GAYRİ SAFİ YURT İÇİ HASILANIN GİZLEDİKLERİ

Takdim: Emperyalizma tarafından kurulan sömürü mekanizması nasıl işliyor ve bunda kimler rol alıyor? Siyasetçilerin bize anlattığı GSYİH masalları ne anlama geliyor? Emperyalizme köle yapılmışız, sömürülüyoruz ve bu sistem nasıl kurulmuş, kimler eliyle hayata geçiriliyor? Yazı okunduğunda bir kez daha görülecektir ki, bize hamaset dolu “yerli ve millî” nutukları atan siyasetçiler esasında emperyalizmanın bizi sömürmesi için kurulu düzeni emperyalizma adına işleten işbirlikçilerden başkası değil… Ve işte gerçeğin bir kesiti…

“GSYİH’ye başvurulması, emperyalizmin ortaya çıkardığı bu büyüyen yapısal ikiliği gizlemeye hizmet eder. Kısacası emperyalizmin işleyişini kamufle etmeye hizmet eder.”

Prabhat Patnaik

Peoples Democracy

3 Şubat 2024

Gayri safi yurt içi hasıla kavramı ve ölçümü ile alakalı iyi bilinen sorunlar mevcut. Hizmet sektörünün GSYİH’ye dahil edilmesi, Adam Smith’in bu sektörde istihdam edilenlerin “üretken olmayan işçiler” olduğu gerekçesiyle karşı çıkacağı bir durum; eski Sovyetler Birliği ve sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinde GSYİH değil, hizmet sektörü hariç gayri safi maddi hasıla ilgili ölçü olarak kabul edilmişti.

Hizmet sektörü GSYİH’ye dahil edilse bile, çıktısının ölçülmesiyle ilgili kavramsal bir sorun var, zira bir hizmetin sunulmasını neyin oluşturduğunu sadece transfer ödemesini neyin oluşturduğundan ayırt etmek zordur; nihayetinde bir kişi bir müzisyenin performansından memnuniyet duyduğu gibi bir transfer ödemesi yapmaktan memnuniyet duyabilir, o zaman nasıl birini GSYİH kapsamına dahil edip diğerini dahil etmeyebiliriz? Fakat bu kavramsal sorunlara ek olarak, GSYİH’nin ölçümü ile ilgili sorunlar da var; bu sorunlar, diğerlerinin yanı sıra, güvenilir, düzenli ve zamanında verilere sahip olmadığımız geniş küçük üretim sektörü nedeniyle ortaya çıkıyor. Örneğin Hindistan’da pek çok ekonomist, farklı nedenlerle de olsa GSYİH büyüme oranının aşırı tahmin edildiğini öne sürdü.

GSYİH’nin ulusal refahın bir göstergesi olmadığı da bariz, bunun en belirgin nedeni GSYİH dağılımının son derece eşitsiz olabilmesi. Ancak emperyalizmin işleyişi, bir üçüncü dünya ülkesinde GSYİH’yi iktisadi ilerlemeyi ölçmek için tamamen uygunsuz hale getiren belirli bir ikilik türü yaratır; aslında GSYİH, zaman içinde büyüme eğiliminde olan bu ikiliği kamufle etmeye hizmet eder.

Emperyalizmin çağdaş bir üçüncü dünya ekonomisi üzerinde iki farklı etkisi vardır. Bu türden bir ekonomi tipik olarak tropik bölgelerde yer aldığından sanayi ülkeleri ondan, yalnızca tropik kara kütlesinin üretebildiği ya da kapitalizmin ana üssünü oluşturan dünyanın soğuk ılıman bölgelerinin donduğu dönemde üretebildiği bir dizi tarımsal ürüne (madenler dışında) ihtiyaç duyar. Dolayısıyla emperyalizm, buğday ve mısır dışında üçüncü dünyadan, kendisinin hiçbir mevsimde üretemediği ya da sadece sıcak mevsiminde üretebildiği ama kış mevsiminde üretemediği bir dizi birincil metaya ihtiyaç duyar. Bunlar ithal edilmek zorundadır, ancak tropikal toprak kütlesinin kapsamı sınırlıdır ve sulama gibi “araziyi büyütme” uygulamaları ve toprak verimliliğini artıran diğer teknik değişiklikler tipik olarak aktivist bir devlet gerektirdiğinden ve kapitalizm kendisini değil, köylü tarımını destekleyen ve teşvik eden her türlü devlet aktivizmine karşı olduğundan bu tür bir “araziyi büyütme” yeterli derecede gelmez. Metropollerin ihtiyaçları için gereken tropikal ürün arzı, üçüncü dünya ülkelerinin iç emilimini azaltarak metropollere ihracat için zorlanır. Dolayısıyla emperyalizm üçüncü dünyaya zorunlu olarak bir gelir sıkıştırması, dolayısıyla bir talep sıkıştırması dayatır.

Neoliberal rejimin temel işlevlerinden biri, üçüncü dünyayı bu tür malların sınırsız ihracatına açmak ve bunu başarmak için talep sıkıştırmasını rutin bir mesele olarak dayatmaktır. Bu açılım, köylülerin hangi ürünü yetiştirecekleri konusundaki tercihlerinin, ülkenin gıda yeterliliği ya da yerel ihtiyaçlar tarafından değil, yalnızca metropolün satın alma gücünün çekiciliği anlamına gelen “piyasa” tarafından etkilenmesini gerektirir. Bunu sağlamak için güney ülkelerinde bilhassa tahıllara yönelik tüm devlet fiyat destekleri ve kamu dağıtım sistemini sürdürmek amacıyla gıda ürünlerinin stoklanması sona ermeli ve tüm niceliksel ticaret kısıtlamaları kaldırılarak ve sıfır ya da minimum gümrük vergileri uygulanarak yerel fiyatlar uluslararası fiyatlarla uyumlu hale getirilmelidir. Dünya Ticaret Örgütü de tam olarak bunu sağlamaya çalışır. Aynı zamanda, sanayi ülkeleri kendi tarımsal tahıl ve pamuk üreticilerine çok yüksek doğrudan nakit teşvikleri vermeye devam eder ve bunları “ticareti bozmayan” olarak nitelendirir.

Eğer metropolün ithal etmek istediği ürünlerin arzı yetersizse, o zaman enflasyon ortaya çıkar ve buna karşı koymak için rutin olarak iç talebi kısıtlayan ve metropol için daha fazla arza yol açan talep sıkıştırma tedbirleri uygulanır. Tüm bu mekanizmalar aracılığıyla neoliberal rejimin genel etkisi, üçüncü dünyada kişi başına düşen net tahıl mevcudiyetini azaltmak ve bunun yerine toprağın metropolün talep ettiği ürünleri yetiştirmesini sağlamaktır. Bizim gözlemlediğimiz de tam olarak budur.

Emperyalizmin üçüncü dünya ülkeleri üzerinde ikinci bir etkisi daha vardır. Bu etki, sömürgeci sanayisizleşmenin bu ülkelerde, metropollerdeki reel ücretler işgücü verimliliğine paralel olarak artmaya devam etse bile, reel ücretleri asgari geçim düzeyine bağlı tutan muazzam işgücü rezervleri bırakmış olmasından kaynaklanır. İki bölgedeki ücretler arasındaki bu büyüyen uçurum nedeniyle, metropollerdeki çok uluslu şirketler artık yerel pazarı değil dünya pazarını karşılamak için üçüncü dünya ülkelerinde fabrika kurmaya istekli hale gelmişlerdir. Faaliyetlerin metropolden üçüncü dünyaya, özellikle de “alt uç” ya da daha az beceri gerektiren faaliyetlere kaydırılması, işgücü rezervlerini emecek ölçekte değildir, bu nedenle daha önce bahsedilen gelir sıkıştırmasıyla daha da kötüleşen düşük reel ücretler devam eder; fakat üçüncü dünya bağlamında orta gelirli istihdamı oluşturan şey de dahil olmak üzere kentsel büyümenin kaynağı haline gelir.

Emperyalizmin bu iki etkisi, üçüncü dünya içinde düalist bir yapı yaratır. Üçüncü dünyada yabancı sermayenin faaliyet gösterdiği “anklavlar” yaratan sömürgecilik halihazırda böyle bir düalist yapıya yol açmıştı; sömürgecilik karşıtı bir mücadele temelinde ortaya çıkan sömürge sonrası üçüncü dünya devleti bu düalizmi aşmaya kararlıydı ama dirijist rejimin yerini neoliberalizmin alması, üçüncü dünyada bu düalizm eğilimini yeniden yarattı ve iki taraf arasındaki uçurum zaman içinde genişledi.

Elbette üçüncü dünyanın büyüyen “modern” kesimindeki işçiler ile köylü tarımı ve küçük üretim gibi durgun ya da gerileyen kesimlerindeki muadilleri arasındaki uçurum artmıyor. Her iki işçi grubu da reel ücret oranını düşüren devasa ve büyüyen işgücü rezervlerinin olduğu kadar, metropolün ihtiyaçlarını tropikal toprak kütlesinden ciddi bir enflasyon yaratmadan çıkarmak için uygulanan talep sıkıştırmasının da kurbanıdır. Ancak bir yanda “modern” kesimde yer alan yerli büyük burjuvazi ve üst orta gelirli profesyoneller ile hem modern hem de geleneksel kesimlerde yer alan emekçiler arasındaki uçurum belirgin bir şekilde artıyor ve bunun aynı zamanda kendisini en açık şekilde kır-kent ikileminde ifade eden mekansal bir boyutu da var.

Giderek büyüyen bu kır-kent ikilemi Hindistan’ın resmi verilerinde de açıkça görülüyor. Hindistan kentlerinde kişi başına günde 2100 kaloriden, kırsal Hindistan’da ise 2200 kaloriden daha azına erişim olarak tanımlanan beslenme yoksulluğunun büyüklüğünü ele alırsak, bu normun altındaki kentsel nüfus oranı 1993-94’te yüzde 57 iken 2017-18’de yaklaşık yüzde 60’a yükseldi; buna karşılık kırsal Hindistan’da bu oran aynı dönemde yüzde 58’den yüzde 80’in üzerine çıktı (Utsa Patnaik tarafından yakında yayımlanacak kitapta bu hesaplamaların yapıldığı Ulusal Örneklem Anketi verileri, gösterdikleri nedeniyle Hindistan hükümeti tarafından geri çekilmiştir). Esasında saldırgan ve utanmaz bir neoliberal politika izleyen Ulusal Demokratik İttifak (NDA) hükümeti döneminde bu ikilem büyük ölçüde genişledi.

Ekonominin iki kesimi arasındaki böylesine keskin ve vurgulayıcı bir ikilik karşısında, GSYİH gibi tek bir ölçünün kullanılması bir kamuflaj aracı olarak işlev görüyor. Yalnızca artan gelir eşitsizliğinin GSYİH’yi ekonomik refah için uygunsuz bir ölçü haline getirmesi değil, ki bu kolayca kabul edilen bir önermedir, aynı zamanda bu artan eşitsizliğin mekansal bir boyutu vardır ve emperyalizmin yeniden vurgulanmasını temsil eden neoliberalizmin yükselişi altında düalist bir iktisadi yapıyı yeniden üretir. Dolayısıyla GSYİH’ye başvurulması, emperyalizmin ortaya çıkardığı bu büyüyen yapısal ikiliği gizlemeye hizmet eder. Kısacası emperyalizmin işleyişini kamufle etmeye hizmet eder.

Ancak hepsi bu kadar değil. Hindistan’da GSYİH’ye ilişkin tüm ön tahminler büyük ölçekli sektöre ilişkin veriler temelinde yapılıyor ve büyük ölçekli sektörün büyüme oranı pek çok durumda “geçici” bir adım olarak küçük ölçekli sektöre atfediliyor. Özünde bu, durgun sektörün muadili kadar hızlı büyüdüğünü varsaymak anlamına gelir ki bu da gerçeğe aykırıdır.

Çeviri: Emre KÖSE

Kaynak: https://emrekose.substack.com/p/gayri-safi-yurt-ici-haslann-gizledikleri

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et