“ONU BABAM DA BİLİR!”

“ONU BABAM DA BİLİR!”

Çok mühim bir Türk büyüğü, dün Bitlis’te katıldığı Prof. Dr. Fuat Sezgin panelinde, “Geleceği Müslümanların yöneteceği yeni bir çağı inşa edeceğiz.” buyurmuş.

Kulağa hoş geliyor tabi.

Geleceği Müslümanların yöneteceği Allah’ın bir vaadi olarak gerçek… Şimdi mesele şu ki geleceği Müslümanların yöneteceği çağa geçişte siz burada müsbet değil de menfi bir rol almaktasınız. Yani geleceği müslümanlar inşa edecek diye güya müjde verirken aslında geleceği müslümanların yönetmemesi için çalışmakta ve yaptıklarınızla dava yolunda engelci olurken de müsbet katkı verecek çalışmalar yaptığınıza inanmaktasınız.

Ama söyleyeyim, sizin geleceği Müslümanların yönetmesine verdiğiniz zararı düşmanlar vermiyor. Sizin içerinden yaptığınız tahribatı, dışarıdan saldıran düşmanlar yapmadı, yapamazdı da.

Niçin mi?

Geleceği Müslümanlar yönetecek diyorsunuz ya, öncelikle bunun nasıl olacağını da izâh etmeniz gerekir.

Yani, insan ve toplum meselelerini sistem çapında ele alıp çözüm teklif eden bir ideolocya ile ortaya çıkmanız gerekir. Yoksa, “onu babam da bilir” seviyesindeki doğruları tekrarlamakla bir iş yapmış olunmaz, hatta yapılan işe mani olunmuş olunur; sizin yaptığınız gibi.

İnsan ve toplum meselelerinin çözümü, Mutlak Fikre nisbet içinde sistem çapında bir ideolocya ile mümkündür. Bu ideolojnin ne olduğundan önce de, çözüm teklifinin sistem çapında olup olmadığına bakmak gerekir. Sistem çapına ermeyen fikirlerle, insan ve toplum meselelerini çözmek mümkün değildir. (“Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz!”) Önce bunun idraki gerekir. Bir fikrin haysiyeti de sistem çapında olup olmaması ile ölçülür. Herkesin her mevzuda bir fikri vardır ama fikirlerini sistem çapında bir bütünlüğe erdirmek ideolog olmak demektir ki bu da herkesin harcı değildir; bir ideoloji kurulmuşsa, ideolog olayım da ben de bir tane kurayım demeye de gerek yoktur. İdeolocya Örgüsü, bu ülkede ki ilk ve tek ideolojik vahiddir; yerli ve millî olan, insan ve toplum meselelerine bir bütün olarak çözüm teklif etmesiyle de evrensel çapa ermiş olan bir tek o var. Salih Mirzabeyoğlu da, ideolog çapına ve hatta kendisine, “Siz Necip Fazıl’ı aşmışsınız!” denmesine mukabil, kendisi yeni bir ideolocya kuma ihtiyacı hissetmemiş, Necip Fazıl’ın kurduğu ideolocyanın temellendirmesini yaparak, bu ideolocyanın hayata geçirilmesi mücadelesini vermeyi kendisine görev addetmiştir. Ve yapılması gerekeni de bu çerçevede ideolocyaya bağlı faaliyet olarak göstermiştir.

Zaman şuuruna sahib olmak, yapılması gereken işi tesbit etmekle, o çerçevede çalışmakla mümkün. Yoksa, belli bir istikâmete götürülmesi gereken arabayı, herkes tuttuğu yerden kendisine doğru çekmekle bir iş yapılmış olunmaz.

Zaman ölçüsü-iş ölçüsü olmayan adamın, “geleceği Müslümanların yönetmesi”nden bahsetmesi “onu babam da bilir” cinsinden ezbere bir doğruyu tekrarlarken pratikte o doğrunun aleyhine çalışmak mânâsına gelir. Mal edilmemiş hakikatleri ağızda gevelemek, o hakikatlerin aleyhine olur.

Bize, geleceği Müslümanların yöneteceği hamaseti yapmayın; bunun nasıl olacağından bahsedin, söylediklerinizin altını doldurun.

İnsan ve toplum meselelerine sistem çapında cevabı olmayan insanın, geleceği Müslümanların yöneteceğinden bahsetmesi kadar komik birşey olabilir mi? Bundan bahis, ancak sahibi olmadığı mânânın malikli görünmeye kalkan demagogların işidir; sahte kahramanların yani.

Herşeyden önce sistem çapında fikir lâzımken, daha ihtiyacın ne olduğunu anlamamış ve işin acısı da sistem çapında fikri ortaya koyan insana da güya Büyük Doğu’culuk adına bağlılık iddiasıyla da Büyük Doğu’nun mânâsını şahıslarında karartanlar da kendileri. Büyük Doğu’nun da içini boşaltıyorlar ki bundan büyük tehdit mi olur? İdrakleri iğdiş etmekten büyük suç mu olur? Unutulmasın, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun’nun ifade ettiği üzere, Kemalizm’in asıl buğz edilmesi gereken yanı, İslâm düşmanlığı filân değil, idrakleri iğdiş etmiş olmasıydı.

Bunların yaptığı Büyük Doğu’nun mânâsını oy hesabına tahvil etmek için istismardan başka ne ki? Bu mânâda Büyük Doğu-İBDA’nın Kemalizm düşmanlığını da… İdrakleri iğdiş etme tahtına kendisi oturmuşken, güya Kemalizm’den şekvacı…

Büyük Doğu-İBDA mimarları ne demişlerdi?

“Fikrin taklidi olmaz!”

İşte böyle, hamasetle fikri ayırt edebilecek gözler nazarında söylenen şeylerin sahteliği hemen anlaşılıverir. Üstad’ın “düşün” diyen emrine uyan gerçek bir Büyük Doğu bağlısı hemen sorar:

Nasıl?

Niçin?

“Evet, bir iddiada bulunuyorsun da bunu nasıl yapacaksın ve niçin öyle olması gerekiyor, izâh et bakalım.”

“Ya izâha ne gerek var hacım, bana güven gerisini merak etme sen.”

“Ama Üstad, falana veya filana güvenin demedi, düşünün dedi. Düşünmek de soru sormaktır. Düşünmenin metoduna uygun soru sormak da nasıl ve niçin sorularını sormakla olur. Evet, geleceği Müslümanlar yönetecekse nasıl olacak bu iş? Önce bunun cevabını verin de sonra verdiğiniz cevaba göre işin niçin öyle olup olamayacağını ayrıca konuşalım.”

Ama şahsi hâlleriniz de ortada. Yani, Üstad Necip Fazıl, geleceği yönetecek müslümanı, “derin ve gerçek mümin” olarak tarif etmiş, vasıflarını sıralamıştır; İdeolocya’da bu da var. Elimizdeki bu reçeteye göre ise sizler, derin ve gerçek batırıcılarsınız. Yani, iyi niyetli olduklarını farzedecek olsak bile, bu işin bir takım imkânları ele geçirmekle olacağını zanneden, şuur seviyeleri bu olan tipler. Oysa Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” konferansında demişti ki:

“Bu iş şu kadar imkânım var, şu kadar param var madem kapının önüne spor araba çekeyim demekle olacak işi değil ki”…

Ve eklemişti:

“İçeri girdin, hadi bakalım ne yapacaksın? Ne yapacağını bilmiyorsun ki!”

“Bizsiz olmaz!”

İslâm, bir takım imkânlara bağlı olarak gelebilecek mekanik bir şey değil, onu gerçekleştirebilmenin şartı, derin ve gerçek mümin olma idrakini kuşanmaktan geçer. Mücadele de bu imkânları, derin ve gerçek müminin emrine vermekle olur. Bundan dolayıdır ki biz bunlara yıllardır şunu diyorduk: Siz cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, vali, belediye başkanı vs. olabilirsiniz ama İslâmı hâkim kılamazsınız. Sizinkisi İslâmı hâkim kılma değil, hâkim kılmama mücadelesi… Bu saikle de siz, düzünden değil, tersinden gerçekleştiricilersiniz, İslâm’ın nasıl hâkim kılınamayacağının ispatçısı olacaksınız.

Onlar bize ne diyordu?

“Önce bir makama gelelim de ondan sonra…”

Evet, gelebilecekleri makamların nihai noktasına geldiler ve her yanlışın o işin nihayetinde ortaya çıkması gibi bugün de oturdukları makamlarda neyi nasıl yapacaklarını bilmediklerinden işleri daha çok karıştırırlarken, karışan işler karşısında da çözümsüzlüğü ne yapacaklarını bilmediklerine bağlamak, ne yapacaklarını bilmediklerini itiraf etmek yerine, mesuliyeti sırtlarından atmak için kötü gidişin sebebini dış güçlerin oyununa bağlayarak kurtulmaya çalışıyorlar.

Neymiş?

Beyefendiler çok iyi biliyorlarmış da ah şu dış güçler olmasaymış…

Öyle, Fatih Sultan Mehmet Hân Hazretleri de İstanbul’u zaten dış güçlerin yardımları sayesinde fethetmedi mi? O dış güçler olmamış olsaydı, Fatih de İstanbul’u fethedemeyecekti. Sahi, Fatih’e İstanbul’u fethetsin diye yardım eden dış güçler, size niye yardım etmiyor ki?

Sual ediyoruz, aldığımız cevaplar bizi tatmin etmiyor.

Sual ediyoruz, kaçamak cevaplar gözümüzden kaçmıyor.

Sual ediyoruz, karşımızdakinin iddia ettiği meselede, ne meselenin istediği şuur seviyesi ve ne de bilgi hamulesine sahip olmadığını bu suallerimize verdiği veya veremediği cevaplarla anlıyoruz.

Sual ediyoruz ve aldığımız cevap karşısında, geriye ancak, “onu babam da bilir!” demek kalıyor.

A. Bâki AYTEMİZ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: