CARLOS, “ÖRGÜTLENİN!” DİYOR…

CARLOS, “ÖRGÜTLENİN!” DİYOR…

Av. Güven Yılmaz’ın her hafta Paris’te cezaevinde esir tutulan efsanevî direnişçi Carlos’la yapmış olduğu görüşmeleri takip ediyorsunuzdur.

Carlos, o engin tecrübelerinin süzgecinden geçirerek damıttığı tesbit ve teşhisleri ile dünya anti-emperyalist mücadelesine teorik olarak, stratejik analizleri ile destek olmaya devam ediyor.

Carlos’un en son yayınlanan görüşmede söyledikleri ise oldukça ciddi bir perspektif çiziyor ki, göz ardı edilemez.

Lübnan’da yaşananları, İsrail’in Lübnan’a saldırma hazırlıkları çerçevesinde Lübnan Başbakanı Hariri’nin Suud’a çağrıldıktan sonra istifa ettirilmesini ve bu merkez etrafındaki diğer gelişmeleri değerlendiren Carlos, Lübnan’a fiilî bir saldırı gerçekleşeceğini belirttikten sonra, şunları söylüyor:

“Açıkça bir dünya savaşı yaşanıyor ve bu savaşta büyük Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun yolundaki gönüldaşlarıma dış işgal teşebbüslerine karşı direnişte büyük pay düşüyor.”

Şimdi oturalım ve ciddi ciddi düşünelim: İşgâl teşebbüsü ve bu teşebbüse karşı geliştirilecek direnişte bizlere düşecek olan pay ne olabilir?

İşgâle karşı direniş, örgütlü bir mücadeleyi gerektirir. Bu örgütlü mücadele de toplumun bütün kesimlerindeki anti-emperyalist samimi unsurlarla birlikte verilirse başarı o kadar kolay ve mümkün olabilir.

Ortak esas düşmana karşı birliğin sağlanabilmesi, her kesimdeki anti-emperyalist samimi unsurların, ortak esas düşmana karşı olma temelinde ve anti-emperyalist mücadele ekseninde bir araya gelebilmeleriyle mümkündür.

Bu türden bir birliğe engel olacak, her kesim içinde, o kesimi ortak esas düşman hedefine karşı anti-emperyalist zeminden başka mecralara çekici davranışlar, emperyalizmle bilerek veya bilmeyerek işbirlikçilik yapmaya çıkar.

Carlos tehlikeye işaret ediyor ve işaret ettiği tehlikeyi savuşturmanın, işgâle karşı direnmenin tek yolu da örgütlenme olarak karşımıza çıkıyor.

Peki, örgüt sadece istilâya karşı direniş için mi gerekli?

İnsan, inandığını hayata hâkim kılabilmek için de örgütlenmeye muhtaç değil mi? İktidara gelmek değil, iktidarı fethetmek… İktidara geldiğinde yapılması gerekenleri yapabilecek şartlara haiz olarak iktidarı ele geçirmedikten sonra, iktidara gelmiş olmak için gelmek, iktidarda sadece şeklî bir değişikliğe yol açacağı gibi bir de iktidara gelinirken istinat edildiği iddia olunan mânâyı harcamaya da yol açar. İnandığın mânâyı, tatbik sistemini hayat tarzı halinde pratize etmek istiyorsan iktidarı örgütleyerek kurmak zorundasın; bunun adı da iktidarı fetih hareketidir. Bu hareket siyasî, askerî, yani olması gereken her cephesiyle teşkil edilmeli. (Gücümüz nisbetinde biz de bu iş üzerindeyiz…)

Hakikat bu ise, hürriyet de hakikate esaret demek olduğuna göre, hürriyet, örgütlü mücadele disiplini altına girmek olarak tecelli ediyor; örgütlü mücadele, hürriyetin şekil bulduğu kalıp oluyor; unutulmasın ki, “suretler olmadan mânâlar ebediyen tecelliye gelmez!”…

“Özgürlük mefhumunu hangi iş ve amelî-pratik faaliyete tercüme ettireceksin?” sualinin cevabını da bu şekilde vermiş oluyoruz. Bu hâlde “örgütlenme”, bir zaruret olup, isteyip istememe meselesi değil… Yani örgütlü mücadeleden kaçmak için üretilecek bütün argümanlar, bu hakikat ortada durduğu müddetçe, Üstad’ın tabiriyle, hakikate esir olacağı yerde şen sıpa tavrıyla çayır çimende koşup zıplayıcı bir başıboşluk tablosuna işaret eden acınası bir nefse esaret tablosudur.

Carlos’un olacakları söylemesi, bize, onun söylediklerinde mündemiç olarak olacaklar karşısında yapılması gerekenleri, alınması gereken tedbirleri de söyleme vazifesi yüklüyor.

“Cemaat” olmanın teknik ifadesi olarak örgüt, aslında bir Müslüman için hayatının mânâsını çerçeveler. Bir Müslüman cemaatten-örgütten ayrı yaşayamaz, nefes alamaz. Örgütte nizâm ruhunu görür ve şiirin bu aksiyon görüntüsü vazgeçilmezdir; aksiyon şiirinin kalıbını örgüt oluşturur.

Önümüzde çok pratik bir görev var: direnişi örgütlemek ve fikri hayata hâkim kılmak.

Düşmanın işgâl teşebbüsünün bugün-yarın gerçekleşecek olması karşısında bu zaruret artık fikrî-teorik bir idrak meselesi olmaktan çıkıp, pratik bir görünürlük arzediyor zaten.

Böyle bir işgâl teşebbüsü gerçekleşmese bile, siyaset, başa gelebilecek en kötü ihtimale hazır olmayı gerektirir ve bu hazırlığı yapmak da kimseye bir şey kaybettirmez.

Meselenin, iktidarın fikrin hâkimiyeti için olması ve iktidara geliş sürecinde, iktidara geldiğinde yapılması gerekenleri yapabilme şartlarını hazırlama, yani iktidarı fethetmiş olarak iktidarı ele geçirme cephesi ile ilgili olarak, Kumandan’ın, “zalim olmaktansa mazlum olmayı tercih ederim sözünü” kulaklara küpe etmek gerekir. Yani, biz iktidara geldiğimizde yapılması gerekenleri yapabilecek bir hazırlık içinde, iktidarı fethetme durumunda olmazsak, dünden bu güne ortaya çıkan örneklerde olduğu gibi iktidara gelmenin de bir mânâsı yok; bu şartlarda zalimlerden bir zalim olmak işten bile değil. Zira biz iktidarı şahsi arzularımızı tatmin için istiyor değiliz. O sebeple de örgüt yine bir zaruret, yine hür bir tercih, hürriyet budunun tecelligâhı; iktidar olma şartlarını hazırlamanın ve iktidarı ele geçirmenin tek manivelası. Ve bir kez daha tekrarlayalım, kuru kuru cemaat olmalıyız tekerlemelerinden öte, cemaat olmanın ne demek olduğunun vasfını gösterici bir teknik ifâde.

Bu çerçevede örgüt, aynı zamanda “tam olmak ve yarım oluşları reddetme”nin, fertte toplu topluluk hakikatinin de tafsili…

A. Bâki AYTEMİZ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: