KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’NDAN SONRA -VI- anektod-intiba-varidat

KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’NDAN SONRA -VI- anektod-intiba-varidat

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu evinin bahçesinde Telegramcıların yaptığı saldırı neticesi “gerçekleşen” beyin kanaması akabinde kaldırıldığı Yalova Devlet Hastanesi’nde beyin ameliyatı yapılmış ve oradan sevk edildiği Siyami Ersek Kalp ve Damar Hastalıkları Hastanesi’nde devam eden yoğun bakım durumu 10. gününü geride bırakmıştı. Bu geçen vakit, zaman zaman bizi endişeye sevk edici, bazı zamanlarda ise umudumuzun artmasına vesile oluyordu.

Her şeye rağmen ümidimizi kaybetmemek adına birbirimizi moral verirken, bazen de içinden çıkılmaz durumlar yaşıyorduk. Zaman aleyhimize işlerken bir mânâda da lehimize işliyordu…

10. günü geride bırakmak, “beyin ölümü gerçekleşti” teşhisinin yersiz olduğunu ihtar ediyor fakat, sağlık durumunun her geçen gün negatif seyri bizi derin düşüncelere sevk ediyordu.
(…)

Saat 03:00 civarında, Aydın Alkan’la birlikte Kumandan’ın yanına çıktık. Pansumanını yapıp hasta tablosunu inceledik. Nöbetci doktorla sohbet ettik: Durum stabil. Aydın da tüm gönüldaşlar gibi uzun süredir uykusuzdu. Ona gidip dinlenmesini, sabaha kadar bekleyebileceğimi söyledim; (Gönüldaşlarımız arasında kendisinin ayrı bir yere sahib olduğunu hep iddia etmişimdir; dur/durak bilmeden gecesini gündüzüne katarak, davasına hep sadık kalan, birçok fedakârlıkta adeta hepimizle yarışan ve birçoğumuzu da geride bıraktığına inandığım yiğit gönüldaşım. Uykusuzluktan ve yorgunluktan ayakta duracak hâli ve takati olmamasına rağmen), o da benim gidip dinlenmemi söyledi. Bir müddet öylece kaldık Kumandan’ın yanında… İkimiz de ayrılmak, Kumandan’ı orada öylece bırakmayı hiç istemiyorduk. Konuşmadan, tek kelime etmeden öylece durduk. Kumandan’ın bir elini Aydın bir elini ben tutuyordum; karışık duygular, hüzün, ümid, ve daha niceleri…

Bu defa Aydın’a ikimizin de dinlenmesi gerektiğini söyleyerek ikna ettim. En azından 2-3 saat uyuyup yeniden görevimize devam edebilirdik böylece.

Birlikte koridora çıktık. Koridorda Yoğun Bakım Ünitesi girişinde nöbet bekleyen ve geçtiğimiz günlerde vefat eden gönüldaşımız Mehmet Şişmanoğlu ve ağabeyi Kemâl Şişmanoğlu ayakta beklemekteydiler. Kemâl Ağabey gelişme olup olmadığını sordu, Aydın kısaca bilgi verdi. Kemâl Ağabey’in şu sözünü dün gibi hatırlıyorum: “Göreceksiniz, Kumandan kalkacak! Neler atlatmadı ki, o şimdi uyuyor, dinleniyor, birkaç güne toparlayacak ve kalkacak! Daha bir sürü şey yapacağız, siz Kumandan’ı daha tam tanımıyorsunuz, o hepimizi bir araya topladı özellikle, kaynaşalım, güçlü olduğumuzu herkes bilsin ve görsün diye…” Bu muazzam ân görülmeye değerdi, Kemâl Ağabey, anlatırken dimdik ve gözlerinde gülümseme, umut yüklüydü. Mehmet Şişmanoğlu da Kumandan az sonra oradan belirecek ve yürüyerek yanımıza gelecekmiş gibi elleri önde bağlı saygı ve disiplin timsali şekilde ağabeyinin dediklerini kafa hareketiyle tasdik ediyordu. Heykel duruş… Şişmanoğlu kardeşler… Allah onlardan razı olsun, davanın büyük emektarlarından…

Aydın’a gidip dinlenmesini, 5 dakika daha Kumandan’ın yanında kalmak istediğimi söyledim.

Kumandan’ın başucundayım…

Nöbetci doktor ve bir sağlık personeli yan taraftaki hasta ile ilgilenirken göz ucuyla hareketlerimi izliyorlar.

Elini usulca tuttum, öptüm, sıcak ve canlı…

Her ân yatağından doğrulacak, uyanacak; hafif uykuda biri gibi görünüyor. Sakalına süzülmüş ve kurumuş kan damlalarını tırnaklarımla usulca temizledim.
(…)

Kulağına doğru eğildim:

Efendim! Tüm Gönüldaşlarınızın harbi ve hasbi selâmları var! Sizin bir ân önce sağlığınıza kavuşup buradan çıkmanız için hepsi dua ediyor. Bugüne kadar tüm ağır ve zor şartlara rağmen dayandınız, daha da dayanabilir ve bunu atlatabileceğinize inanıyoruz. Gönüldaşlarınızı, evlatlarınızı, mahzun etmeyin, birçok işkenceyi, badireyi gülümseyerek atlattınız, bunu da Allah’ın izniyle atlatacaksınız. Lütfen dayanın, bırakmayın, bırakmayın! Bırakmayın bizi…”

Elini bir daha öptüm ve yanından ayrıldım. Koridorda Kumandan’ımızın kızı Elif. Titrek ve üzgün bir ses tonuyla: “Ağabey, babam nasıl?” diye sordu. Durumunu anlattım. Ona, vakit buldukça Kumandan’a konuşmasını, moral verici sözler-selâmlar ve havadisler iletmesini söyledim. Elif babasının yanına giderken ben de hastane bahçesine çıktım.

Açıkçası, içinde bulunduğum durum ruh muvazenemi ciddi mânâda etkilemişti. Ellerimde Kumandan’ın kanı, sürecin sonunda ne olacağını bilememek, yavaş yavaş Kumandan’ın ölüyor olduğu fikrinin düşüncesi…

Halis Turan Ağabey’in hanımı Esma Hanım’la karşılaştım. Elinde tesbih, sanki içinde bulunduğum hüznü hissetmişcesine bana sabırlı olmamı söyledi ve devam etti: “Bak kardeşim, yaptığın şey Allah’ın izniyle hayra vesile olacak, gece gündüz Kumandan ile ilgilenmeye çalışıyorsun, yorulup uykusuz kalıyorsun ve çabalıyorsun. Birilerinin etraftan sana müdahale etmeye çalışması yada seni yıpratmalarına izin verme, kulağını bu gibi şeylere kapat, biz yanındayız. Doğru bildiğini Allah rızası için yaptığına inanıyoruz ve buna devam etmelisin. Sakın umutsuzluğa kapılma…” dedi.

Esma Hanım’ın konuşması moral vermişti…

(…)

Biraz dinlenmek için hastanenin mescidine -zemin katta- gittim. Bazı gönüldaşlar namaz kılıyor, bazıları dua ediyor ve bazıları da uzanmış uyumaya çalışıyordu. Işıklar sönük loş bir karanlık, gölgeler ve bazı dua mırıldanmaları… Yakındaki morg kapısının arada bir açılıp kapanma sesi… Derinlerden ağlama ve yakarış sesleri belli belirsiz… Gözlerim kapanmıyor, düşünmekten uyuyamıyorum…

(…)

BİR ANEKTOD

Kalk git buradan! Kalk! Kalk!

Zaten bir işe yaramıyorsun! Git! git buradan!
Hahahaaaa, sen kimsin lan! Salak, kendini ne sanıyorsun? Salih’i kurtaracakmış salak!..
 (Solumdan bir ayak, omuzuma vuruyor.)

Kalk lan!

Gözlerimi açamıyorum, ikinci bir tekme darbesinin yüzüme gelmemesi için ellerimle yüzümü kapattım.

3-4 farklı ses aynı tonda aynı minvalde ve daha yüksek sesle tehdit ediyorlar:

Salih öldü!

Bitti o! Evine git artık! Kalk burada uyuyamazsın! Motorunla eve giderken uykusuzluk yüzünden gebereceksin yavşak, git evinde zıbar! Otel mi burası salak

Sağ tarafıma doğru tüm gücümü kullanarak döndüm. Bu durumun, önce, bir hataratvari-cinnî bir şey olduğunu düşündüm, gözlerimi açabilsem ne olduğunu anlayacağım diye düşünüyorum. 5-6 dakika devam etti ve nihayet sağıma doğru güç-belâ hamle ederek kendimi toparladım, gözlerimi açtığımda sesler kesildi.

Etrafımdakiler tamamen uzanmış, uyuyor. Loşluk yerini zifiri karanlığa bırakmış. Ayet-el Kürsü, Felâk, Nâs, İhlâs… Gelen tek ses, şimdi, mescidin hemen yanında, arası bir kapıyla ayrılmış bölmedeki abdesthaneden gelen 2-3 kişinin abdest alma sesi. Bağdaş kurup oturdum. Sırtım duvara yaslı, abdest alanların mescide gelmesini ve onlar namaz kılarken de tekrar uyumayı plânlıyorum. Abdest bir türlü bitmiyor. 10 dakika belki de 15 dakika bekledim. Ses biraz da kabaca, musluklar sonuna kadar açılmış ve gürültülü şekilde abdest alınıyor belli. Ayağa kalkıp abdesthaneye gitmeye karar verdim, kapıyı açıp kim olduklarına bakacağım, belki beni görürlerse gürültü yaptıklarını anlayıp suyu en azından biraz kısarlar. Kapıyı açtığımda kimseler yok, 2 musluk açık… Ani ürperti hissi. Mağarada olan serin ve soğuk havayla kaplanıyor bir ânda heryer…

Belli oldu, uğraşıyorlar, korkutmaya çalışıyorlar, korkuyorum da, bir an evvel oradan kaçma hissi kaplıyor içimi…

Muslukları kapattım, musluk önlerinde abdest almaya dair ıslaklık yok… Kendime halisinasyonvari bir durum telkininde bulunmak istiyorum, umursamamak istiyorum, fakat beceremedim. Ürperti had safhada, kalbimin çarpıntısını hissediyorum, nefesim kesilecek oluyor, mescitteki gönüldaşlardan birini mi uyandırsam, sohbet bahanesiyle diye düşündüm, kıyamıyorum, hepsi uykusuz.

Atlatmalıyım bu durumu, telefonun ekran ışığıyla az evvelki yerime geri dönüp tekrar oturdum, uzanacak yer kalmamış bu defa, arkadaşlar ayaklarını uzatmış ben gelene kadar. Gözlerim açık, parmaklarımla sayısına dikkat ederek 11 tane Ayet-el Kürsü… üçüncüdeyim sanırım, hırıltılı bir nefes, uyuyanların arasından geliyor: “Kalk lan! Git! Git! GİT!”

Nefes alamayacak derecede boğulma hissi, telefonun fenerini hızlıca yakıp herkesin üzerine tuttum, kimsede bir hareket yok. 7-8 kişi var, çoğu gönüldaş, 1-2 yabancı kişi var, hususen onları inceliyorum ama onlarda da hareket yok. Tüm bunlara rağmen kararlı olmaya ve orada oturmaya devam ediyorum, ayağa kalkarak koşup dışarıya çıkma hissi ürpertiyle birlikte had safhada, kalkamıyorum. Seslere bir diğeri ve peşinden bir diğeri ekleniyor, aynı şeyler hızlı, sert, emir kipiyle devam ediyor. Net bir şekilde duyuyorum; biri sağımda, biri solumda, biri tepemde, iri yarı oldukları kanaati oluşuyor. Tam bu arada abdesthane kapısına bir yumruk iniyor, hafif ışık süzülen kapı aralığına baktım gelen yok. Sesler kesildi, birkaç saniye sessizlik. Emniyet hissi gelir gibi oldu bir ara, bu defa yine abdesthane kapısı şiddetli bir şekilde çarpıldı (hızlıca açılıp kapandı). Ayak sesleri, merdivenlerden koşarak çıkıyor, kalkıp yetişmek için hamle yaptım, amacım onu-neyse görebilmek, belli ki abdesthanede duruyordu ve şimdi merdivenlerden koşarak çıkıyor. Bakıyorum, kimse yok yine… Abdest almaya karar verdim, bu defa sesler içeriden geliyor, daha derinden daha kısık, zemin kat olmasına rağmen sanki bir kat daha alttan geliyor.

Mescide giriyorum, abdesthane bölümünün kapısı kendiliğinden kapanana kadar olan sürede, oranın ışığından yararlanıp, oturduğum yere dönüp… Bu hadiseler en az 5-6 kez tekrarlandı, bu defa biraz daha farklı, mesela kapı açılıp kapanmadan bunun sesinin gelmesi, abdesthaneye birilerinin gelip aşırı gürültülü şekilde abdest alıyor gibi sesler çıkarması, bu hâlâ burada kovun şunu” diyen sesler, kapı ardından ayakkabı çıkarıp giyenlerin, ayakkabı veya terlik sürtme sesleri, gülüşmeler, bazen kahkahalar…

Çıldırmak işten değil, bugüne kadar çok uykusuz kaldım, fakat bu durumun uykusuzlukla alâkası olmadığını biliyorum.

Sırtım duvarda, ayaklarımı hafifçe uzattım, sesler bazen azalıp bazen yükseliyordu ama aralıkları nisbeten azaldı, biraz rahatlar gibi oldum, aldığım abdestin ve okuduğum surelerin de tesiriyle biraz sakinlemiştim. Bir ânda kapı büyük bir gürültüyle bir defa daha açıldı, üzerinde cüppe, sarıklı şalvarlı, uzun boylu biri içeri girdi, bir ânda mescidin tüm lambalarını hızlı bir şekilde yaktı, ışığın ve gürültünün etkisiyle mescitteki herkes uyandı. Beyaz tenli, seyrek sakallı, oldukça uzun boylu bu kişi mescidin imam bölümünde hızlıca tekbir alarak namaz kılmaya başladı.

Ne olduğunu anlamayan arkadaşlar “ne oluyor” diyerek kendilerine gelmeye çalışıyorlardı. Biri kalkıp ışıklardan bir-iki tanesini söndürdü ve bir-iki lamba mescidi ayrıca aydınlatıyordu, uyumaya devam etmek isteyen arkadaşlar hızlıca böyle bir önlem aldılar kendilerince. Namaz kılan şahıs, sünneti bitirip selâm verdi ve sonra hızlıca gidip tekrar söndürülen diğer lambaları da yakıp yerine geldi ve yeniden namaza durdu. Lambayı yakarken elektrik düğmesine dokunmamış adeta yumruklamıştı. Sadece bu sesten bile herkes yeniden uyandı. Fatih Turplu’yu hatırlıyorum, namazını bitiren şahısa karşı ilk tepkiyi o verdi.

Münakaşa, tartışma hızlıca alevlendi, neredeyse birbirlerine yumrukla girişmek üzereyken Fatih’in kolunu tutup sakin olmasını söyleyerek kenara çektim, terbiyesizlik yapan şahsa yöneldim ki diğer arkadaşlar da neredeyse döveceklerdi, şahsa: Sen kimsin ve neden böyle bir rahatsızlık veriyorsun, görmüyor musun burada insanlar uyuyor! Namaz kılacaksan lambalardan birini açar geçer bir kenarda kılabilirdin, neden böyle bir tavır sergiliyorsun ki?” dedim.

Gayet rahat bir tavırla ben görevliyim” dedi.

Fatih, ani bir hamleyle şahsın üzerine atladı ki, tekrar Fatih’i uzaklaştırdım. Bu defa imam mısın” diye sordum, hayır” dedi.

“Görevin nedir?” diye sorduğumda ise kendisinin morg görevlisi olduğunu söyledi.
Bu defa omuzundan tutarak kendisinin oradan uzaklaşmasını söyledim ve o da hızlıca çekti gitti.

Bunun gibi sıra dışı, akılları zorlayacak hadiseler defalarca yaşandı.

Hâlâ uyumamış olmama rağmen uykusuzluktan eser kalmamıştı. Namazı kılıp dışarıya çıktığımda yeniden Esma Hanım’la karşılaştım. Bana bir sigara uzattı, o da uyumamış ve birçok gönüldaş gibi hastane kapısında dualarla beklemişti.

Bana:

– “Yavuz, Kumandanımız yaşayacak mı! aramıza dönecek mi?” diye sorarken sesi titriyordu…

– Evet yaşayacak!..

-devam edecek-

Mehmed Dedeoğlu

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et