DOĞRUYU YANLIŞTA KULLANMA -İBDA DİYALEKTİĞİ-
İBDA’nın dili çetrefilli ve zor diyoruz ya…
Bir dili çözebilmek ve dolayısıyla fikri anlayabilmek için, o dile ait terkibi hükümlere, çeşitli formülasyonlara da aşina olmak gerek.
Bu çerçevede, çeşitli vesilelerle İbda diline ait terkibi hükümlerin ne demek olduğuna dair kısa izâhatlar vermeye çalışacağız.
“Doğruyu yanlışta kullanma” terkibi de İbda’nın kullandığı formülasyonlardan biridir.
Doğru, iki çeşittir.
Biri “mutlak” doğrular, diğeri de buna nisbetle “izafi” olanlar.
İzafi doğrular, “mutlak” olana nisbetle bağlamı ile ele alınması gerekenlerdir.
Mutlak doğru, Allah kelâmı…
Kul plânında “mutlak” olansa Allah Resûlü.
Bundan sonra da üste göre usûl, alta göre esas belirten üst dil, üst mânâ, üst diyalektik diyebileceğimiz veli kelâmı var ki zirvesinde de sahabî görüşü bulunmakta.
Meseleyi teorik plânda tartışmaktan öte doğrudan pratikten misâl vererek izâh etmek gerekirse…
Malûm, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ankara’da inşa ettirdiği sarayın israf olduğu hakkındaki eleştirilere karşılık, “itibardan tasarruf olmaz” denilerek cevap verilmişti. Devlet faaliyetlerinin ülkenin vakarına uygun yürütülmesi gerekiyormuş…
Saray çevresinden bu açıklamalar gelirken, bu açıklamaların altını ideolojik olarak doldurmak gayesiyle İslâm tarihinden bir misâl verildiğine şahit olduk.
Verilen misâl şu
Halid bin Velid Hazretleri, Şam’da debdebeli bir hayat yaşıyorken, Hz. Ömer’e şikâyet ediyorlar. Hz. Ömer bunun sebebini sorduğunda o da şöyle cevap veriyor: Ben müşriklerle sınırım, onlara karşı İslâm’ın izzetini muhafaza için buna mecburum.
Hazreti Ömer de ona, “Devam et!” diyor.
Yani normalde yanlış olan bir şey, onun durumunda, müşriklere karşı İslâm’ın izzetini muhafaza şartlarında doğru kabul ediliyor.
Peki, oradaki bu şartlara bağlı olan doğru, burada geçerli mi?
O şartlar burada da tahakkuk ediyorsa, elbette olur.
O zamanın haberleşme ve iletişim araçları, bugünle bir ve aynı değil. Bugün seni beni tanıması için o debdebeli yaşama şahit olmasına gerek yok.
O zaman bugünkü gibi sokaklarda aç ve çıplak var mı? Yani devlet, tebasının açlığına, yoksulluğuna rağmen mi o debdebeye müsaade ediyor?
Ve o zamanın devleti tam bağımsız. Ülkenin çeşitli köşelerinde NATO üsleri pıtrak gibi boy vermiş değil. Devletin başı, “Bizim ülke, NATO-Haçlı toprağıdır” demiyor mesela. Bırak Haçlı NATO üslerini, Halid Bin Velid orada Haçlılarla savaşıp duruyor. Peki, bugün saraylar inşa edenler, Haçlılardan hangisine tek mermi attı? Adamlar bizi bizden daha iyi biliyor. Askeri olarak, ekonomik olarak neye gücümüz yeter, neye yetmez…
Bunlara karşı itibar olsun diye saray!!!
Adamlardan aldığın borç parayla saray yap sonra da “bak senden aldığım borçla bu sarayı yaptırdım, bu saraya bakıp bana itibar göster!” de…
Adamlar buna bir yerleriyle güler.
Türkiye’ye nasıl muamele ettiklerini Brunson hadisesinde bir kez daha gördük.
İtibarı sarayda arayanların yönettiği ülkenin manzarası: Batı-Haçlı paktındasın, AB kapılarında gezinip içeri alınmayı beklemektesin. Ülkende şu kadar aç, şu kadar çıplak, 12 milyon kadar sosyal yardım alan vatandaş, bu kadar işsiz, yüzbinlerce hapis, milyonlarca davalı, eğitimin çökmüş, bilim üretemiyorsun, içeride birbirinle kavgalısın, bir düzen kuramamışsın. Memlekete kargaşa ve kaos hakim. Bu manzarayı görmüyorlar da senin adamlardan borç alarak yaptırdığın sarayı görünce, “vay be adamlar amma da muteber kişiler olsa gerek!” diyecekler…
Sonra da Halid Bin Velid de debdebe içinde yaşıyordu, öyle mi?
*
Doğruyu yanlışta kullanmanın iki saiki vardır.
İlki mevzuya tam intibak edememek, yetersiz bilgi ve şuur seviyesi. Bu tolere edilebilir bir durumdur. Muhatabın yeterli şuur ve bilgi seviyesine ermesi için ideolojik eğitimin gerekli olduğu duruma işaret eder.
İkincisi ise doğrudan doğruya, istismar… Hakikati belli maksatlar için eğip bükmek, hakikatin ırzına geçmek suretiyle birilerine menfaat temin etmek, yanlışları bu yolla örtmek ve yanlışı doğru göstermeye çalışmak. Burada muhatabın niyeti hak ve hakikat olmadığından, bu ahlâksızlığı deşifre etmek gerekir. Doğruyu, birilerinin menfaati için eğip bükerek, yanlışa alet eden, istismarcı puşt, doğruya düşmanlığını açıkça ortaya koyup cepheden saldıran düşmandan daha tehlikelidir. Bunlar, “dini içten yıkan kâfir” hükmünün hasrı içinde derece derece, çeşit çeşit “din pezevengi” tipi.
*
Doğrunun, doğru yer ve zamanda ifade edilmesi, doğrunun yanlışta kullanılmaması bir diyalektik mevzuudur. İBDA Diyalektiği de işte tam bunun için. Nerede nereye bakacağını bilmek için. Hadiselerin dış yüz benzerliğinden kurulacak anolojilerle bu işin yürümeyeceğini görmek için. Kumandan’ın verdiği misalle, sinek de uçuyor diye kartal zannetmemek için.
A. Bâki AYTEMİZ