“DOKTORA” KAVRAMININ İSLÂM’IN SÜNNÎ GELENEĞİNDEN DOĞUP ORTA ÇAĞ AVRUPASI EĞİTİM SİSTEMİNE NAKLONULMASI

George Makdisî

Hristiyan Eğitimine Dışarıdan Sokulmuş Bir Unsur: Doktora

İslam dini hukukunun bir müessesesi olan “öğretim üyeliği belgesi” (tedris icazeti), Orta çağ Hristiyanlığına dışarıdan sokulmuş (intrusive) bir unsurdu. Hristiyanlığın ona hiçbir ihtiyacı yoktu. Zaten ortada bin yıldan fazla bir süreden beri devam eden kendi “öğretim yetkisi” vardı. Bu yeni licentia docendi, müesses nizama karşı bir çatışma kaynağı teşkil ediyordu. Licentia docendi Hristiyan Batı’ya, Orta çağ Hristiyanlığının İslâm’dan hırsla ithal ettiği bilgilerle birlikte gelmişti; bu bilgilerin ayrılmaz unsuru durumundaki araç ve metotların parçası olarak gelmişti.

Dini kökenli bu icazetin kadim Yunan veya kadim Roma’nın ürünü olmadığını söylemiştim. O halde, derin bir şekilde dini hukuka kök salmış olan bu icazet, Hristiyanlık veya Yahudilikte ortaya çıkmış olabilir mi? Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm, aynı “şahsi, her şeyi bilen ve her şeye kadir Tanrı” mefhumunu paylaşırlar. Ancak “öğretim üyeliği belgesi” dini kökenli olmasının yanı sıra, ferdiyetçi bir sistemin ürünüydü. Bu haliyle o, bir kilise hiyerarşisinde veya münferit doktorların otoritesinden daha yüksek bir otoriteye sahip herhangi bir sistemde ortaya çıkıp gelişemezdi. O, hususi olarak bir loncanın, aynı ihtisaslaşmış eğitime tabi tutulan bir grup ferdin ürünüydü. Bir kere bahşedilince, bu fertlerin otoriteleri artık tüm dış güçlerden bağımsız hale gelirdi ve onun üzerinde herhangi bir dünyevi otorite bulunmadı. Netice olarak bu icazet ne kilise hiyerarşisine sahip Hristiyanlıkta ne de “Yahudi alemindeki baş öğretim ve otorite makamı” olan Babil’deki (Irak) Akademinin başı Gaon’un yüksek otoritesinin tanındığı Yahudilikte ortaya çıkıp gelişebilirdi.

Yahudi rabbi (fetva vermeye ehil ve yetkili cemaat dini liderlerine rabbi denir.) ile Müslüman müftünün vazifelerinin birbirine benzediği doğrudur. Fakat bu benzerlik yalnızca belli bir noktaya kadar böyledir. Yahudilik, avamı, dini hukukla ilgili bir meselede cevaba ihtiyaç duyduğunda bir rabbiden fazlasını araştırmaya teşvik etmemiştir. Bir ümmî (avamdan biri), kendi yöresindeki en üst otoriteye gider ve daha fazlasına cüret edemezdi. Ancak İslam’da ümmî birçok müftüye danışmakta hürdü ve aldığı görüşler arasından kendi seçimini yapmada serbestti. Söz konusu iki sistem arasındaki bu ayrım esaslıydı.

Doktora, bir “icma’ câmiası (church of consensus)” olan Sünniliğin aksine bir “otorite camiası (church of authority)” olarak tanımlanabilecek olan Şiilikte de ortaya çıkamazdı. Şiilikte öğretme yetkisi imamlara tevdi edilmişti, en yüksek otoriteyi onlar temsil etmekteydi. Herhangi bir Şiî, dini öğretinin sahih olarak görülebilmesi için imamlardan birinin otoritesine atıfta bulunması zorunluydu.

Modern zamanlarda bilindiği şekliyle doktora derecesinde mündemiç olan öğretme yetkisi, kökeninde, temel olarak icmâya dayalı (consensual) dînî bir sistemden kaynaklanır. İcmâya dayalı olması, bir öğretinin sahih din yolunda (ortodoks) oluşunun nihai ölçüsünün, hepsi eşit olarak görülen hukuk doktorlarının icmâına (görüş birliğine) dayanması anlamına geliyordu. Sünnilikte sistemin çalışma keyfiyeti böyleydi. Bu, Yahudilik ve Hristiyanlıktaki sistemden olduğu kadar Şiilikteki sistemden de farklıydı.[1]

[1] George Makdisî, İslâm’ın Klasik Çağında ve Hıristiyan Batı’da Beşerî Bİlimler (The Rise of Humanism in Classical Islam and the Christian West), çev. Hasan Tuncay Başoğlu (İstanbul: Klasik Yayınları, 2009), 34-35.

Not: Bu yazıda yayın politikamızla uyuşmayan fikirler olabilir, bunlar Adımlar’ı bağlamaz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: