MÜCADELE TARİHİNE BAKIŞ -2-: Av. HARUN YÜKSEL VESİLESİYLE
KILIÇDAROĞLU, THKP-C ACİLCİLER, BARIŞ ATAY VE SOLCULAR
Alâaddin Bâki AYTEMİZ
Pazar günü, Adımlar’ın İstanbul’daki merkezindeki rutin hafta sonu toplantısının ana başlığı Harun Yüksel ağabeyimizdi. Harun Yüksel, 30 Ocak 2018 senesinde vefat etmiş olması dolayısıyla, onun vefatının beşinci senei devriyesine denk gelen toplantıyı da Harun Yüksel adına yapmış olduk.
(Bu topalntıya Adımlar Maraş olarak bizler de Maraş Konak’ta toplanarak internet üzerinden görüntülü konuşma imkânı ile iştirak ettik. Gönüldaşlarla görüşüp, muhabbet ettik, durum değerlendirmesi yaptık…)
Harun Yüksel büyük dava adamı…
Öyle belirli dönemelerde değil, hayatı bütün olarak baştan sona “yaşamayı fikir bilip, fikri yaşayan” Kumandan’ın hayatına, yani davaya ayarlı ve en genç yaşından başlayıp son nefesine kadar mücadelede kesiksiz bir çizgiyi, hayatını davaya aamışlığı temsil ediyor olması bakımından mühim… Kendi dönemindekilerden kalanlar içinde mücadeledeki kesiksizliği ile tek örnek… Yani öyle gençliğinde tanışmış, gençlik heyecanıyla birşeyler yapmış, sonra gitmiş, ortalıktan kaybolmuş, sonra görünmüş, sonra kaybolmuş, orada burada, onun bunun yanında olmuş falan filan.. Sonra tekrar gelmiş… Böylelerinden değil… İnsan bu, böyle de olabilir ve herkesin kıymeti yaptığı kadar…
Ama O, kesiksiz bir çizgi ve adanmışlıkla her daim Kumandan’ın yanında ve ne zaman aransa, ihtiyaç duyulsa hep mevzide… Hayatını davaya ve Kumandan’a adamış ve çizgisinde sapma ve kopukluk olmamış büyük dava adamı. Öyle hayat şartları, maişet şeyleri veya başka sebeplerle mücadeledeki pozisyonunu, mevzisini asla terketmemiş…
Kumandan’ın da eniştesi…
Cepheleşme dönemine kadar ve hatta o dönemin başında ve Kumandan’a ulaşmak gerek olunduğu sonraki dönemlerde, İbda’nın ikinci adamı rol ve fonksiyonunu fiilen icra etmiş… Kumandan’la gençlik arasında köprü olmuş, Kumandan, çoğu emir ve talimatlarını gençliğe Harun Ağabey vasıtasıyla aktarırken, gençliğin Kumandan’a iletmek istediği faaliyet raporları ve dilekçeleri de teslim ettikleri emin el…
1980 öncesinde, Kumandan’ın çıkarmış olduğu derginin Eskişehir temsilcisi…
1990’a girerken, Harun Ağabey’i kuruluşuna öncülük ettiği Kıvam Hukuk Bürosu’nun başında İbda-c Kıvam’ın, İbda’nın hukuk biriminin lideri olarak görsek de Kumandan’ın avukatı ve eniştesi olarak aslında yukarıda ifade ettiğimiz fonksiyonu icra etmeye devam ettiğini de biliyoruz. Hem İbda cephelerinden birinin başında olarak diğer cephelerle teoride eşit görünüyor ama geçmişten o güne getirdiği mücadele çizgisi ile de eşitler arasında farklı fonksiyonu olduğu da bilinen…
1 Şubat 1991’deki Panik Operasyonu’nda Kumandan’la birlikte gözaltına alınıp işkenceye uğrayanlardan… Sonrasında, bu operasyonda Kumandan’la beraber tutuklananlardan… Toplamda 17 kişi gözaltına alınıp Gayrettepe işkencehanesinde misafir edilmiş olsa da tutuklananlar altı kişi… Kumandan ve Harun Ağabey’e ilaveten diğer tutuklananlar: Mevlüt Koç, Ali Osman Zor, Bilâl Saylak ve Süleyman Dal… Bayrampaşa Cezaevi’nde geçen tutukluluk günleri ve tahliye…
Cezaevinden çıktıktan sonra Kıvamın başında olarak mücadeleye devam. 1990’ların hızlı günleri… 28 Şubat süreci… 1999 ve Kumandan’ın yeniden tutuklanışı… Metris… 25 Ocak Noel Baba Operasyonu ve Kumandan’ın önce Bolu, ardından Kartal’a sevki. Telegram işkencesi… Bu arada, Kıvam’dan ayrılış. Kıvam’ın mânâsını şahsında yaşatmaya devam ederken, Kıvam Hukuk Bürosu ile maddî olarak irtibatı kesmesi… Cezaevinden çıktıktan sonra yayınlamaya başladığımız önce Beklenen Nizam, Yeni Nizam, Kaide, Aylık ve Baran dergilerinde bizlere verdiği destek. Baran’dan ayrılış sürecinde bizim yanımızda yer alışı, desteğini devam ettirmesi…
Daha söyleyecek çok şey, konuşulması gereken çok ayrıntı olsa da sonraya bırakalım.
*
Seyyid olan, yani Peygamber soyundan gelen Kılıçdaroğlu, ecdadı arasında yer alan Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri’ni ziyaret edip dua okumuş…
Bu ziyaretle ilgili olarak, face hesabında Sibirya Havadis mahlasını kullanan gönüldaşımız, Kılıçdaroğlu’nun seyyidliği ve Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri’nin soyundan geliyor oluşu hususunda şöyle bir not paylaşmış:
“Verilen bilgi eksik ama doğrudur. Doğruluğu 1200 yıllık arşiv ve kayıtlarla sabittir. Eksik kısmı, Kılıçdaroğlu ailesi, bu sülâlenin sadece bir koludur ve diğer kollar tamamen Sünnîdir. Sadece kendi kolu 14 ve 15. Yüzyılda, Ehli Sünnet’i yaymak niyetiyle geldikleri bölgede her nasılsa İsmailiyye mezhebine tâbi oluyorlar. Yani Dersim kolu dışındaki diğer tüm kollar Sünnîdir.”
Kumandan’ın Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri’ne olan ilgisi malûm…
Bunun yanında, Kılıçdaroğlu’nun, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevinden çıkartılması ve beraat etmesi yolunu açacak şekilde yeniden yargılanması gerektiğini, AKP’lilerden filan da önce kamuoyuna açık olarak ifade eden ilk siyasî lider olduğunu bilyor muydunuz? AKP’lilerin konuya ilgisi Kılıçdaroğlu ve Veli Ağbaba gibi diğer CHP’lilerin açıklamalarından sonradır.
Seyyidlerden olan CHP liderinin bir diğer Peygamber evladı Kumandan Mirzabeyoğlu’nun tahliye yolunu açıyor olması… (Kılıçdaroğlu’na, dünkü toplantıda yaptığımız eleştiriyi başka bir yazıya bırakalım.)
Hem de bunu o zamanın Hürriyet gazetesi manşetten vermişti. O zamanın dediğim, Hürriyet gazetesi Aydın Doğan’ın elindeyken…
Bu da aslında, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun tahliye edilmesine dair devlet katında verilmiş bir karara işaret eder mi, yoksa tamamen şahsî inisiyatifi miydi?
Öyle mi değil mi elimizde bir belge yok ama, Kumandan cezaevinde tahliye olduktan sonra kendisine yöneltilen, “devlete küs müsünüz?” sualine, gerçek bir devlet adamı olarak, “İnsan menfaat beklediği yerden beklediği menfaati elde edemeyince küser, benim böyle bir beklentim olmadı ki!” diyerek vermiş olduğu cevap, mezkûr toplantıda gündeme gelen meselelerden biriydi.
Hayat ne garip, neler ve kimler, ne ve kimlerle nasıl da irtibatlı olabiliyor değil mi? Kılıçdaroğlu nire, Mirzabeyoğlu nire dediğinizi duyamasam da, tesadüfler (!) bu kadarla sınırlı değil…
Ya Kumandan’la tanışıklığı olan Acilciler? Hani bugün Mihraç Ural’ın liderliğini yaptığı örgütün o zaman İstanbul’daki yöneticilerinden olan Hilâl Orkun’un Kumandan’a duyduğu hayranlık? (Mihraç Ural’ın Kumandan’ı Suriye’ye davet edişi ki, bu davetin duyurulmasına birileri karşı çıksa ve davetin haberini yayınlamamak için uzun zaman dirense de, bu davetin kamuoyuyla paylaşımı bizzat Kumandan’ın talimatı ile olmamış mıydı? “Niye yayınlamıyorlar, söyleyin yayınlasınlar!”… Tabiî o zaman Esad ile normalleşme gündemde değildi ve Esad’la aramız niye kötü diye AKP’nin Suriye politikasını eleştirdiğimiz için bize Şebbiha diye, doğuştan Erdoğan muhalifi diye saldırıldığı günlerdi. Şimdi ne oldu? Erdoğan Esad’la görüşmeye hazırlanıyor. Biz görüşülsün dediğimiz için bize ilkeleri gereği sövdüğünü söyleyenler, Erdoğan’a ses edemiyor. Bizse, Esad’la görüşeceğinden dolayı, “niye görüşecek” diye Erdoğan’a muhalefet etmediğimize göre, demek doğuştan Erdoğan muhalifi değilmişiz. Esas ilkeleri icabı siyaset yapan bizmişiz ve bize doğuştan Erdoğan muhalifi diyenler, doğuştan Erdoğan yalakasıymış, veya Erdoğan yalakası olarak doğmuşlar da, onca zaman sağımızda solumuzda tur attıktan sonra, şartlar yalakalık için ancak teşekkül edince hemen gerçek kimlikleriyle arzı endam eder olmuşlar, öyle mi? Tabiî, geçmişlerini tamamen silip atmalarının da imkânı olmadığından ve hatta, yalakalık yaptıkları mahrecin menfaati icabı, burayı oraya yamayabilmek adına o geçmişin de gerekli olduğundan, hem burada, hem orada görünmek iş icabı gerekli. Biz, emperyalizme karşı olanların yanında olduğumuzdan beri, Saddamcı da dediler, şucu da bucu da. Siyasî çizgimiz açık. Dün bizimle birlikte Saddamcı denilenler, sonradan bize, bu çizgiye sahip çıktığımız için Esadcı, falancı, filâncı diye saldırdılar, fitne çıkardılarsa, dönüp kendilerine baksınlar. Erdoğan politikalarına yanlayarak, dava arkadaşım dediklerine olmadık hakaretler ettiler. Şimdi Erdoğan bazı noktalarda bizim politikalarımıza dönüş yapmak zorunda kalırken, yüzleri kızarıyor mu acaba? Söylenmemiş sözleri söylenmiş gibi yaparak, yalan uydurarak attıkları iftiralar cabası… Böyle aşağılık saldırıları, itibar infazını dava zanneden yavşak, ahlâksız, şerefsiz, haysiyetsiz ak trollerden kurtulmadan bu davayı selâmete erdirmenin mümkinatı yok… Topluluk Hakikati, böyle ahlâksızları, ahlâksızlaşanları -geçmişi ne olursa olsun-, bünyeden tasfiye ederek, ahlâksızlığa prim vermeyerek gerçekleşir ancak. Mücadele, iç oluşun dışa karşı tamimi demekse, bünyeye sızmış ahlâksızlıkla mücadele, mücadelenin en baş şartı olsa gerek. İçeride olabilmek için ahlâksızlığın tasfiyesi baş şart. Bizim için mücadele tarihi, mücadeleyi yaşatmak içindir, nostaljik takılmak değil. Mücadele devam ettiğine göre, mücadele tarihi de yazılmaya devam ediyor. Hem içeriden hem de dışarıdan gelen saldırılara karşı…)
Sözü, Barış Atay’ın Babala TV’deki programda IŞİD için terörist derken, solcu örgütler için, “mesele o kadar basit değil” diyerek yaptığı ayrımcılığa bağlayacağım. Hadiseleri bulunduğu kesim içinden değerlendirip, meseleleri mücerret plânda, soyutlama ile ele alamamak, daha üst seviyeye çıkamamak, toplumda statik kesim içinde yer almak, yobazlık demek. Ak trol var da diğer kesimin trolü yok mu? Yobaz tipi her kesim içinde kendisine yer bulmaktadır.
Barış Atay, “çocuktum, bana işkence yaptılar!” derken, (yukarıda söyledik ya, benzer şeyleri sadece o değil, bizim kesim içinden gelerek söyleyen, duyar kasıp, pirim yapanlar yok değil.) diğer yandan Kumandan Mirzabeyoğlu’nun fikir haysiyeti icabı, en menfi şartlar altında da olsa, böyle bir iki yüzlülüğe gitmeyişi ve yeniden yargılanmak üzere hâkim karşısına çıktığı duruşmada bile, kendisine değil de solcu gençlere yapılan işkenceden bahsederek -böyle yaparak kendisine verilecek muhtemel beraat kararını da riske atmış oluyordu-, meselenin hiç kimse için terörist denilip geçilecek kadar basit olmadığına yaptığı atıf da orada durmakta…
Evet, İbdacılık ayrıcalıktır ve bu ayrıcalık, her kimin aleyhine olursa olsun, hakikati ifade edebilmekte tecelli eder.
Biri İslâm’a, İslâmcılara bir şey söyleyecekse, biz buradayız. Karikatürlerle uğraşılıp, karikatürleşilmesin…