YAPILMASI VE YAPILMAMASI GEREKENLER

YAPILMASI VE YAPILMAMASI GEREKENLER

Şimdi bakıyorum da ne yapmak nereye varmak istemekteler, bir şeye benzetemiyorum. Ortada birtakım dernekler, vakıflar var. Çok büyük paralar dönüyor çevrelerinde. Parasında değiliz, ülkenin geleceğine olumlu bir katkıları oluyor mu?

Onlara sorarsan, çok mühim işler yaptıklarına kuşku yok. Bana sorarsan, mesela Kadın ve Demokrasi Derneği, saray eşi malikânesinde, bugüne kadar hangi kadın sorununu ne kadar çözdüyse, toplam keyfiyetleri o kadar.

Ben olsam başka yapardım. Bu tür derneklere para ayırmazdım. Bunlar boş faaliyetlerdir. Bilime, sanata, fikre para ayırırdım. Bir keyfiyet ve liyakat çizgisi içinde, kimin hangi siyasî görüşü taşıdığına hiç bakmadan, en geniş imkânlarla donatırdım. Şerî ilimlerde olduğu gibi diğer hepsinde de Amerika ve İngiltere’ye bağımlılıktan kurtulmaya, yerli ve millî fikir, sanat ve bilim üretmeye dönük her türlü çabayı teşvik ederdim. Bu alanda çalışmaları olan akademisyenleri, öğrencileri, üniversiteleri en geniş imkânlarla donatırdım.

Bununla aynı zamanda pespayeliğe, seviyesizliğe, liyakatsizliğe kapıları kapatmakla kalmaz, ceza kanunu kapsamında hizaya alırdım.

Şarkı, türkü meselelerinden dizi sektörüne kadar hayal ediniz. (Tabiî en başta yandaş medyanın magazin üzerinden sömürü yapmasını engellemek var!) Tiyatroda, sinemada, müzikte; kalitenin demokrasiye yem olmasına katiyen göz yummazdım.

İkinci olarak mutlaka iktisadî yapıyı değiştirirdim. Eğer Büyük Doğu’dan söz ediyorsak, ondan ilham alıyorsak, bu şart. Yandaşlara ihale vermek ne demek, gerekirse bir alana bir daha vermezdim. Yahut her firmaya, ihale alması için, emekçilerden şu kadar kimseyi gelirine ortak etme şartı koyardım. (Dikkat edin, bizim derneklere bağış yapma şartı demiyorum, sıradan vatandaşı patrona, emek ve sermayeyi ortak etme şartı!) İşçiye, memura mutlaka yoksulluk sınırının üstünde maaş verir, ithalatı teşvik etmek yerine, imalatı yüceltir, ama ister devlete, ister kendi işçisine, isterse tüketiciye en küçük bir haksızlık yapanı doğduğuna pişman eder, tüm varlığını hazineye aktarırdım. Hasılı refahı birkaç mutlu aile (3 bin aile) arasında bırakmayıp, mutlaka topluma yaymak!) Ne serbest rekabeti, ne serbest ticareti; devlet nereyi gösterirse oraya yatırım!

Ben yöneten olarak ise tam bir tevazu ve sadeliği seçerdim. O kadar ki, bir ülkede ahlâkın heykeli dikilecekse, kıvrımları benim suratımdaki çizgileri andırsın. Ne kendim, ne yakınlarım hiçbir şekilde parayla oynamaz, ticarete girmez; halkın parasını hiçbir şahsî işimde kullanmaz, mümkünse fakirlik içinde yaşardım. Çocuklarım ve yakınlarımı her türlü makam ve mevkiden uzak tutardım. Onlara ticareti yasaklardım. Bu türlü bir şey yapan bir devlet adamının da, gönül rahatlığıyla dünyasını karartırdım. Hiç kimse rüşvet alan bir memura bakıp da “balık baştan kokar” diyemez, bilakis hemen ertesi gün o memurun en sefil bir kılıkta teşhir edilerek hapse atılacağını bilirdi.

Özellikle bu üç şeyi, yani ilim sanat ve fikre hürriyeti, sermaye ve mülkiyette tedbirciliği ve yönetimde İslam ahlâkı ve sadeliğini tavizsiz uygular, o boş dernekleri kapatırdım.

(Yayıncının notu: Bu yazı, Erdoğan fikirsizlikten bahsettikten sonra değil, ondan aylarca önce kaleme alınmış olup, yazarın sosyal medya hesabında paylaşılmıştır.)

Selim Gürselgil

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: