TECRİT VE HÜKÜM

Alâaddin Bâki AYTEMİZ

Alâkalarından ayırmak, soyutlamak… Tecrit bu…

Hüküm verebilmek için tecrit gerek. Her spesifik durum için, hükmü, o spesifik durumun kendi şartlarına göre kurmak. X ve Y birbirinden ayrı hadiselerse, X durum hakkında hüküm vereceksek, bu hükme Y durumun tesir etmemesine çalışmak.

Bir meseleyi değerlendirirken, sadece o meseleyi ele almak, kişinin, hadisenin, kavramların çağrıştırdığı diğer meselelerin, o özgül durumdaki değerlendirmeye tesir etmesine fırsat vermemek.

Adam geçmişte şöyle rezil işler yapmıştır ama burada kendisi yanlış yapılan taraftır. Geçmişte yaptığını değerlendiririz ve hükmü veririz. Ama burada yeni bir durum doğmuştur ve buna göre yaptığı veya söylediği doğru neticesi haksızlığa ve zulme uğrayamaz mı?

Hep geçmişte söylediği şey üzerinde mi kalacağız? Elbette geçmişte söylediklerini, yaptıklarını da unutmayalım, ama ortaya çıkan yeni durumlarda, atılan yeni adımları değil de hep o geçmişte söylediklerini görmeye devam edip, sadece o söylediklerini gündeme getirip, yaptığı ne olursa olsun hep onu mu hatırlayacağız?

Bir insan bir veya daha çok yanlış yaptı diye, doğru söylediği şey üzerinden saldırıya ve haksızlığa uğruyorsa, ona “beter ol” demek, dolaylı olarak doğrularımıza yapılan saldırıya da onay vermek demektir. Yani, meseleyi fikir plânında değil de şahıs plânında ele alıyoruz demektir. Doğru fikir yanlış şahsın ağzından çıkmış olamaz demek istiyoruzdur.

İşte aksiyonda tecritin en çok gerekli olduğu yer de burasıdır. Tecrit, düşünce ile ulaşılan neticedir. Her hadiseyi, ortaya çıktığı kendi şartlarına, hususiyetlerine nisbetle ele alabilmektir. Filan iyidir, falan kötüdür dolayısıyla falan ne söylerse söylesin kötüdür ve başına ne gelirse gelsin hak etmiştir şeklinde, fikirlere değil de kişilere göre hükme varmaksa çoğunlukla psikolojik bir tavırdır. Psikoloji, düşüncenin iptalidir. Düşünerek, soğuk kanlılıkla hüküm vermeyi değil de düşünmeden, kırmızı gören boğanın saldırması refleksi gibi bir psikolojik saikle, bir kere yanlış yaptığını gördüğüne, artık ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın, ilk yaptığı kötülük ve yanlış çerçevesinde tepki vermekle olur. Ortaya çıkan yeni durumu fikir plânında değerlendirip, bu çerçevede yeni hükümler kurmaktansa, eskinin hatırlattığı psikolojik saiklerle tavır almak…

Bu, hayatın donması, dondurulmasıdır. Hayatsa dinamiktir ve hayatı donduran aslında kendisi zaman ve mekânın dışına çıkıyor, yobaz dediğimiz tipe kayıyor demektir. Dinamik süreçlerde dinamik kararlar alabilmek ve her yeni durumda yeni düşünceler üretip, yeni hükümler verebilmek yerine, kişi ve olayları daha önceden verilmiş tek bir hükmün çerçevesinde değerlendirmek…

Bizim ideolojimiz, her öznel durum için o durumun şartlarına göre hükümler verebilecek tecrit imkânını sunmuştur. Diğer ideolojiler bunu yapamaz. Zira eşya ve hadiseyi insan aklının kısır çerçevesi içinde değerlendirir. Doğrudan insan aklının ürünleri olan sınırlı sayıdaki tecrübe ile kurulan bu ideolojilerin ortaya çıkan yeni durumlar karşısında yenilikler getirmeleri de mümkün olamaz. Bizim ideolojimizse, ölçülerini çağlar üstü Mutlak Fikir’den alır. Bundan dolayı da statik bir çerçeve belirtmez. Bizdeki mesele, bu ideolojinin hakkını verememek ve kendimizi statikliğe, donmaya karşı koruyamamaktan gelir.

Her ân yenilik, her ân yeniden doğmak.

“İslâm, zıt kutuplar arası muvazenenin üstüm nizâmıdır” (*) tesbiti dairesinde, çift kanatla süzülme hikmetine istinaden, takdir ve tekdir de mutlak olamaz. Her mevzuda olduğu gibi bu mevzularda da ifrat ve tefritten kaçınmalı ve bir kere tekdir ettiğimizi ilelebet tekdir edeceğimiz saplantısına kapılmamalı. Veya tersi.

Mesele, nerede neye bakacağını bilebilmede. Yani, özgül durumlarla ilişkin tecrit yapabilmede, ayırabilmede. Mücadele, şartların objektif tahliline fikri tatbik edebilmek ya… Şartlar her ân değişir, dolayısıyla bu objektiflik şartı, yani bizde daha önceden varolan, bize ait sübjektif, öznel hükümleri gözardı etmeyi gerektirir.

Misal, falanın söylediğini, biz, bizde daha öne oluşmuş bir kanaate istinaden değerlendiriyoruz. Mevzulardan habersiz bir genç de geliyor ve o da kendisinde daha önceden böyle bir kanaat olmadığı için, o durumun özeli neyse ona göre değerlendiriyor doğruya ulaşıyor. Bazı durumlarda hafızamız, birikimlerimiz, yaşadıklarımız objektif tavır almamıza mani olabilir. Psikoloji, ideolojiye baskın gelebilir. Düşmanın da bizleri manipüle etmesinde en büyük vasıtalardan biri budur. Bugün hibrit savaşlar, bizlerin, kitlelerin psikolojik reaksiyonları üzerinden kurgulanmaktadır. Büyük küçük olay yok, her ân ve her şartta şuurlu olarak doğru tavır vermekle mükellefiz. En küçük çaplar içinde bile doğru politika ilkesi bunu gerektirir. Düşmanın nereden ve hangi suretle saldıracağı belli olmaz. Düşmanın bizi manipüle ederek kendi politikası doğrultusunda saflarına çekmek istediği aşikâr değil mi? Bunu büyük hadiseler bir yana, en küçük çaplardaki hadiselerde bile denerken, biz de ona göre uyanık olmakla mükellefiz.

Çok farklı, birbirine zıt dünya görüşlerine sahip topluluklar, her biri kendi geçmişleri, hafızaları, psikolojik alt yapıları üzerinden tahrik edilerek emperyalizmin hedef gösterdiği düşmanları üzerine sevk edilmektedir. Kimse de dememektedir ki, ya tamam, adam bana geçmişte yanlış yaptı ama şimdi söylediği, yaptığı doğru. Bu adam geçmişte bana yaptığı yanlıştan dolayı değil, bugün yaptığı-söylediği doğrudan dolayı hedef alınıyor. Objektif değerlendirme bunu demeyi gerektirirken, insanlar, kitleler, toplumlar, psikolojik unsurlar üzerinden yönlendirilmeye çalışılmakta ve bunda da başarılı olunmakta.

Sadece emperyalizmin uluslararası hesaplaşması açısından değil, her toplulukta, millette, o topluluğun, o milletin farklı kesimleri arasında ayrışmayı sağlamak ve böylece birlik olarak esas düşmana karşı koyulmasına mani olmak için de bu teknikler propaganda stratejisi olarak kullanılmakta.

Eşya ve hadiseyi teshir memuriyet ve mesuliyetimizin ifası için, eşya ve hadisenin ortaya çıktığı spesifik durumları göz önünde bulundurmak ve objektif bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Öncü kadro olabilmek de bu çerçevede zihnî reflekslerin ritim tutmasıyla mümkün olabilecektir.

(*) Tespit Seyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin en yakınlarından Muhibullah Işıklar’a ait olup, Üstad Necip Fazıl tarafından aktarılmıştır.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d