AMERİKA’NIN TÜRKİYE TEHDİTLERİ

AMERİKA’NIN TÜRKİYE TEHDİTLERİ

 

KIBRIS DAVASI VE CESARETLENDİRİLEN RUM – YUNAN SALDIRGANLIĞI

Türkiye’nin uyguladığı dış politikaların sonucu olarak son yıllarda büyük bir sorun hâline getirilen Suriye politikası bir yana, Anadolu’yu bekleyen tehlikelerin en büyüklerinden ve geçmişten bugüne daha köklü bir biçimde süregelen temel sorun olarak Yunan-Rum saldırganlığı yükselişe geçmiş durumda.

Ortadoğu / İslâm coğrafyasında Amerika-NATO bünyesinde BOP Saldırganlığı’nın bir unsuru hâlinde politikalar yürütülürken göz ardı edilen Yunan-Rum saldırgan politikaları, boş bırakılan adalara çöreklenme ve Türk karasularında hak iddia etme şeklinde kendisini gösterdi. Üstelik Yunanistan, bu süreci Beştepe’nin BOP partnerleri / “stratejik ortaklar”ı ile birlikte yürütmekle birlikte, “uluslararası hukuk” adı altında “meşruiyet zemini”ni de elde etmiş olmakla övünüyor. Bu çerçevede yaşanan son gelişmeler şöyle:

 

RUM-YUNAN TARAFINDAN TÜRK VATANDAŞLARINI TUTUKLAMA HAMLESİ

Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmaları yapan Fatih Gemisi‘nin personeli ve Türkiye Petrolleri Anonim Şirketi (TPAO) ile işbirliği yapan şirketlerin yetkililerinin de aralarında bulunduğu 25 kişi için uluslararası tutuklama emri çıkardı.

Rum Fileleftheros gazetesinin, “Adresler ve isimler” manşetiyle verdiği habere göre Rum Yönetimi, Mayıs ayından bu yana Baf’ın 36,50 deniz mili açığında bulunan Fatih sondaj gemisinde çalışanların bütün verilerini elde etti.

Rum Dışişleri Bakanlığı da, Fatih çalışanları ve TPAO ile işbirliği yapan şirketlerin yetkilileri hakkında tutuklama emri çıkarılması için çalışma başlattı. Yapılan girişimler sonrasında Rum Yönetimi de, 25 kişi hakkında uluslararası tutuklama emri çıkardı.

Rumların tutuklama kararı vermiş olması, buna cüret edebilmeleri ayrı bir skandalken, gemi personelinin listesine ulaşmış olmaları da ayrı bir skandal olarak izâha muhtaç.

 

AMERİKA’NIN TEHDİTLERİ DURMAK BİLMİYOR!

Geçen ay Kudüs’te yapılan Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs Üçlü Zirvesine katılan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Türkiye için kullandığı “malign (habis)” ifadesinin ardıdan ABD Dışişleri Müsteşarı Mathew Palmer’in Lefkoşa’da Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de kışkırtıcı olmakla suçlamış ve Amerikanın resmi ağızlarından Türkiye’ye karşı takınılan saldırgan tutum, en son 6 Haziran 2019’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a hitâben yazılan, ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan imzalı mektupla 6 maddelik tehditle açıkça resmileşti. Shanahan, Amerika adına Türkiye’yi tehdit eden mektubundaşunları söylüyordu:

  1. Türkiye’nin Rusya’ya S-400 eğitimi için personel göndermesi hayal kırıklığına sebep oldu.
  2. Türkiye S-400 alırsa, F-35 alamayacak.
  3. Türkiye, 12 Haziran 2019’da yapılacak yıllık F-35 İcra Kurulu Başkanları Yuvarlak Masa toplantısına katılamayacak.
  4. Türkiye S-400 alırsa CAATSA (Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşıkoyma Yasası) yaptırımları uygulanacak.
  5. S-400 almanız, milli gelirinizde ve uluslararası ticaretinizde kayıplara neden olacak.
  6. ABD’de eğitim gören Türk F-35 pilotları 31 Temmuz’a kadar geri dönecek ve Rus S-400 füzelerinin alımı durdurulmazsa eğitim için yeni pilot kabul edilmeyecek.
  7. S-400 tutumunuzu değiştirme seçeneğiniz halen bulunmaktadır.

“Diplomatik dil nezaketi” altında dahi pek rastlanmayacak bir açıklıkta Türkiye’ye hiçbir bağımsız karar alma hakkı tanımayan bu ifâdelerin en son bir benzeri İsmet İnönü’ye hitâben yazılmıştı… Siyasî tarihimize “Johnson Mektubu” olarak geçen bu “ünlü” mektup ABD Başkanı Lyndon Johnson tarafından ve ne tevafuktur ki “5 Haziran” 1964’te Başbakan İsmet İnönü’ye hitâben yazılmıştı. Türkiye’yi açık bir şekilde tehdit eden mektupta: Türkiye Kıbrıs’a müdahil olursa silâh ambargosuna uğrayacak ve NATO’dan tecrit edileceği net bir şekilde ifade edilmekteydi…

Bu tehdide pabuç bırakmayan İsmet İnönü’nün cevabıysa netti: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır.

ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın tehditleri karşısında ise Savunma Bakanı Hulusi Akar, “üslubun müttefiklik ruhuna uygun olmadığı” ve gerekli cevabın yazılmakta olduğunu beyan etmişti…

Amerika’nın, Türkiye’nin Rusya ile stratejik müttefiklik kurma çabasının göstergesi olarak algılanan S-400 füze savunma sistemine sahip olma girişimlerinden kaynaklanan bu açıklamaların karşılık bulduğu saha, bundan 55 sene önce olduğu gibi bugün de Rum–Yunan saldırganlığının kışkırtılması olmakta.

Kıbrıs etrafında Türkiye’ye tehditlerini sürdüren Amerika, Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın mektubunun hemen ardından bu defa ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer’la tehditlerini sürdürdü:

  1. Doğu Akdeniz bizim açımızdan enerji kaynakları nedeniyle stratejik öneme sahip.
  2. Kıbrıs Cumhuriyeti (Rumlar) stratejik ortağımızdır.
  3. İki kesimli, iki toplumlu federal bir çözüm istiyoruz. Taraflar müzakere sürecine bağlı kalarak, enerji dâhil işbirliğini sağlayacak koşulları oluşturmalı.
  4. Türkiye, Kıbrıs açıklarındaki sondaj faaliyetlerini durdurmalı.
  5. Bölgede 10 savaş gemimiz ve 130 savaş uçağımız var.

 

SÜREÇ BUGÜNE NASIL GELDİ?

Hükümetin 2004 yılında Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyeliği karşısında sessiz kalması sonrasında gelinen bu durum şaşırtıcı değil aslında…

Güney Kıbrıs Rum kesiminin adanın tümünü temsilen 2004 yılında AB’ye alınması, hem uluslararası anlaşmaları (Londra ve Zürih) hem de “komşularıyla sınır problemleri olan ülkelerin birliğe, AB’ye alınmayacağı” kuralı mevcut iktidar tarafından gündeme getirilmemesi sebebiyle mevcut durum doğmuştu…

Üstelik o dönem hükümet medyası öncülüğünde Rum Yönetimi nâmı hesabına Kıbrıs Davası terk edilirken, Kıbrıs’ın büyük lideri Rauf Denktaş düşmanlaştırılmaktaydı… Ardından Ergenekon, Balyoz süreci ile Rum-Yunan şımarıklığı karşısında caydırıcı güç olan Deniz Kuvvetleri başta olmak üzere TSK’nın itibarsızlaştırılması süreci işletildi.

Kıbrıs Rum Kesimi’nin bugün Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye karasuları dâhil neredeyse bütün Doğu Akdeniz kıyılarını kendi karasuları hâline getirmesi bu sürecin sonucudur… Üstelik bu oldubittiyle çizilen sınırlar, bugün Avrupa Birliği’nin de karasularıdır…

Doğu Akdeniz’de çizilen bu haritalar dâhindeki mevcut enerji kaynaklarına sahip oluveren Kıbrıs Rumlarına bugün en büyük destek Amerika yanında Avrupa Birliği’nden de gelmekte… Geçen hafta Malta’da düzenlenen ve Güney Avrupa ülkelerinin liderlerini bir araya getiren AB Zirvesi’ndeki ortak bildiride Güney Kıbrıs’a destek açıklaması gerçekleşmişti… Zirveye katılan Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’nin ada açıklarındaki hidrokarbon arama faaliyetlerine tepki göstererek, “Türkiye, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde sürdürdüğü yasa dışı faaliyetleri sonlandırmalı” ifadelerini kullanmıştı. Macron, AB’nin de bu konuda hiçbir zaafiyet göstermeyeceğini de sözlerine eklemişti.

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras da söz konusu zirve öncesinde, “Türkiye’nin provokasyonlarının ikili sorun olmadığını, bunun tüm Avrupa Birliği’ni ilgilendirmesi gerektiğini” belirtmiş ve istediği desteği tabiî olarak almıştı. Çipras, “Bu, Avrupa-Türkiye sorunudur ve biz böyle bilerek hareket etmeliyiz. Konseptimizin özü, uluslararası hukuka saygı ve bunun için uluslararası hukuka saygı duymayanlar gereken sonuçlara katlanmalı” dedi.

 

KIBRIS’IN KUZEYİ VE ANADOLU’NUN GÜNEYİNE EL KOYULMUŞ DURUMDA

ABD ve Rusya arasında yaşanan mücadelenin bugünkü ön cephesi Doğu Akdeniz sahasında ABD, İngiltere, İsrail, Mısır, Yunanistan ve doğal olarak Kıbrıs Rum Kesimi ve emperyalizmin kuyrukçusu olarak destek veren Suudî Arabistan bir tarafta; düşmanlaştırılan öz be öz komşularımız Suriye ve Lübnan’ın desteğini alarak karasularında saf tutan Rusya diğer tarafta…

Türkiye ise her bir cephenin “Münhasır Ekonomik Bölge” ilan ettiği bu saflaşmada Antalya’ya birkaç kilometre kalacak kadar sıkıştırılmış bir alanda faaliyet gösterme çabasında…

 

“EYYY!” DEMEK YERİNE SUSUP, GEREKLİ OLANLARIN HAZIRLIĞI YAPILMALI

Hatırlanacağı gibi 4 Ekim 2011 tarihli Milliyet gazetesi internet sitesinde bir haber yayınlanmıştı:

“Güney Kıbrıs’ta yayınlanan Simerini gazetesi, Rum Stratejik Araştırmalar Merkezinin “Türkiye-Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki Güç Dengeleri” başlıklı raporunu ‘’Türkler, Havlar Ama Isırmaz” başlığıyla verdi.”

Haberin devamında ise bölge ülkeleri ile Türkiye’nin askerî güç unsurları karşılaştırılıyordu…

Rum ve Yunan tarafında oluşan Türkiye algısı mühim; “havlar ama ısırmaz!”

Bu algının oluşmasının, oluşturulmasının sebepleri hakkında hemen her Anadolulu bir fikir sahibidir şüphesiz…

Sağa sola “esip gürleyip” yağmamak…

“Eyyy!” dedikten sonra geri adım atmak…

Brunson başta olmak üzere “bu can bu tende olduğu sürece” ifadeleri dururken, Trump ve Merkel’in istediği tutuklu ve hükümlüleri serbest bırakmak…

Ne kadar Amerika (Rahip Brunson davasında olduğu gibi) ve Almanya’nın “serbest bırak” talepleri(!)ni yerine getirseniz de, gördüğünüz gibi yaranılamıyor. Üstelik karşı taraf daima cesaretlendirilmiş oluyor ve buyurgan tavırların ardı arkası gelmiyor… Oysa yapılması gereken şey, bütün bu LÜZUMSUZ ilişkileri bırakıp, ciddi hazırlıklar içerisinde olmaktır…

Türkiye adına politika yürütülürken “Eyyy!” nidâlı ve netice vermeyen, üstelik Anadolu’ya karşı sürdürülen düşmanlıkları cesaretlendiren konuşmalar yapmaktansa, susarak daha ciddi işler yapılmalı… Konuşarak lüzumsuz işler yapmaktansa, susarak GEREKLİ OLANI yapmak gerekmektedir…

A. Baki AYTEMİZ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: