TAHSİLDEN NE HÂSIL?
Levent AKINCI
Sitede gördüğüm, Selim Gürselgil abinin mevcut eğitim öğretim sistemi hakkındaki gayet isabetli bir yazısına binaen eski bir makalemi genişleterek paylaşıyorum.
Mevcut eğitim öğretim sistemindeki temel sorunlar nelerdir?
1) ‘Resmi İdeoloji’ başta olmak üzere, çeşitli ideolojilerin körpe nesle zerk edilmesi yegane gaye edinilmiştir. Tahsil; düzene kul ve piramitlere, kırbaca gerek kalmaksızın gönüllü olarak taş taşıyacak modern köleler yetiştirmek için var adeta. Bu gün bir çok dindar, evladını mevcut öğretim kurumlarına göndermekten veya gönderse de evladının oradaki tedris ve fiillerin tamamına iştirak etmesinden imtina ve ictinab etmektedir. Ve şunu söylemektedir; “Siz bizim çocuğumuza küfür şirk, ‘dinsizlik’ ve ‘cinsiyetsizlik’ aşılamak yerine sadece ahlâk, bilim, zenaat, sanat kazandırdınız da biz karşı mı çıktık?”.
Evet, bu talep ve itirazlara cevap verilmedikçe hâliyle vatandaş da alternatif çözümler arıyor, kimi yarı dinî özel okulları, kimi cemaat tarikat yurt ve kurslarını, kimi çeşitli merdivenaltı dedikleri medrese ve mektepleri tercih ediyor. Kimse kolay olanı bırakıp zorun peşine düşmez, aklından zoru yoksa. Kolay kolay kimse macera için bu kadar meşakkate katlanmaz. Sorumlusu sistemdir. Akıllı tahtasından spor salonuna, laboratuvarlarından salonuna sahnesine, mis gibi sınıflara, dolaplara, sıralara; bir sürü bedava imkânı kimse keyfî olarak tepip de elde avuçta ne varsa harcama, aç kalma pahasına derme çatma yapı ve bazısı da yasal olarak sıkıntılı olan yollara başvurmaz. Bunların tamamı düzenin resmî ideoloji ve yaşam tarzını dayatması sebebiyledir.
2) ‘Eğitimsiz Öğretim’… ‘Talim-Terbiye’ yani ‘Eğitim-Öğretim’ dedikleri tahsil-okul hayatında en büyük sıkıntılardan biri; esasen terbiyeden ziyade talim, yani eğitimsiz bir öğretim olmasıdır. Talebeler sadece talim, yani öğrenim görmüş ve onu da sadece ezbercilikle becermesi sağlanmış ve (iyileri tenzih ederiz) kişiliği akrep gibi olan niceleri, nice prestijli meslek ve mertebelere getirilmiştir. ‘Vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim’ hikâyesini hatırlayalım. ‘Kariyer’ putuna köle olmuş ‘başarılı’ ama ‘karaktersiz’ nice insan müsveddelerinden geçilmez olmuştur. Eğitim eksikliğinin en büyük göstergelerinden biri de dünyanın en büyük adliye komplekslerinin ve en kalabalık hapishanelerinin varlığı ve yani bir kısım halkın ahlâken ne halde olduğudur. Ve herkes de biliyor ki suç ve suçlu oranında diplomalı ve diplomasız pek farklı değil. En nihayetinde temel eğitim herkese veriliyor artık. Bu mânâda diplomasız kimse yok zaten. Şöyle bir itiraz gelecektir; efenim, eğitim aile, okul, çevre, medya vs ile olan bir süreçtir, kısacası çok etkenlidir. Doğrudur ama, aileler de mahalleli ve medyacılar da dahil neticede herkes bu okullardan geçmedi mi? Hani o cahil (!) ümmî Osmanlı halkı gibi değiliz artık herkes en az iki üç kuşaktan beri okullu ya!.. Burada ‘Çok etken’ var diye sistemi savunanların bir diğer çelişkisini de sonraki maddede göreceğiz.
3) ‘Çoklu zekâ kuramı’ da denilen hakikat göz ardı edilmiştir. Nice çocuk ve gençteki kuvveler fiile çıkamamış yani potansiyel kinetiğe dökülememiş, nice kıymetli madenler keşfedilip işlenmemiş, nice kuvveler, kabiliyetler heba edilmiştir.
Mesela psikoloji ve psikolojik danışmanlık bölümünü kazanıp okuyabilmek için bir sürü matematik sorusu da yapmak şartı var. Psikoloji ve pdr, eşit ağırlıklı EA veya namı diğer TM yani Türkçe matematik ile girilme şartı koşulan bir bölüm. Çok başarılı faydalı bir psikolog olabilecek nice genç sırf matematikte zorlandığı için elenmektedir. Mesela sayısal, yani FM, yani fen ve matematik ile kazanılabilen tıp için, belli bir miktar biyoloji ve kimya bilgisi şart olmalı elbette, hadi fizik de eklensin. İleri matematik ne alâka? Mimar veya mühendis mi olacak bu çocuk yoksa tabip, biyolog, veya hemşire mi? O kadar formülü ezberletince daha iyi bir tabip mi olacak? Mesela yine sayısal ile yani FM’den girilen mühendislik veya matematik gibi bölümleri kazanabilmek için de sadece matematik ve geometri sorularını değil bir sürü ileri fizik, kimya, biyoloji sorusunu da cevaplamak şartı var. Yani mühendis, mimar olmak için ototrofu, atp’yi, çanak yaprağı da yalayıp yutmak zorunda öğrenci. Sözel puanla, yani TS dediğimiz Türkçe ve sosyal netler ile girilebilen tarih coğrafya vs için de el mahkûm tarih ve coğrafyanın yanısıra uzun uzun metinli dil anlatım sorularını veya saçma sapan modern edebi akımları veya yalan dolan dolu yakın tarihi ezberlemeye yalayıp yutmaya! Dile gelirsek; misâl, bizler kendimizi bildik bileli her yıl bilmem kaç saat İngilizce dersi aldırdılar, ama Türk insanının bildiği tek İngilizce havaryunun ne varyusu tenkyunun veri maçı! Dersin ismi ve gayesi adeta İngilizce öğretmek değil, İngilizce nasıl öğretilmez imiş. Güler misin ağlar mısın…
Bu arada, bu, dil konusunda medreseler de aynı sorunu yaşıyor. Bir çoğumuzun valideleri, ablaları senelerce emsile, bina, maksut, avamil, izzi, kafiye ve ötesini okudu yazdı, ama mesela arapça bilen bir turist abla ile çok basit bir iki cümle bile kurup konuşmaktan acizler. Min eyne ente, maza turidu, vs gibi en sade ve pratik konuşmaları bile yapamıyorlar. On senede bile Arapça öğretilemiyor vesselam. Ya yirmi senede tam biliyorsun, ya beş-on senen ziyan, sıfır adeta. Burada bir sorun var yani…
Neyse, dönelim lâik okullara. Matematik öğretilemiyor. İngilizce öğretilemiyor. Hakezâ diğer meslekler ve bölümler. Zırva bir sistem! Milletin çocuklarına geri zekâlı muamelesi yaparcasına beylik lâflar eden muallimlere tanık oluyoruz bazen. ‘Anlatıyoruz kardeşim, ama anlamıyorlar’.
Her gelen hükümet ile de, dostlar alışverişte görsün kabilinden yeniden düzenlenen ve sürekli değiştirilen, yap boza dönen bir yılan hikâyesi…
Otuz yıl kadar önce pederim Almanya’da öğretmen iken bir kaç yazı orada geçirdim, okulları da gezdim bazı; idealize etmek adına değil, sadece farklı sistemlere dair bir misal olarak söylüyorum… Okunuşu ile yazacak olursam, sonderşule, hapşule, realşule ve gimnazyum gibi bir ilk ve orta kademe eğitim öğretim sistemleri var mesela. Ve yani bizdeki mânâda bir üniversiteye giriş sınavı travması yok!
Sırf, milyonlarca genç sınava girecek, ne yapalım ne edelim de yüzde doksanını eleyelim demiş ve bu zulmü; bu, sınav denen travmayı icat etmişler adeta! 12-13 senelik zorunlu eğitimin, daha doğrusu eğitimsiz öğretimin, meyvesini toplamayı bir kaç saate sıkıştırarak, nesle bu zulümleri, bu travmaları yaşatan bu sistem bir cihetten kapitalist ve bir cihetten de komünist, kısacası merhametsiz ve akıl dışı bir sistemdir!
Çocukları adeta birer yarış atı gibi ‘hırs’ ve ‘rekabet’ ile koşturan ve diğer insanları adeta düşman birer ‘öteki’lere dönüştüren cihetiyle kapitalist; ‘zorunlu’ öğrenim ve uzun süreci cihetiyle de komünist bir sistem!
Ana sınıfından üniversite sınavlarına dek, ömürlerinden en az 13 sene çaldıkları gence ne bir itikad, ne bir şahsiyet ve ne de bir meslek veremeyen bir düzen! Kabiliyet ve imkânlar ölçüsünce daha erkenden meslek edindirilmesi mümkün iken saçma sapan müfredat ve işlerle on üç sene boyunca, “şahsiyet ve zenaat” kazanacağı o kritik çocukluk ve ergenlik yıllarında sadece batıl ve atıl işlerle meşgûl edip, oyalayıp, sonra da bir travma olan o iki sınavla içlerinden sadece bazılarına lütfettikleri üniversite yoluyla iyi kötü bir meslek imkânı sunuyorlar! Yani neredeyse 20 yıl sonunda bir meslek edindirilebiliyor.
Ve, belki nice iyi bir tabip olma potansiyeline sahip gencimiz sırf integrali, trigonometriyi vs yapamadığı için tabip olamamış; nice sanatçı, şair, yazar, edebiyatçı potansiyeline sahip genç Platon’u Aristo’yu, veya Kemalist yalanlarla dolu yakın tarihi vs öğrenmeyi sevmediği ve beceremediği için edebiyatçı olamamış; belki nice iyi bir psikolog sosyolog olma potansiyelindeki genç Ali Suavi, Tevfik Fikret, Turgut Uyar vs gibi üç beş sapkını yeterince öğrenemediği bellemediği için kuvvesinin fiile geçişine muvaffak olamamış, kabiliyetini yeteneğini görememiş veya köreltmiştir.
Böylece nesiller hem dinî, hem dünyevî cihetten ziyân olmuşlardır…
Bir eğitim öğretim sistemi düşünün… İnsanın ömründen yaklaşık 20 yılı, hem de ilk 20 yılı, ömrün en mühim ve en güzel çağını, çalmadan herhangi bir meslek edindiremiyor? Yirmi yılı heba olan insanın geri ömrü de o çürük ve travmatik temel üstüne öyle de devam ediyor, gidiyor işte….
Ve çocuk gündüz okula, okul çıkışı okulun kursuna, hafta sonu dershaneye, liseden mezun olunca da tam zamanlı dershaneye giderek zar zor bir üniversite kazanabiliyor? Haftada 5 gün 8’er saatlik okul süresinin dışındaki her takviye ve ekleme sadece bohçanın yamaları değil mi bu durumda? Okulda çocuğu 8 saat alıkoyuyorsan; daha ne diye çıkışta kurs var? Dershaneler niye var? İkinci öğretimler niye var? Özel üniversiteler vs niye var? Temel liseler özel okullar niye var? Zengin okusun fakir okumasın, öyle mi? İnsanın beyni yanar biraz düşününce…
Herkes merak ediyor; okuldaki günlük 8 saat ne işe yarar? Neredeyse annesinin kucağından meme emmekteyken adeta kolundan tutulup çekilip alınan ve Kemalist ideoloji tornasına, yani zorunlu eğitim öğretime tabi tutulan çocuk yaklaşık 20 sene sonra ancak bir mesleğe sahip olabiliyor veya olamıyor. Bu nasıl bir zulümdür? Her gelen iktidar ve bu iktidarlarda da her gelen bakan ile dostlar alışverişte görsün kaabilinden sürekli değişiklikler. Yamalı bohça ve yapboz tahtası bir eğitim öğretim sistemi…
Üniversitedeki lisans bittiğinde yüksek lisans ve doktora yapmak… Orası da ayrı bir zırvalık. Tamamen dikkat ve zekâ ölçer türden bir ales sınavı ve yabancı dil şartı… Yahu insan bu, bir iki saatlik ve telafisi tekrarı olmayan bir sınavda kişisel veya çevresel etkenlerle olumsuz bir psikoloji veya tıbbî durum sebebiyle o ân için başaramayabilir yani. Bu mudur adaletli seçim? Aynı şey lgs, tyt, ayt, kps, ales vs hepsi için geçerli! Safi zulüm, safi travma! Adam o gerginlikle, stresle bildiğini bile unutur!
Dört yanlış bir doğruyu akıldan, beyinden de siliyor mu hocam?..
Bu nasıl bir zırvalıktır ki, doğru yaptığın hâlde yanlışlar doğruyu götürüyor ve yani bildiği halde talebeye, ‘hayır sen bunu bilmiyorsun’ denilmiş oluyor! Vicdan ve akıl mantık dışı. Bunun başka bir yolu yok mudur? Çok insanın elenmesi gerekiyor bu tiyatroda çünkü.
Ya lisans üstü eğitimde İngilizce? O ne alâka ki? Misâl, Osmanlı tarihinde ve Süleyman asrına, klâsik döneme dair akademik çalışma yapan bir tarihçi, İngiliz kâfirinin dilini ileri derecede bilmez ve yeterlik sınavından geçemezse çuvallıyor. Macarca, Almanca, Fransızca, Sırpça, Bulgarca vs her biri bir şekilde işe yarayabilir o dönem tarihi için. Ayrıca bu ülkelerdeki arşivlerde bizimle ilgili alâkalı büyük miktarlarda vesika vardır. En son lâzım olabilecek dil İngilizcedir belki. Bir İngiliz için, İngiliz tarihine dair akademik kariyer yapma şartları arasına Osmanlıcayı, Türkçeyi bilmeyi şart koşsalar bunu büyük bir hakaret ve işgâl sayar!
Bak unutuyordum, tezlerin başındaki abstırak da çok önemli. Tabiî ya, ne sandın sen? Abstırak olmasa o kadar emek verdiğin tezin yok hükmünde, o artık omlet tarifi gibi bir şey sadece!
Hülâsâ, meselâ, “aşağıdakilerden hangisi İslâm kültür ve medeniyetine ait bir şehir değildir”, sorusunda, ‘Bağdat, Şam, Buhara, Fustat, Moskova’ şıkları var iken, sınavda, “hocam Fustat neredeydi?” diye soruyorsa bir on ikinci sınıf öğrencisi, sorun büyük demektir.
Eskiden tahsilin en kötüsü bile en azından cehli alıyordu, şimdi cehli bile gidermiyor. Kalan eşekliğe girmeyeyim bile. Ve elbette, adam olanlara sözümüz yoktur, tenzih ederiz. Adam olabilen ümmî de olsa adamdır tahsilli de olsa, müderris de olsa adamdır talebe de olsa. Olamayan da aynı şekilde. Ama demem o ki, bilim az da olsa olur da, Mevlâ adamlığa zeval vermesin. Allah adamı ise hem ilim bilim hem ahlâk sahibi olmaya taliptir. Bu arada, yazıda bir kaç yerde talebe demişim, hatadır, öğrenci demeliyim. Talebe taleb eden demektir. Her yerde bulunmaz öyle kolay. Ve evet, marifet iltifata tabidir, ama arz taleb karşılıklıdır bu işte. Anlattım ama öğrenciler anlamadı ile geçiştirilemez.