ANARŞİK VE MUHAFAZAKÂR
Ayhan SÖNMEZ
Anarşizm; Babeuf’ten Bakunin’e, Stirner’dan Proudhon’a, Kropotkin’den Otto Gross’a kadar hemen her anarşistin düşüncesi, özü itibariyle “insanlar iyidir ama yönetimler çürümeye eğilimlidir” cümlesi etrafında şekillenir… Anarşizme göre, hükümranlığın yanılmaz mutlaklık olarak tasviri, çürüme eğilimine işaret eder. Tam burada, anarşistlerle Katolik muhafazakârları birbirinden ayıran şey, insanın doğasının iyi mi, yoksa kötü mü olduğudur… Anarşistler, insan tabiatının iyiliğinden dem vurmaktadırlar. Misalen, bir anarşist örgüt olan Black Rose (Siyah Gül) örgütünün ana sloganı “Radix Malorum est Cupiditas” tır. Türkçesi: “Açgözlülük bütün kötülüklerin anasıdır”. Kötünün kökeni insan değil, bizatihi mülkiyettir. İnsanda mülk edinme temayülü törpülene törpülene, nihayette mülkiyetsiz bir dünya oluştuğunda kötülük imkânı kalmayacak, kötülük barınamayacaktır.
Başka bir anarşist, Murray Rothbard tarafından teorisi ortaya konan Anarko-Kapitalizm ise bugün elan içinde bulunduğumuz konjonktürde globalizm ve woke kültürünün bir nevi siluetidir. liberteryan anarşizm de denilen anarko kapitalizmde, serbest piyasa şöyle işlemelidir: Sosyal müesseseleri, kanunların tatbikini, halkın emniyet ve ihtiyacı olan altyapıyı, devlet yerine kâr gayeli, rekabete dayalı şirketlerin, yardım cemiyetlerinin veya gönüllülüğü esas alan teşekküllerin düzenlemesi gerektiği söyler. Ve yine aynı noktada döner dolaşır: İnsan iyidir; kötülük ona devletten sirayet eder.
Batı’da muhafazakârlık, Katolik mezhebinin bir tavrı halinde literatüre girer. Katolik muhafazakarlık, anarşizmin zıddı bir görüştedir. Onlara göre her hükümet, aslında kurulduğu andan itibaren, iyi niyetler taşıyan iyi bir hükümettir. Onu bozan ise insanın aslî tabiatı olan kötülüğün üzerine galebe etmesidir. Aslîdir kötülük derler, çünkü insan irâdesi en evvela “ilk günâh” ile tebarüz etmiştir.
Semâvî dinlerde bahsi geçen yasak meyveyi yeme günâhı, Hıristiyan teolojisinde insanı ebedî günâhkâr eylemiştir. Hristiyan teolojisinde Hazreti İsa’nın çarmıha gerilişi ve dikenli tacı takması ise insanın arınmasıdır. Hazreti İsa, insanlığın günâhları için kendini feda etmiştir. Bu semboloji, Katolik muhafazakârları, insanın doğuştan kötü olduğu sonucuna götürür. Bu sebeble ki, “insan iyidir” diyen bir anarşiste şöyle karşılık verse haksız sayılmaz: Eğer Tanrı söylemediyse insanların iyi olduğunu nereden biliyorsun?..
Gerek Marksizm, gerekse Liberalizm birbirinin hasmı olsa da, çıktığı rahim aydınlanma Rasyonalizm’dir. Her iki cihet, insanın eğitimsiz, aptal ve kaba olduğunda kesişir ve bu hususlarda mutabakata varır. Evet, insan bunlardır, ancak kötü değildir, eğitilebilirdir. Bu da Luther’in İncil’i Almanca’ya tercüme etmesinden sonra Katolisizm aleyhine, “İnsanlar ilk günâhlarından sonra affedilmiştir, insanlık sonsuz günâhkâr değil ancak alçaktır.” sonucuna varmasına dayanır. Affedilmiş insan artık günâhkâr değildir. Aydınlanma Rasyonalizminin insanı “eğitilebilir” diye tarif etmesi Jean Jacques Rousseau’nun “Sosyal Sözleşme” eserine de yansımıştır. Ona göre cehalet karanlığındaki insanlık, doğasını değiştirmeye muktedir bir kanun koyucu tarafından istenilen kıvama getirilir. Karl Marx’ı Bakunin’den ayıran husus da buradadır. Çünkü üstte de temas ettiğim gibi, Bakunin insanın kesinlikle ve tartışılmaz iyi olduğunu, onu, otoritelerin ve millî, dinî bağlılıkların yozlaştırdığını iddia ederken, Marx ise insanın anarşist bir düzene erişebilmek için hâlâ yontulması gereken bir taş kütlesi olduğunu söyler. Komünizm ütopyasından önce dünyanın bir proleter sosyalist devrim tecrübesi yaşamasını zaruri görmesinin sebebi budur. Proleter Sosyalist Diktatoryanın aslî vazifesi aptal ve kaba insanlığı hizaya getirmektir.
Donoso Cortes diye biri çıkar, muhafazakâr düşüncenin bir temsilcisidir, fakat onlara göre hayli radikaldir, sapmaktadır. Muhafakârlara da yönelttiği devrimci jargonla konuşur. Sapma diye kastedilen, onun insanı yerin dibine sokmasıdır; diğer Katolik muhafazakârlara göre arınmaya itimatı yoktur. Cortes’e göre kötülüğün zaferi mukadderdir, bunu ancak ve ancak Tanrı’nın mucizesi durdurabilir. İnsanlık girişi ve çıkışı müphem bir labirentte kör topal sendeler, ışığı arar ve biz buna tarih deriz. Ayrıca Cortes, Armegedon’a atıf yaparak ateist sosyalizm ile patlak verecek kanlı bir savaşı öngörür.
Cortes, liberalleri de aşağılar. Liberaller savaşta karar vermek yerine müzakere yoluna giderler, varlık ve yokluğa taalluk eden bir mücadelede müzakere imânın zıddıdır. Burjuva liberalizmi Cortes’e göre tartışan bir sınıfın ideolojisidir ve özü pazarlıktır. Ve daima pazarlık neticesi sırtını sermayeye dayar, yüzünü efendisinin kahyası sıfatıyla halka döner. Vasattır. Burjuvazi böylece mahkûm edilmiştir. Cortes, bir hitabetinde burjuva liberallere şu soruyu yöneltir:
“Bir Tanrı istersiniz ama faal olmasını istemezsiniz, bir monark istersiniz ama bu monarkın faal olmasını istemezsiniz, özgürlük ve eşitlik talep edersiniz ama hükümetleri paranızla satın alabilmek için seçme seçilme hakkına sığınıp eğitimsiz ve yoksul insanları baskı altında tutarsınız, soy aristokrasisini ortadan kaldırırsınız ama yerine aristokrasinin en aptal ve âdi şekli olan para aristokrasisini getirirsiniz. Tanrı’nın da, kralın da, halkın da egemenliğini istemezsiniz, o hâlde sizin asıl istediğiniz nedir?”
Oysa ki, monarşizm devri artık kapandığına ve kralların devri bittiğine göre diktatörlük zaruridir. Diktatörlük ise tartışmanın zıddıdır. Sonuç olarak muhafazakârların her türlü ahlâkî değerlendirmesi onları ilâhiyata ve ondan zuhur eden otoriteye götürür. Günümüz konjonktüründe yaşanan savaşın ana hatları bu şekilde açıklanabilir. Donoso Cortes ise hâlâ ait olduğu tarihten bizlere “insanlık özgürlüğe mahkûm edilmiştir!” diye bağırmaktadır.
Dünya kapitalinin %60’ı, yüzde birin elindedir. Bu güç, Üstad Necip Fazıl’ın “ezici sermaye” dediğidir ve hiçbir şey güç kadar anarşik değildir. Güç, istediği her şeyi yapar ve dayatır. İstediği şeyler keyfîdir, hatta sapkınlıklar içerir; bunlar ekonomik, iklim krizi gibi bahanelerle dikte edilir ki aklıselimden uzak sebeplerdir.
Büyük Doğu- İbda dünya görüşünde “İslâm, zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamıdır.” Bu tarifteki esrarı Ernst Jünger yakalamış gibidir. Onun nazarında, anark-anarş meşrebîdir ve saf hâliyle anarşist, hâfızası antikiteye kadar uzanan bir kişidir ve o zamanlarda beşerin gerçek gâyesini gerçekleştirdiğine imân eder. Buna nispetle anarşist, ‘ön muhafazakâr’dır. Yani köklerde kurtuluş arayan bir radikal.