KARANLIKLAR ÜLKESİ – 1
Bir kış günü insanın ensesine damlayan bir su damlacığının verdiği refleks ile açıyorum gözlerimi. Kan ter içinde, nerede olduğumu anlamaya çalışarak uyanıyorum. Her yer zifirî karanlık ve önümü zor görüyorum. Camdan dışarıya kafamı uzatıyor ve pür dikkat etrafı süzüyor, gelen sesleri anlamaya çalışıyorum. Çığlıklar, karanlığı yarıp, ılık esen rüzgâr ile odamı dolduruyor.
Yetim kalmış çocukların feryatları, her gece, o gece gibi tecavüze uğrayan kadınların çığlıkları ile dolu sokaklar. Kokuşmuş köşe başlarında belirsiz gölgeler pinekliyor. İleride yanan bir tek sokak lambası var. Altında bir kadın; sarı saçlı, kalem kaşlı, altında mini eteği, ağzında sigarası ve birbirine karışmış makyajı ile derin bir nefes alıyor sigaradan ve direğe dayanmış bekliyor. Sonra bir araba geliyor, arabadaki gizemli adam ile bir şeyler konuştuktan sonra arabaya biniyor ve sokakta gözden kayboluyorlar.
O sıra sokakta başka bir evin lambasının yandığını görüyorum. Ve bir ân sessizlik oluyor, sonrasında ard arda üç el silâh sesi yankılanıyor sokakta. Ben daha ne olduğunu anlayamadan polis arabalarının siren sesleri ve ışıkları sokağı dolduruyor. Kimse uyanmıyor, kafasını camdan dışarı uzatıp, “ne oluyor” diye bakan bir tek insan bile yok. Sanki insanlar derin bir uykuda ve tıpkı ölü bir ceset gibi yatıyorlar. Görevliler silâh sesi gelen evden bir adam bir kadın ve bir çocuk cesedi çıkarıyor. Günlük, rutin yaptıkları bir şey gibi, ambulansa kaldırıyor ve gidiyorlar.
Sokak, yine sessiz, sakin… Az önce olan şeyler sanki hiç yaşanmamış gibi.
Bir ara gökyüzüne bakıyorum. Arka arkaya üç beş savaş uçağının, alçak uçuşla, varoş mahallelerinin üstünden merkeze doğru süzüldüğünü görüyorum. Sonra şiddetli patlama sesleri ile gökyüzü aydınlanıyor. Ben şaşkın bir şekilde ne olduğunu anlamak için televizyonu açıyorum. Saat yatsıyı biraz geçiyor. Tek tek kanalları geziyorum. Kiminde bir yabancı sinema kiminde saçma sapan gece programları oynuyor. Haber kanallarını açıyorum, bir kaç adam, tıpkı rolüne iyi çalışmış tiyatrocu misali, oturmuşlar, meleklerin cinsiyeti hakkında şiddetli bir tartışma yapıyorlar. Ben delirmek üzereyim, olan bitenle ilgili hiçbir yerde hiçbir şey yok. İnternetten bakmaya çalışıyorum fakat bir türlü bağlanamıyorum.
Kendimi lavaboya zor atıyorum… Elimi yüzümü iyice yıkadıktan sonra kendime gelmek için acı bir kahve içiyorum. Daha sonra kuşe montumu giyip atkımı boynuma attıktan sonra evden kendimi sokağa bırakıyorum.
Şehrin merkezine doğru yürüyorum, yaklaştıkça sokaklarda yürüyen insanların sayısı bir hayli artıyor. Gökyüzünde uçaklar uçuyor ve her yerde patlama sesleri yankılanıyor. Fakat benden başka kimse sanki bu olan biteni duymuyor, görmüyor gibi yoluna devam ediyor. Artık gerçekten bir kâbusun içinde olduğumu düşünmeye başlıyorum ki tam o sırada yürüdüğüm yerin yüz metre kadar ilerisinde bulunan kalabalığın üzerine bir bomba düşüyor. Şiddetli patlamanın o sıcaklığı yüzüme çarptığı an bunun kâbus değil gerçek olduğunu anlıyorum. Oraya doğru sağ kalan var mı diye koşmaya başlıyorum. Yerde bir sürü parçalanmış ceset görüyorum. Sağ kalan yok. İnsanlar cesetlerin arasından yürüyerek sakin bir şekilde yollarına devam ediyorlar.
Ben, delirmek üzereyim. Etrafımdan geçen insanların sayısı arttıkça ben sürekli dönerek etrafıma bakıyorum. Omuz atarak sanki ben orda yokmuşum ve tüm bunlar yaşanmıyor gibi insanlar geçip gidiyorlar. Yere diz çöküyor başımı iki elimin arasına alıyorum ve düşünmeye, ağlamaya başlıyorum; o sırada bir elin sıcaklığını omzumda hissediyorum. Korkarak başımı kaldırıyorum ve bana elini uzatan saçları uzun, yüzünü tüm güzelliği ile dolduran sakallı, sert bakışlı bir adam görüyorum. Bu beyaz saçlı adamın elini tutuyor ve ayağa kalkıyorum.
Beni cesetler arasından çıkarıyor ve karanlık bir sokağa dalıyoruz. Sakin ve bir o kadar hızlı adımlar ile yürüyoruz. Yürürken bana adımı soruyor, söylüyorum.
Bu adam kim? Bu olanlar ne? İnsanlar neden böyle? Anlamaya çalışırken anlamsız bir şekilde tam teslimiyet ile bu adamın peşine takılmış yürüyorum.
Sonra bir ara bana dönüyor ve soruyor; “Ne gördün?” cevap veriyorum; “her yanı bombalayan uçaklar, yerleri kaplayan cesetler ve tüm bunları göremeyen insanlar!” ve yüzümü okşayarak bana ufak bir tebessüm ediyor. Soruyor “Ne bilmek istersin?”… Cevap veriyorum, “Hakikati!”…
Bu sefer arkasını dönüyor ve beni orada bırakıp yürümeye başlıyor. Arkasından bağırıyorum “Gitme! Bekle!”; beni dinlemiyor. Sonra bir ân duruyor ve bana dönerek, “hakikati öğrenmek istiyorsan onu kalbinle ara!”…
Sonra, karanlıklar içinde gözden kayboluyor. Ben ise tüm bu olanları düşünerek evin yolunu tutuyorum. Sokaklardan geçerken açlıktan ölen insanlar, taciz edilen kadınlar, kapkaçlar, uyuşturucu ile kendinden geçen çocuklar, birbirini bıçaklayan gençler görüyorum. Herkes bu olan bitenleri umursamaz bir tavırla, kimi yanındaki ile sohbet ederek, kimi hızlı, kimi yavaş adımlarla yürüyor.
Kendimi eve zor atıyorum. Yatağa kendimi bırakıp tüm bu akşam olan biteni düşünürken bir sigara yakıyorum. O sıra annemler geliyor aklıma. Arıyorum ve bu gece olanları onlara anlatıyorum. Onlar ise bana gülüyorlar ve delirmiş olacağımı söylüyorlar. Ama hayır, ben bunların gerçek olduğunu biliyorum.
Annem ve babam bile bana inanmazken, tüm insanlar sanki uyurgezer gibi sokaklarda yürür, hatta uyur ve de canlarını verirken bunca gerçekliğin içinde hayal olan ne olabilirdi? Neden kimse bu olan biteni görmüyordu?
Bunları düşünürken yorgun gözlerim yerinden çıkacak olmasına rağmen sabaha kadar gözüme uyku girmiyor ve masamın başında belki iki paket sigara bitiriyorum ve tüm bu olan bitenleri düşünüp duruyorum. Artık güneş ışıkları penceremden odama vururken daha fazla dayanmayan bedenim masanın üstüne yığılıveriyor…
Devamı Gelecek…
Ebubekir İKİZ