“YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE!”

“YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE!”

MEHMET ALİ ÖZTÜRK’E NİÇİN SAHİP ÇIKILMIYOR?

Devlet ve millet tarifini, bize bakan yönü ile hak ettiği gibi yapabilecek bir kaç kişiden biridir Dündar Taşer. Bu nedenle, “devlet” deyince hemen belirir zihnimde ”Büyük Türkiye” ideali. Büyük Türkiye’nin her ferdi kıymetlidir. Bu ferdler bir ortak oluş bütünlüğünün parçasıdır, yapma ve sonradan mamul gecekondu sakini değil. Dündar Bey’in tarifi ile ”Millet yapma bir varlık değildir. Ne kahramanlar, ne âlimler, ne sanatkârlar bir millet imal edemezler. Millet, binlerce yıl içinde, kanın, imanın, duyguların birleşmesi ile yoğrulmuş; ortak değer yargıları halinde billurlaşmış ortak davranışlar halinde görünmekte olan, haz ve elemi beraber tadan, birbirinden haberi yokken de birbiri gibi olan varlıktır.” ifadesinde billurlaşan bütünün birer parçasıdır. Devlet ise bu billurlaşan ruhun sevk ve idare işini üstlenen yapı… Bu ruhun parçası olma kıymeti ile her fert yeryüzünün herhangi bir köşesinde olsa dahi Büyük Türkiye’nin güvencesi ve himayesi altındadır.

Tarih boyu gerek İslâm devlet anlayışı gerek ise Türk-İslam devlet anlayışında devlet, ”can, mal, din, akıl ve neseb” emniyeti ile mesul tutulmuştur. Bu mesuliyet, herhangi bir sınır gözetmeksizin, yalnızca o devletin bir ferdi olma ya da daha geniş mânâda ortak değer yargılarına sahiplik hissi taşımayı yeterli görmektedir. Bakınız Devlet-i Aliyye’nin Endülüs ve Açe’ye uzanmasının manası ortak değer yargılarına sahiplik hissi ile alâkalıdır. Denizlerin köpüğüne gemileri sürüp bu uzak diyarlara el uzatışımız bundandır. Yine İslam Halifesi Mutasım Billah’ı Rum diyârına fethe götüren ana sebep, ”Va Mutasımah” çığlığının ta kendisidir. Bu feryadı işitmek için iki sebep var; bir zulüm var, iki ortak değer yargısına sahip bir kadıncağızın feryadı var.

Bugün, antik Yunan’dan Roma’ya uzanan, Ortaçağ Avrupası’ndan Fransız ihtilâline ve sonrasına şekillenen anlayış ile dar ve donuk bir şekle büründürülen ve adına yurttaşlık denilen kavramın dahi hakkı verilmemektedir. Bırakalım ”büyük” devleti, her devlet için yurttaşı kıymetli olmalıdır. Lâkin bu kıymet yurttaşlar arasında eşit ve adil tezahür etmelidir.

Bir yazımda makbul ve vatandaş olarak Rıza’ları tefrik etmiştim. Maalesef bu ayrımı yalnız benim değil, devleti idare edemeyenlerin de yaptığına bir kere daha şahit oluyoruz. Bu şahitlik ile beraber elbette idarecilerin ortak değer yargılarına da şahitlik etmiş oluyoruz.

Meşhur Rıza Zarrab’ın ABD’de tutuklanması üzerine Dışişleri Bakanlığı iki kere nota vermiş; ”Bu (Zarrab) bizim vatandaşımızdır ve böyle (ulaşılamadığı yönünde) haberler var, bunun durumu nedir? Aradan 3-4 gün geçti, nota ile sorduk ama sizden dönüş olmadı” açıklaması ile Bakan olayı gündemine almıştı. Bakan’dan milletvekiline, yerelden genele neredeyse bütün idarecilerin mahkeme süresince tek derdi ”Makbul Rızaydı.” Tabiî ki bütün idareciler derken devletin tepesinden de hemen her gün bir ses duyuluyordu konu hakkında. Bir konuşmada da, ”Netice de bizim vatandaşımız olduğu için, hukukunu aramak zorundayız. Bu Rıza Zarrab değil de bir başka vatandaş da olabilirdi. ABD, Türkiye’de bir vatandaşının tutuklanmasına nasıl duyarsız kalmıyorsa, biz de herhangi bir vatandaşımızın bir başka ülkede tutuklanmasına duyarsız kalmayız” diyerek konu hakkındaki yüksek ilgi ve alakalarını beyan etmişlerdi. Devlet erkânı, Makbul Rıza için seferber oluyor ya da bir Bakan’ın tabiri ile ”önüne yatılıyordu.”

Efendim, Makbul Rıza da vatandaşımızdır! Elbette vatandaşın hukukunu savunmalı devlet. Öyle kolay kolay, göstere göstere bırakın gözaltına almayı, bir yabancı ülkede grip olsa hesabı sorulmalı! O yabancı ülke de grip olan vatandaşımızın hesabını verememe korku ve endişesine gark olmalı! Ancak burada bir şahitliğimiz var demiştik. Makbul Rıza konusunda gösterilen tavrın onda birini geçtim, yüzde biri dahi Dubai’de gözaltına alınan ve Abu Dabi’deki CIA üssüne götürülen Türkmen-Der eski Başkanı Mehmet Ali Öztürk için ortaya konulmamaktadır. Devlet erkânı için, acaba Makbul Rıza olmayan vatandaşların kıymeti yok mudur? Ya da Makbul Rıza ile olan ortak değer yargınız sizi seferber olmaya itiyor da, eşinin deyimi ve bizlerin şahitliği ile ”bu dinin, bu vatanın aşığı”’ olan Mehmet Ali Öztürk için kılınızı dahi kımıldatmıyorsunuz?

ABD’ye Gülen’in iadesi için seslenen devletin tepesi, bir keresinde, ”siz bir suçluyu bizden istediğinizde biz size belge mi sorduk?” demiş ve ülkeden Guantanamo işkencehanesine teslim edilenlerin olduğunu ikrar etmişti. Yoksa bu sessizliğin nedeni bu mudur? Geçmiş cürümlerinize yenisini mi eklediniz? BAE istihbaratı ve CIA ortak yapımı bir icraat ile hürriyetinden alı konulmasına göz mü yumdunuz, bu sessizliğiniz bundan mıdır?

Bu dinin ve bu vatanın aşığı ve yine eşinin ifadesi ile ”bir mazlum görünce geceleri uyuyamayan” koca yürekli Mehmet Ali Öztürk için seferber olacak Büyük Türkiye maalesef yoktur. Giderek, vatandaşlarımızın ülke dışında emniyet ve hürriyeti daha fazla ihlâl edilmeye başlıyor. Mısır, işgal şebekesi İsrail ve son olarak Belçika’da Metin Balkanlıoğlu Hoca’nın gözaltına alınması. Eğer BAE’deki vahim olay görmezden gelinmeye devam edilirse yarın bir başka ülke de hiç bir yaptırımı olmayan bu muameleyi uygulayacaktır. Tabiî ki hadisenin odağında -Makbul Rıza gibi- iktidarın ortak değer yargısı olduğu bir zat olursa, önüne bile yatılır!

Mehmet Ali Öztürk’ün CIA tarafından kaçırılması hiç bir gerekçe ile kabul edilemez ve karşılıksız bırakılamaz. Bu hadise ile beraber birçok hadisenin gözümüzün içine kadar soktuğu fakat birçoğumuzun göremediği gerçek şudur ki: ”Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!”

Suat KÜRŞAT

Mehmet Ali Öztürk’ün 20 Şubat’ta CIA tarafından kaçırılması ile ilgili olarak yapmış olduğumuz haber:

CIA OPERASYONUYLA KAÇIRILAN TÜRK

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d