KEMAL KILÇDAROĞLO: KOZMİK ODAYI BİR TERÖR ÖRGÜTÜNE TESLİM ETMEK VATANA İHANETTİR

KEMAL KILÇDAROĞLO: KOZMİK ODAYI BİR TERÖR ÖRGÜTÜNE TESLİM ETMEK VATANA İHANETTİRKOZMİK ODAYIBİR TERÖR ÖRGÜTÜNE TESLİM ETMEK VATANA İHANETTİR

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu‘nun dün grup toplantısında söylediği: “Kozmik Odayı bir terör örgütüne teslim etmek vatana ihanettir ve bu ihaneti işleyenler iktidardadır.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dünkü grup toplantısında etkili bir konuşma yaptı.

Konuşmasında Kılıçdaroğlu “ne istediler de vermedik” mantığının bu güne kadar devam eden etkisini açık seçik masaya yatırarak, bunu yapanların ihanet içinde olduklarını ve bu ihaneti işleyenlerinde şuan iktidarda olduklarını söyledi.

“Kozmik Oda” saldırısını çok sert ifadelerle dile getiren Kılıçdaroğlu şunları söyledi:

“”Kozmik Odayı bir terör örgütüne teslim etmek vatana ihanettir ve bu ihaneti işleyenler iktidardadır.”

Amerikan ajanlarının planlamasıyla CIA’nın alt kuruluşu olarak görev yapan Fetullahçıların devletin sırlarını Amerika adına çalmak için yaptıkları “KOZMİK ODA SALDIRISINI” tün İslâmcılar ayakta alkışlarken sadece bugünkü ADIMLAR’ın o zamanki çizgisi karşı çıkmıştı. Bu karşı çıkışın bedeli olarak da büyük ve sistemli bir saldırıya muhatap olmuştu. Bu tür girişimler en seviyesiz haliyle zaman zaman hala devam etmekte.

Biz hiçbir zaman doğrusuyla yanlışıyla geçmişini inkar edenlerden olmadık; geçmişin muhasebesini yapanlar sınıfından olmak için tüm gayretimizle çaba gösterdik. Okuyacağınız bu kısa yazı da o süreçte yazılan diğerleri gibi bugünlere nerelerden geldiğimizin geçmişteki işaret taşları.

2009 yılının Aralık ayında, AKP İktidarının Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan süreç sonrasında, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakanı Tayyip Erdoğan ve Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yaptıkları toplantı sonrası, Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı‘nda Kozmik Oda aramaları yapılmıştı.

Son dönemde “fetö-meto” denerek“kumpas” olduğu iddiasıyla ve suçu işleyenlere karşı ihraç kararlarıyla gündeme gelen “kozmik oda” operasyonu, 2016’nın Ekim ayında  41 kişi hakkında alınan gözaltı kararlarıyla  gündeme gelmişti. Şimdi ise, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında yaptığı konuşmayla tekrar gündemde.

Gerek “Kozmik Oda” saldırısı, gerekse Amerika-NATO karşıtı vatansever subay ve sivillere karşı düzenlenen bütün saldırılar karşısında, bugünkü ADIMLAR  Kadrosu’nun o günlerde nasıl bir tavır aldığını herkes biliyor.

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere ADIMLAR bu siyasi tavrından dolayı akla hayâle gelmedik iftira ve karalama kampanyalarına maruz kalmış ve her türlü saldırıya karşı açık hedef hâline getirilmişti. Tüm bu kara propaganda faaliyetleri ve saldırı girişimlerini Allah’ın izniyle göğüsleyerek istikrarlı yürüyüşünü sürdüren ADIMLAR, bugün siyasi duruşunun muhasebesini yapmış olarak, Nuray ve Ünsal ZOR gibi şehîdlerin refakatinde İBDA adına tutmaya çalıştığı mevzide mücadelesine  devam etmekte…

Herkesin geçmişini “silme” gayretinin modalaştığı bugünlerde biz bugünlere nerelerden geldiğimizi anlatabilmek, geçmişte neler söylendiğini ve neler yapıldığını hissettirici olabilmek maksadıyla bir takım doküman ve değerlendirmeleri MİZAÇ –Kâim ve Dâim- başlığı altında siz kıymetli okuyucularımız için yayınlayacağız. Mizaç; Kumandan Mirzabeyoğlu’na nisbetle “haksızlık karşısında susumamak” ölçüsü etrafında şekillenen şahsiyet…

Bu çerçevede, ilk olarak ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR’un kaleminden, “kozmik oda” saldırısının yaşandığı dönem faaliyetlerimizi sürdürdüğümüz yayın organında haftalık olarak yayınlanan “Kâim ve Dâim” başlıklı önsözlerin ilgili bölümünü dikkatlerinize sunuyoruz.

Haksızlık karşısında herkes susar ve Amerika, buradaki işbirlikçileri eliyle Milletin ateş gücünü adeta silindirle ezmeye çalışırken, bugün olduğu gibi, o gün de susmadık!

Dün bu suçu işleyenler hakkında bugün “fetö-metö” diyerek mesuliyeti üzerinden attıklarını düşünenler, ortaklaşa işledikleri suçun, bugün “suç!” olduğunu itiraf etmekteler.

Bu ve benzeri tarihî suçların işlendiği zamanlarda, kiminin korkudan, kiminin ise iktidar yalakalığından susarak suçlara ortak olduğu çok görülmüştür. Ama,  bahsettiğimiz herkesin sustuğu o şartlarda, sadece ADIMLAR çizgisi konuşmuştur.

Üstelik, o dönem yaşananlar etrafında bugünün şartlarında konuşan ve yazıp çizenlerin dahi yaklaşamadığı, taklidi mümkün olmayan bir hissiyat ve gerçeklikle…

ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu

.

“KERHANEYE Mİ GİRİYORSUNUZ ULAN!” DİYEMEDİNİZ*
Ali Osman ZOR

Söylenmesi gerekeni bilip de, mevcut alışkanlıklardan dolayı söyleyememek, siyaset yapmaktan, kavgadan kaçmak demektir. Bu da risk almak istememek mânâsına gelir.

Bu hususu her kesim içinde görmek mümkün. İBDA ve Salih Mirzabeyoğlu hakkında ağız ucuyla doğruları gevelemeyi bırakıp, masaya yumruğunu vurarak gür bir sesle konuşamayan bir çok insanın durumu buna misâl… Tabi, hiçbir komplekse kapılmadan ve hiçbir şeyden çekinmeden, mevcut alışkanlıklarından kurtularak doğruları dile getirmeye çalışanlar da yok değil.

Mevcut durumun yetmediğinin bilindiği ve bunun için ileriye hamle yapılmasının gerektiği anlaşıldığı hâlde, çoğu zaman bu niçin gerçekleştirilemez?

Son tahlilde “güvensizlik” ve “korkaklıkla” doğrudan ilişkisi bulunan bu durum, bazen kendini öyle bir gizler ki, siz bile kendi hâlinizi fark etmeyebilir ve bu durumu kendinize itiraf edemeyebilirsiniz.

Yeni durum, yeni tavır, yeni söz, yeni kavga; hep bilinmeyen risk alanlarıdır. Siyaset-kavga ise, risk almadan yapılamaz. Yeni durumdan kaçmak, yeni değerlendirmelere ve farklı bakış açılarına kapıyı kapatmak, gelişmeye engel olduğu gibi, sizin siyaset yapamadığınızın-yapmak istemediğinizin de göstergesidir.

Çoğu zaman, zorunluluklar kendini ihtiyaç olarak hissettirdiği halde, gerekli siyasî davranışı gösterememek ve mevcuda sarılmak, “yeni”ye karşı duyulan “korku”, “güvensizlik” ve “tiksinti”, eskiye karşı ise duyulan “güven”le izah edilebilir. Bundan dolayıdır ki, siyasi tarihte hareketlerinin tıkanıklık ve donma yaşadığı dönemlerde, mensup oldukları siyasi parti-örgüte viraj aldıran ve şaha kaldıran insan sayısı çok azdır. Çoğu kişi alışkanlığın ve dondurucu kalıpların “güvenli” limanında kendisini fırtınanın etkisinden ve korkudan “koruma” altına alırken, az sayıdaki bu kişiler fırtınada yok olma riskini üzerlerine alarak –hain damgası yemek bu risklerin en başta geleni-, siyaset yapmışlar ve hareketlerinin önünü açmışlardır.

Aslına bakarsanız yeni durumlar, mevcut alışkanlıkların eksikliğini veya yanlışlığını gösterdiğinden dolayı da “tiksindirici” ve korkutucudur.

İktidarın ve muhalefetin farklılaştığı son dönemde, özellikle de 3-4 yıl içinde yaşanan “kafa karışıklığı”nın yegâne sebebi, bahsettiğimiz bu yeni durumdur.

Hemen hemen herkesin batıcı düzene, oradan da AB-D’ye “teslim” olduğu bu dönem, sadece “devrimci politik bir çizgi” ile aşılabilirdi.

Bizce bu son dönemde yaşanan en büyük tehlike, farklı farklı sebeplerden dolayı “iktidar iradesi”nin yok olması ve farkına varılmadan karşı olunan düzeni yürüten bir iktidarın “meşruiyet”inin tanınmasıydı.

Hiçbir devrimci örgüt “iktidar isteğinden” vazgeçemez ve bu “hakkı” başkasına devredemez. Çünkü bu, devrimden “vazgeçmek” demektir.

Meclis kürsüsünde ihtilâli ve ihtilâlci siyaseti haykırmak ve bir takım dirsek temaslarında bulunmak başka, bilerek veya bilmeyerek adetâ iktidar hakkından vazgeçerek, mevcut iktidarın icraatlarını değerlendirmek daha başka.

Rakiplerimiz ve düşmanlarımız arasında cereyan eden kavgalarda, “siyasi” bir “fayda” görüldüğünden dolayı değil de, alışkanlıkların esiri olarak bir tarafa göz kırpmak, belki de bir daha ele geçmemek üzere bir çok fırsatın kaçmasına yol açabilir.

Eğer, önemli olan bizim dışımızda gelişen hadiseleri “İslâm gayesi faydası” hedefli değerlendirmek ise -ki, öyle-, o zaman yapılacak bütün değerlendirmelerde ve faaliyetlerde sorulacak ilk soru “nasıl bir siyasi fayda?” sorusu olmalı. Bu soruya gerekli tahliller neticesinde, net cevap verilemezse yapılan değerlendirmenin havada kalması kaçınılmazdır. Cevabın doğruluğu veya yanlışlığı sonraki iş.

Hadiseler insanımızın kafasına peş peşe balyoz gibi iner ve beyinler propaganda makinesi tarafından adeta portakal gibi sıkılırken, kitlelere yol gösterici tek kılavuz, öncü bir kadro tarafından yürütülecek, devrimci “doğru politika” olabilir. “Doğru politika” diye söylenenler değil; yanlış alışkanlıkların ve reflekslerin esiri olmayan, hadiselerin yalanlamadığı ve doğrudan doğruya devrimin itici gücü olabilecek siyasi değerlendirmeler ve tavırlar; kastımız bu.

Çetrefil, karmaşık ve riskli gözüken durumlarda, hemencecik herkesin aklına gelebilecek değerlendirmeler ve davranışlar,  çoğu zaman düşünülerek, tahlil edilerek yapılan değerlendirmeler olmayıp, sadece alışkanlıklardan kaynaklanan kolaycılıktır. Bu alışkanlıklar bu tür durumlara cevap verecek nitelikte değilse, “doğru politika” adına ortaya koyduğunuz şeylerin yanlış olması ihtimali de oldukça yüksektir.

Meselâ;

“Operasyon” adı altında Genel Kurmay karargahına girilir ve bütün basın ağızlarının kenarından salyalar akıtarak, koro halinde “ordunun kalbine girildi” diye manşetler atar… Ama, “orducu millet”e mensup hiç kimse hadiseyi alakalarından soyutlayarak; “saldırı mücerret ordu fikrine, buna karşı çıkmak gerekir” diye düşünmez.

Bu benzeri hadiselerden enine boyuna “İslâm gayesi faydası” nasıl çıkarabiliriz diye düşünülmemesi de işin başka bir boyutu.

Düzen bir bir savaşçılarını (ordu mensuplarını)n iradesi ve onurunu beş paralık ederek kendinden uzaklaştırırken;

Bu savaşçılar, ihanete uğramış insan psikolojisi içine girmiş, iki arada bir derede şaşkın ördek gibi gezerken;

Batıcı düzenin kaybettiği bu savaşçılara, doğru adresi gösterici, onlara yeni bir ruh üfleme gayretli ve sahip çıkıldığını hissettirici, samimi “doğru politika” devreye sokularak baskıncılara ve onların şakşakçılarına;

“Burası kerhane mi lan, bu şekilde giriyorsun! Böyle baskınlar ancak kerhaneye yapılır!”

Diyebilmek lazım.

Bunu söyleme iradesi göstermeden, sadece “onlar da sermaye gibi davrandılar” demek samimiyetle bağdaşmaz.

“Samimiyet” İBDA’nın  “taktik” değil, “stratejik” bir kelimesidir.

Siz ilk önce;

“Bu şekilde ancak, kerhaneye baskın yapılır. Halk nezdinde ‘Peygamber Ocağı’ ve adı da Peygamber’in adından mülhem ‘Mehmetçik’ olan bir ordunun kalbine giremezsin. Girersen o kurumun, kendi kalbini korumak için kapısında silahlı çatışmaya girmesi meşrudur, hatta bu onun görevidir” deme iradesini gösterebilmelisiniz.

Bu iradeyi gösterdikten sonra, artık bu iradeye aykırı her davranışı sonuna kadar yerme hakkına sahip olursunuz. Yerdiğiniz başta olmak üzere, kimsenin size söz söylemeye hakkı olamaz.

“Peygamber Ocağı” ve “Mehmetçik” hakikatini başa almadan, “Ocağı” Peygamber düşmanlarından, “Mehmetçik”i de Obama’dan, Bush’dan, Şaron’dan, Barak’tan kurtaramazsınız.

“Balyoz”la, “Balyoz Operasyonu”na maruz kalıp, saldırının şiddetinden Genel Kurmay Başkanı’nın;

“İddialar vicdansızlık; lanetliyorum! Allah Allah diye taarruz eden bir ordu nasıl camiyi bombalar? Vicdanlara sesleniyorum. Türk Ordusu’nun bir sabrı var.” Açıklamasını gözden kaçırmamak ve süreç içinde ordunun hangi söylemden nereye geldiğine dikkat etmek gerekir. Ayrıca yine dikkat etmek gerekir ki, bu söylemi şu an kullanan ordu, bütün halinde Batı’ya teslim olmadığı gibi, her geçen gün içindeki kaynama artarak devam etmektedir. Bu kaynamanın, neticede, ordunun içindeki önemli bir unsuru batı karşıtı bir konuma getirmemesi için bir sebep yok…Yandaş olması isteniyorsa, başkalarının kucağına itici ve düşüncesiz “politikalardan” uzak durulması gerekmez mi?

Ocak 2010 

Kılıçdaroğlu: “Kozmik Odayı Bir Terör Örgütüne… paylaşan: haberler

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d