EBUBEKİR SİFİL’İN “TAHAVİ AKİDESİ ŞERHİ’’ İSİMLİ ESERİ HUSUSUNDA BİR TETKİK

EBUBEKİR SİFİL’İN “TAHAVİ AKİDESİ ŞERHİ’’ İSİMLİ ESERİ HUSUSUNDA BİR TETKİK

Geçen gün Ebubekir Sifil’in kaleme aldığı Tahavî Akidesi Şerhi isimli akaid kitabını tetkik etme imkânı buldum. Hoca, itikadî bozulmaların çokça yaşandığı devrimizde bu eseri kaleme almakla iyi etmiş, burası tamam. Fakat “Yöneticilere İtaat” maddesinin şerhinde bir noktaya denk geldim ki bu nokta Ehl-i Sünnet ve Cemaat mânâsına tâbi bir ruhun anlayışıyla çelişki içeriyordu. Hoca, 225. sayfada bulunan “Yöneticilere İtaat” başlıklı bölümde şunları söylüyor;

Bir zalim yöneticiyi devirmek için ayaklandığımız zaman, tarihi tecrübeler de onu gösteriyor ki daha büyük ve daha sürekli kırılmalara yol açıyoruz. Yani Ehl-i Beyt’in Emevi ve Abbasilere karşı ayaklanmalarına bakın. İmam Zeyd ve İmam Yahya’nın ya da diğerlerinin ayaklanmaları problem çözmekten çok problem oluşturmuş. Hz. Hüseyin kendisine gönderilen bey’atlara bel bağlayarak huruç hareketine kalkışıyor. Ama sahabeden hemen hemen hiç kimse onu desteklemiyor, hatta ona engel olmaya çalışıyorlar.’’

Hz. Hüseyin’in hüviyetine dair beraber bir bakış yapalım;

Râşid Hulefa elinde yürütülen İslâm, ilk kez İslâmî devletten yoksun kalma pozisyonuna uğradı. İslâmî yönetim olarak kendini adlandıran Yezid isimli şahıs ve komutanları, kurdukları İslâmî yönetimi (!) daha hâkim hale getirmek istedi… İslâmî devletin olmadığı ilk devir böylece nutuklar ve boğuşmalarla kendisini gösterdi.

Hz. Hüseyin… İslâm tarihi boyunca İslâmî devlet eksikliği içerisinde ilk kez kendi kendine düşünen ve büyük feraset nuruyla diğer sahabelerin de önüne geçen, Kumandan’ın bütün gönüldaşlara ve “Mutlak Fikir”in hâkimiyetini isteyenlere bir oluş ve aksiyon ilkesi olarak tesis ettiği KENDİNDEN ZUHUR’un ilk ve en samimi tatbikçisi-uygulayıcısı, yolu yolumuz, çilesi çilemiz, derdi derdimiz olan…

İBDA’nın bu büyük ilkesi; Hz. Hüseyin Efendimiz ile başlar!.. İlk öncümüz!.. İlk kez halife olmadığı dönemde KENDİ BÜYÜK REY’ini kullanan yüce insan…

Şartların empoze ettiği durumlar içerisinde, “gerekli gördüğü şeylere gerekeni yapmak” düşüncesi, Hz. Hüseyin’in büyük kafasında belirdi. Doğru fikir… Doğru hareket… Büyük deirenç ve azim… Hz. Hüseyin hedefine ulaşamadı ama zulme baş kaldırı ilkesinin işleticisi ilk büyük vasfı temsil ettiğinden, Ulu’l Emr’in olmadığı devirde gereken karakteristik yapıyı vermesi yönüyle büyük amiller sınıfından olarak şehid düştü. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu‘nun Münşeatı ilk önce Hz. Hüseyin’in ruhu olmak üzere, nasiplisi olan bütün mümin ruhları övmektedir;

Kendi düşmanızı aramalısınız
kendi savaşınızı yapmalısınız
ve kendi fikirleriniz uğruna şayet yenilirseniz
– kader neyse o!

Yine de zafer narâsı atmalı, kalbiniz
dürüstlüğünüz için”

Bazı sahabelerin onu engelleme fikrine dokunacak olursak;

Cennet gençlerinin efendisi olarak, Allah Resûlü tarafından taltif edilmiş bu yüce insan, kainatın başından beri yaratılmış ve kainat dürüldükten sonra da cennete gidecek olan bütün dünya müslümanlarının gençlerinin efendisi hükmünde bir makama oturtuluyor!..

Hz. Hüseyin ki, Allah Resûlü’nün, “Cennet Gençlerinin Efendisi” diyerek iltifat buyurduğu ve Sahabe’nin de giremediği o evde, Allah Resûlü’nün getirdiği dini yüzlerine baka baka okuyandır. Dışarıda, Resûlullah’ı her şeyden üstün tutan sahabeler kurt olarak sembolize edilirse, o evden çıkacak kişi de arslandan aşağı sembolize edilemez. Bu sebeple on mübarek kurt hakikat için bir araya gelse de, zuhurları arslanın zuhuru gibi olmaz!… Sahabe ve ÖNCÜ Sahabe meselesi

Öyleyse SAHABE ŞAHSİYET’lere bakarken olması gereken anlayış ruhu; “Hazreti Hüseyin” lâfzını; -ilk okula kayıt yaptırır bir edada- “Hazret” ifadesini isim, “Hüseyin” ifadesini soy isim olarak görerek “Hazreti Hüseyin” değil de, “Hazret” ifadesinin ÖNCÜ SAHABE’yi anlatmak üzere MAKAM, “Hüseyin” lâfzını ise bu makama oturan bir isim olduğunu derinden derine kabul etmiş şekilde “Hazreti Hüseyin” şeklinde idrak etmek… İBDA Mimarı’nın; “Sahabelerin Rolü ve Mânâsı” isimli eseri de bu anlayışı tamam etmek için var… Bu, “Ruh ve Anlayış Hâli” için!..
Gelelim Hz. Hüseyin Efendimiz’in, “zalim imam”a ayaklanması olayını, “fasık imam”a ayaklanma olarak verilmiş örnek yanlışlığına…

Hocanın kestiremediği mesele; “emîrin fasık yahut zalim olması” meselesidir. Eğer İslâm Halifesi mevkînde oturan müslüman fasık ise bu, onun halifelikten azlini, ona olan isyanı meşrû kılan sebep değildir. Çünkü İBDA Diyalektiği’nin ölçü olarak aldığı, İmam Hanbelî’nin mealen şu sözü; “Kâmil olup idareye ehil olmayan mümin yerine, fasık olup idareye uygun olanı tercih ederim. Çünkü birincisinin faydası kendisine zararı ümmetedir. İkincisinin zararı kendisine faydası ümmetedir.”

Eğer İslâm Halifesi mevkiinde oturan müslüman kişi zalim ise, ona karşı isyan haktır. Çünkü Halife; “şeylere ve olaylara tesir edici ana mihrak” olması hasebiyle işletmesi gereken unsur “doğru”dur. Halifeyi doğru veya zalim yapan şey ise “ne işlettiği ve nasıl işlettiği” sorusudur. İslâm emiri, doğruyu işletmek için var olduğuna göre, eğer doğrudan saparsa, onun hakkı, sahabenin, Hz. Ömer’i ikâzen söylediği, “eğer her uyarıya rağmen doğrudan sapmaya devam edersen seni kılıçlarımızla düzeltiriz” sözünün gölgesidir. Çünkü o, yapması gerekeni yapmak yerine yapılmaması gerekeni, -mevkîsini istismar ederek- “uygulamış” olur. Bu uygulamaya isyan haktır. İslâmî devlette halife zulmediyorsa, bu İslâmî devletin edası değil, halifeliği istismar eden monarşik bir yapının ürünü olur.

Öyleyse âşikardır ki Hz. Hüseyin Efendimiz’in durumu fasık imama başkaldırı değil, zalim imama başkaldırıdır.

Hz. Hüseyin Efendimizin durumunu yanlış tahlil etmek ve onun hâli hakkındaki muvazenenin Ehli Sünnet bir hadis alimi tarafından doğruca belirtilmemesi büyük bir yanlıştır.

Muhakemesi doğru bir şekilde yapılmamış bu meselenin umuma açık bir şekilde kitaplaşmış olması başka bir yanlıştır.

Umuma açık olarak kitaplaşan bu yanlış muhakemeyi şerh kitabı olması hasebiyle bir nevî İmam Tahavi’ye yaptırma görüntüsü başka bir yanlıştır.

Bu muhakeme yanlışlığını ayrı bir eserde fikir beyanı halinde değil de avamın doğrudan kabul etmek mükellefiyeti altında olacağı malûm bir şekilde; “Ehli Sünnet ve Cemaat Akaidi” başlığı altında vermek çok daha farklı bir yanlıştır.

Konuşmamı şu tavsiye ile bitirebilirim;

Hani Ehli Sünnet camiada bulunan insanlar doğru bir şekilde yürür de kâfirler ona karşı teyakkuzda bulunur ya… Bütün bu teyakkuza karşı kişi her şeyin üstesinden gelir de bazı teyakkuzlar onu iyice yorar… Tam bu noktada İslâm’a tabi insan her şeyi bırakıp kalbine ve yaptıklarına bir göz atmalı… “Acaba dosdoğru bir şekilde yürüdüğüm için Adetullah gereği kâfirlerin şiddeti mi artıyor yoksa bir büyük yanlışım sebebiyle Allah’ın gazabını mı üzerime çekiyorum?” diye… Bu tavsiye, müslümanın hayatına dair bir kalp haysiyeti… Son gelişen olaylara binaen, ben, hocaya bunu öneriyorum.

Melih VASIL

11.01.2021

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: