AKINCI DEDE VE GENÇ ADAM – MUTLAKSIZ BATI (VE BİZİMKİLER)
Genç Adam söylenenleri can kulağı ile dinlemeye devam eder.
AKINCI DEDE – Batı demişken, biraz değinelim. Bugün Batı’nın eti ne, budu ne? Batı denilince akla ne ve hangi devletler geliyor? Batı’nın meselesi nedir? Ancak bunları tespit edebildikten sonra üzerinde konuşulabiliriz. Ama hiç derine inmeden tek tek cevaplayalım: Eti budu zayıflamış, akla sadece kurduğu berbat dünya düzeni ile birlikte Amerika’nın başını çektiği ve diğer iki sivri ucu İngiltere ve Avrupa Birliği olan şeytan üçgenini getiriyor. Meselesi de, sadece sömürerek hayatta kalmak. Bunun için kuzey ve doğu da bulunan diğer bir kaç sömürgeci devletlerle işbirliğinden kaçınmaz. Bir bakıma buna muhtaçtır! Tarihte, vampir dişlerini geçirdiği tüm dünyayı yüzyıllardır sömürmüş… Bugün hâlâ haraca bağladıkları gibi ciğerlerine kadar sömürmeye devam ettikleri nice ülkeler var, halk var. Ve bütün bunlar Batı’nın kanun, hukuk, adalet, özgürlük “légalité“ safsatası altında pazarlanarak yapılıyor. Malı götürüyorlar, buna karşı biri kafayı kaldırınca da “bize saldırıyorlar, yardım edin, saldıranlar terörist, düzenimizi bozuyor!..” diyorlar. Anlıyorsunuz değil mi?
GENÇ ADAM – Gayet net. Fazla söyleyecek bir şey bırakmadınız ama mesele sanırım zaten şu şemaillerini bir bir çizdiğiniz “düzenimiz” dedikleri sistemleri.
AKINCI DEDE – Her şey sistem ile alâkalıdır. Mevzu, Mutlak Sisteme muhatap aygıtta… Kaba bir kelime oldu ama anlamını biliyor musunuz?
GENÇ ADAM – Makine tarzı bir şey değil mi?
AKINCI DEDE – Öyle de denilebilir. Bir çok araçlardan meydana gelen “ana araç” dersek daha uygun düşer. Devleti oluşturan müesseseler ile dizayn edilmiş bir sistem aygıtı düşün. Fikri, ruhu, kararı, adaleti Mutlak’a bağlı… (Orta masaya doğru uzanıp, elleriyle demliği ve çaydanlığı kavradığı gibi ilk önce misafirinin sonra kendi bardağını doldurur) Batı’nın bir mutlak’ı yok ki. Bir bütün olarak formüle ve kendilerini ifâde ettikleri 3 sütun var, Büyük Doğu’dan öğrendiğimiz. İlki Yunan aklı, ikincisi Roma nizâmı ve üçüncü olarak Hıristiyan ahlâkı. İdealize ettikleri Yunan aklının şimdiki Yunanlılara faydası olmadığı gibi bir etkisi de yok. Ve Bergson bu serüvenin nihayetine erişinin habercisi oldu, malûm… Diğer yandan Yunanistan’ın bu günkü Batı içinde parya statüsü de ortada. Roma nizâmı, artık özellikle Batı trafik polisi-teşkilâtı ve oradan da diğer memurlar, kurumlar arasında yaygınlaşmaya başlayan “çorba parası” manzarasında çöküşü seyredilen… Ve adamına göre muamele örneklerinden niceleri ile… Hıristiyanlık da Protestan ahlâkı olarak Batı’yı bu günlere taşımış olsa da, bugün artık o ahlâk üzerine inşa edilmiş olan sistemin çöküşü konuşuluyor. Bir şeyin butlanı, müntehasında ortaya çıkar; ortaya çıkan yanlış, sona gelindiğinin habercisi. Diğer yandan Katolikler, sübyancı sapıklıkları ile dünyaya şöhret salmaya devam ediyor.
GENÇ ADAM – (Söze girer) Ama neticede teknik ve teknoloji aygıtları sayesinde bir güç haline geldiler.
AKINCI DEDE – Öyle tabi. Karşısına dikebildiğin bir fikir olmazsa ve olsa dahi kullanmasını bilmezsen, ki kullanmasını bilmediğin şeyi nasıl uygulayabilirsin? Elindeki kullanma kılavuzuna bakmaya tenezzül bile etmiyorsun. Herşeyi bırak, kendi düşündüğünü doğru kabul edip mutlaklaştırma derdine düşmüşken, nasıl olacak bu iş? Bize sirayet eden Batıcılık zihniyetiyle yama yap dur. Avrupa standartlarıymış. Yani onların standartlarına mı lâyıkız? Bize biçtikleri parya statüsü bu değil mi zaten? “Az biraz sen de ol ama benim istediğim gibi ve izin verdiğim kadar ol, yoksa dünyayı başına yıkarım” diyen hegemonya sistemi. Gelelim bize… Biz, Şehid Kumandanımızın defaatle ve ısrarla söylediği mesele üzerindeyiz: İç oluş! Bugün bir miktar suyla dolu kuyu gibiyiz. Buna da şükür… Tulumbaya ha bire asılıyoruz fakat tulumba da gevşek. Bir kaç damla çıkınca heyecanlanıyoruz. Mekânizma daha tam işlemiyor yâni anlıyacağınız. Demin kastettiğim kullanma kılavuzunun daha farkında değiliz. (Kolundaki saate bakar ve gözlerini pencereden dışarıya çevirir) Yatsı da gelmiş bu arada. Dilerseniz namazımızı kıldıktan sonra devam edelim. Tabiî daha vaktiniz varsa?
GENÇ ADAM – (Kararlı bir tavırla) Siz müsaade ettiğiniz sürece kalmak niyetindeyim efendim. Malûm yarın pazar, sizi rahatsız etmiyorsam daha kalmak isterim.
AKINCI DEDE – Rica ederim, rahatsızlık verseydiniz bunu hiç çekinmeden söylerdim. (Kapı zili çalar ve merdivenlerden sesler gelmeye başlar) Sanırım namazda kalabalık olacağız.
Kapı iki defa tıklanır ve açılır. İçeriye Hamza, ortanca oğul Ali ve küçük oğul Mehmet girerler. Ev sahibinin ayağa kalkmasıyla Genç Adam’da kalkar.
AKINCI DEDE – (Yüzünde tebessüm) Hoşgeldin Hamza kardeşim.
HAMZA – (Doğrudan Akıncı Dede’ye yaklaşır ve kucaklaşırlar) Selâmünaleyküm! Baktım senden bir ses seda çıkmıyor, ben gideyim yanına dedim.
AKINCI DEDE – Ve Aleykümselâm. İyi yapmışsın. (Genç Adam’ı kastederek) Bak, halkamız da genişliyor. Tam zamanında geldiniz, bizde şimdi yan odaya geçecektik. (Oğullarına) Siz seccadeleri hazırlayın lütfen.
HAMZA – Yukarı gelirken söyledi Ali, sevindim. (Genç Adam’a elini uzatır) Sizi tekrar görmek güzel. Siz de hoş gelmişsiniz.
GENÇ ADAM – (Tokalaşırlar) Bilmukabele. Bende sizi tekrar gördüğüme sevindim. Açıkçası gözlerim sizi de aradı dün ama siz de yoktunuz Cuma’da.
HAMZA – Nasip öyleymiş. İşime yakın bir yerdeydim. Kahrolsun kapitalist düzen, ne yaparsın. Neyse görevimizi ifa edelim, daha buradaysanız rahat rahat konuşuruz birazdan.
AKINCI DEDE – Burada, burada. Abdest alacaklar alsın, biz yan tarafa geçelim.
Önden ev sahibi, arkasından Genç Adam ve Hamza, yan odaya doğru yürürler. 12 yaşlarındaki, ela gözlü ve afacan görünümlü Mehmet kapının önünde bekler ve Genç Adam içeriye girerken o da elini uzatır.
KÜÇÜK OĞUL MEHMET – Hoş geldiniz.
GENÇ ADAM – (Mehmet’in elini iyice kavrar) Eyvallah genç, hoş bulduk.
Mehmet kapıyı kapatırken herkes muntazam bir şekilde serilen seccadelere kurulur. Babası ile kısa bir ân bakışan Mehmet “tamam” işaretini alır almaz ince sesine rağmen düzgün bir mâkamla ezânı okur. Genç Adam bu iki gencin temiz seslerine, ibâdet zamanındaki ciddiyetlerine hayran kalmıştır. Akıncı Dede ve yakın arkadaşı Hamza’da gayet huşu içindeler. Oda tamamen huzura bürülü vaziyettedir ve bir uzay aracından görevi gereği ayrılan molekül misâli sanki bu dünyadan kopuk haldedir. Namaz bu hava içinde edâ edilip tesbihât çekilir ve karşılıklı “Allah razı olsun” tebrikleriyle sonlanır.
HAMZA – Allah razı olsun hepinizden. Allah Resûlü’nün göz nuru olan Namazı hâkikatiyle kılanlardan eylesin bizleri.
Yürekten kopan bu masum duaya hep bir ağızdan “Âmin” derler. Çocuklar seccadeleri toplarken diğerleri salona geçer.
Hamza’nın, birçok filmde görülen, asıl kahramanların daima yanında bulunan ve ölüme kadar ayrılmayan saf, sadık, fakat gücü kuvveti yerinde, babayiğit ve mert karakterleri andıran bir görünüşe sahip olması, özellikle de bir arkadaşı olmasına rağmen Akıncı Dede’ye karşı hürmet tavırları Genç Adam’ın gözünden kaçmaz. Akıncı Dede gibi onun da temiz ve kısa sakalı var.
Namaz esnasında yine salon içinde bir toparlama ve düzeltme operasyonu gerçekleşmiş, demlik ve çaydanlık değişmiş, bardaklar yenilenmişti. Ali ve Mehmet müsaade isteyip misafirlerle vedalaşırlar. Akıncı Dede ile Genç Adam aynı yerlerine, Hamza da üçlü koltuğun başına oturur.
HAMZA – (Sanki sohbetin başındaymış gibi çayları doldurur halde söze girer) Avrupa çıkmaza girdi, bizimkilerden hâlâ bir hamle yok. Demin denk geldi haberlerde gördüm; Fransa’daki karışıklığa zil takıp oynayan spiker bozuntusu, batakhane sürtüğü gibi “oh olsun”a getiriyor muhabbeti, ciddi haberlerin arasına abuk subuk beyin çimdikleyen şeyler, millette bunu izliyor. Bir devlet yetkilisi de çıkıp adam akıllı iki kelâm etmiyor. Nasıl bir sıkıntılı zamandayız anlaşılır gibi değil.
AKINCI DEDE – Sıkıntı şu bu falan değil… Sıkıntı, sıkıntının farkında olmamak! Şimdi memleketimizin düştüğü ekonomik sıkıntılar ve saire. Bunlar gözle görüneni. Demin güzel dedin, evet, bizimkilerden tık yok. Herşey tozpembe, kaymak tabaka dert üstü murad üstü. Hâliyle garibanın ekmeğinden haberi olmuyor. Bizde demin farklı şeyler konuşmuyorduk. (Genç Adam’a bakar) Acilen izlemenizi tavsiye ederim, (Hamza’ya döner) Kumandan Mirzabeyoğlu 2014 senesinde verdiği konferansta Ecevit örneğini veriyor. Hatta meseleye o kadar nazik yaklaşıyor ki “son nefesini bilemeyiz” diye ekleyerek rahmetli olduğunu umalım diyor. Ecevit’in, “Kapıyı anahtarla açmak dururken niye şiddete başvurulsun?” sözüne ithafen, “Doğru bir laf!” diyor ama “Hadi anahtarla girdin içeri diyelim. Ne yapacaksın? Ne ile donatacaksın içeriyi?” eleştirisini de yapıyor. Tabi bir de mevhumu muhalifinden düşünürsek, kapı açılmadı, kıracak şartlara haiz misin, haiz olmak için ne yapmalı? Savunamayacağı meselenin cakasını asla satmamalı insan. Bu her fert, topluluk, dernek, parti için geçerli. Şimdi bakıyorsun her iktidara gelen bir ayrı havaya giriyor. Davası için kurduğu partiyi, derneği, cemaati bilmem neyi, birden gaye haline getiriyor ve daha fecisi, davasını kurduklarına basamak ediyor.
HAMZA – Yani işin çivisi iyice gevşemiş.
AKINCI DEDE – Evet, ama çivinin gevşemiş olması fotoğrafın duvarda asılı durmasına engel değil. Değil de her ufak sarsıntıda da neler olduğunu görüyoruz. Bir resmi kurtarma furyası başlıyor, dört taraftan koşup resmin düşmemesi için bir ton gayret gösteriliyor. Bazen öyle ileri gidiliyor ki, yeni bir resim bile asılıyor da çiviyi sağlamlaştırmak veya yalama olduysa değiştirmek kimsenin aklına gelmiyor. Asıl sıkıntı işte burada. Aklına gelse bile tecrübesi olmadığından karışmayayım diyor ya da çivi sorununu büsbütün görmezden geliyor. Bugün bütün dünyanın sıkıntısı bu…
GENÇ ADAM – (Hamza’ya) Fransa ile Sarı Yelekliler’i kastediyorsunuz sanırım.
HAMZA – Evet. Takip ediyor musunuz? (Yumruğunu öne doğru doğrultur ve gülümser) Ben seviyorum kerataları.
GENÇ ADAM – Şimdilik bir gazeteci gözüyle takip etmek durumundayım. Fakat itiraf etmeliyim ki Avrupa’da böylesi bir hareketi beklemiyor değildim. Gördüğüm kadarıyla harbi harbi muntazam bir potansiyel güç halindeler ve iyi organizeler. Hafife almak mantıklı değil.
AKINCI DEDE – Katılıyorum! Demin Hamza’nın ifâde ettiği mesele mühim. Yani Avrupa’da gelişen hadiselere, şaşkın şen sıpa gözüyle yaklaşanların anlamadığı nokta bu.
HAMZA – (Akıncı Dede’ye) Affedersin… Geçen tam dışarıya çıkmaya hazırlanıyorum, baktım hanım televizyonda birşeyler ararken bir kanalda durdu, üç beş kişi konuşuyor. “Şöyle iyiyiz, böyle iyiyiz süperiz, bizden başka kalmadı, onlarda kimmiş” diyen biri oldu, bizimki “Ağzı olan sakal bırakıyor” demesin mi? “Yaşa be hatun!” dedim. Var mı öyle atıp tutmak!
AKINCI DEDE – Yenge hanım sağlam söz etmiş. Öyle ya sen iyisin diye onlar kötüleşmiyor ki. Onların gidişatı ve sonu çoktan ortaya konmuş. Bu televizyon çocuklarına da işin dalkavukluğu kalmış. Bak mesela birinin fizikî gücü yerindedir ve 100 okkayı bir tutuşta kaldırabilir. Aynı iş üzerinde olan başka biri ise sadece 50 okka kaldırabiliyordur. Bundan dolayı okkası az kişi hayıflanmaz! Her insan kendi çilesini arar, yaşar ve onunla ölür. Okkası az kişi de kendi gücünün yüzde yüzünü veriyor çünkü. Din pezevengi denilenler de işte bu işin köftehorları. Yani yirmi otuz ya da kırk elli sene önce neyi ezberledilerse onların papağanvarî tekrarındalar. Üzerine katabildikleri, omuzladıkları hiçbir şey yok. Nasreddin Hoca’nın, hani şu tavuğun suyunun suyunun suyu misali gibi. Tamam hadi bildin, duydun, öğrendin hatta malûmatında var, var da, bu ne ahkâm kesmeler. Sonuca getirebildiğin hiçbir mesele yok ki! Şehidimiz Pirimiz Kumandan bunlar için şöyle diyor; “Bir ilimde sadece malûmattar olmakla kalınan nokta, Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin “ilim insanın cehlini alır, ahmaklığını almaz!” buyurduğu hikmetin içine girer; ve faydasız ilimden Allah’a sığınmak şuuru, imân ölçüsüdür!..”*
(Devam edecek)
Nihan ÖZTÜRK – 05.02.2019
* Bütün Fikrin Gerekliliği – İktidar • Siyaset • Hareket, Salih Mirzabeyoğlu, Takdim