hızır ile yarenlik eden Yusuf Hemedanî veya Hızır ile zamanda yolculuk yapan Mevlana Halid-i Bağdadî’nin günümüze yansıyan gölgelerini görebiliriz Salih MİRZABEYOĞLU’nda. Bu minvalde, mümin kardeşimiz Gothe’nin diplomasına imza atan Mevlâna Halid-i Bağdadî ile Fransız zindanlarında yatan mümin gönüldaşımız Carlos’un kalemine mürekkebini gönderen MİRZABEYOĞLU arasındaki korelâsyonu ehline havale ediyorum.
Sefine adlı eseri vesilesiyle; fizik ilminin optik dalını inşa eden İbni HEYSEM ile mi sohbet ediyorum yoksa “Eşya gölge” tesbiti ile fiziğin temel dinamiklerine yol gösteren Muhiddin-i ARABÎ ile mi sohbet ediyorum çelişkisine düşecek kadar şaşırır kalırsınız. Aynı minvalde Marifetname eserini kaleme alan İbrahim Hakkı veyahut bir bakmışsınız ki kuantumun uygulandığı kimya ilmi hakkında Mir / MİRZABEYOĞLU himmetiyle Cafer Bin Sadık ile sohbet ediyor bulabiliriz kendimizi.
İmdi, insan aklını geren metinler arası geçişlerin ve eserler arası bütüncül bakışın yorucu olmasını göz önüne alırsanız, bir nefes payı dinlenmeyi hak ettik. Âşık Sefaî tarafından seslendirilen “Gözlerin Cennet Çiçeği” şiir dinletisi eşliğinde Türk mahallemizde gezintiye çıkalım.
Türk ordusunun temellerini atan Mete Han, disiplinli bir ordu kurmak için çeşitli metotlar denedi. Bu öyle bir askerî eğitimdi ki, emirlere karşı gelmenin cezası ölümdü. Hatta bir ara Mete Han okçulara örnek olsun diye hedef tahtasına kendi nişanlısını koymuş ve askerlerinden de yaylarını gerip, oklarını atmalarını emretmişti. Emre karşı gelmekten arındırılmış, disiplinli, cesur ordusuyla Çin haricinde hemen hemen tüm Asya kıtasını tek bayrak altında topladı.
Kıssadan hangi hisselerin alınması gerektiğini, kıymetli gönüldaşlarımın engin vicdanı, dingin ruhu ve irfanla bezeli idraklerine havale ederek bıraktığımız yerden devam etmeye çalışayım.
İşkence eseri ile İdeolocya ve İhtilâl adlı eserlerini birlikte değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Küresel savaş baronlarının yerli işbirlikçileri eliyle “kişiye karşı özel savaş tekniklerinin uygulandığı” tek insan olan Ahmedî ahlâklı Salih MİRZABEYOĞLU, zor zamanlarda müminler zarar görmesin, imân sahipleri incinmesin diye İsmailce yürümüştür zulmün üstüne, üstüne. Metehan, nişanlısını hedef tahtasına koyarak eğitirken MİRZABEYOĞLU ise müminler rahat edebilsinler diye kendi vücudunu kalkan etmiştir ahbes rejimin oklarına. İdeolocya ve İhtilâl adlı eserinde ise nasıl ki Metehan aziz Türk ordusunun temellerini attıysa, Mirimiz ise Başyücelik Devleti’ne giden yolda yapılması gerekenlerin temellerinden bir temeli atmıştır…
Yaşamayı Deneme; mizacı aşk, üslûbu muhabbet, estetiği sanatkârane olan her insanın kendisini bulduğu eseri ile yolunu kaybedenlerin kalp rotasının ne olması gerektiğini ve unutulan ulvi değerlerin azimli hatırlatıcısı olarak bizlere iyiyi, güzeli, doğruyu öğrettiğini okuyabiliriz. Bu eserinde mümin kardeşimiz Goethe üstadın hikmetli romantizmini, Şeyh Sadî üstadın darbı meselleri üzerinden aşk/sevda ile bezeli şecaati ve cesareti, Hafız Şirazî’nin hasret ve özlemi dillendiren satırlarına şahit oluruz. “Tabiatı fazla araştırmanın zinaya benzediğini” dillendiren İbn Arabî ile mutabık olma adına çevreyi lime lime, doğayı parça parça etmemek için bütün dünya ordularından daha iyi organize olan karıncalar üzerinden coşkun bir aşk-sevgi ile teşkilatlanmanın, “nasıl”ını öğretmektedir. Diyeceğim o ki, Hafız Şirazî, Şeyh Sadî veya Goethe, nefes alıyor olsalardı kesinlikle Yaşamayı Deneme romanını dokurlardı tezgâhlarında.
Beyaza dönen dağlara sisten bir tül inerken ve uzaklarda palmiye ağaçları meltemle oynaşırken, Allah aşkına, kadim mirası kabul edelim ve içimize bakalım. Salih MİRZABEYOĞLU; Allah’ın hizmetkârı, Allah Resûlü’nün vekilharcı olarak, “Hilkat insanla mühürlendi ve idrak lisânla çerçevelendi” (1) gerçeğini ifâde etmektedir. Yoksul bir Türk olarak, ifâde edebilme liyakatine lâyık olamasam da yazabildiğim satırların öncelikli perspektifinin, Allah ve Resûlü istikametinde yürüyen Fakih Kumandan’ın ayak izlerini takip iştiyakı olduğunu söylemeliyim. Tabiîdir ki okuyan her mümin gönüldaşım beğenecek diyemem. Maksadım, sadece külliyata ait eserlere hurma dalı uzatmak, söğüt gölgesi düşürmekti ki söylediklerimin temyize götürülmesinden rahatsız olmam. Bilakis memnun ve mesut olurum.
Burhan Halit KOŞAN
1-Salih MİRZABEYOĞLU, Dil ve Anlayış -Dil ve Diyalektik-, Sayfa:118
Not: Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nu tanımama vesile olan Ömer KISAKÜREK beyin aziz hâtırasını yâd etmek ve kıymetli gönüldaşımız Mehmet KARATEPE Bey’e en içten kalbî duygularımla.