TASAVVUF VE MODERN İLİM

Selim GÜRSELGİL

Tasavvufu Müslümanların büyüklerine ait bir üstün idrak sahası olarak görebiliriz. O, felsefede olduğu gibi akıl ve muhakemeye dayanmaz. Müspet ilimde olduğu gibi gözlem ve deneye de dayanmaz. Tabiatın ve maddenin müşahadesinden çıkmamıştır. “Ruhî tecrübe” veya “zevken idrak” dedikleri farklı bir usûlle elde edilmiştir. Dolayısiyle tasavvufa dair verimler, her ne kadar indî ve şahsî ise de “zamanüstü” özelliği taşır. Aklın ve hissin tabiî yanılmalarından uzak, farklı bir yanılma payı ile birlikte, “mutlak’a dair”dir.

Tasavvufun kökeni Hind veya Yunan veya başka eski kültürler değildir, doğrudan doğruya Kur’ân ve Sünnettir; Kur’ân ve Sünnete dayalı ilham yoluyla gaipten mânâlar devşirmektir. Bazen bu mânâlar “düzenli bilgiler bütünü” hâlinde gelir; Muhiddin-i Arabî ve İmam-ı Rabbanî’de olduğu gibi… Bazen de “ânî tecelliler” hüviyetindedir. Felsefe ve müspet ilmin doğrulaması onun kıymetini arttırmadığı gibi, yalanlaması da kıymetini azaltmaz. Nasıl ki bir kimse bir rüya görmüştür ve halk ister ona inansın, ister inanmasın, onun hakikati kendisinindir; teyide muhtaç ve tekzibe mahkûm değildir.

Şu bir gerçek ki, tasavvufla modern müspet ilim arasında, varılan kanaatler noktasında pek çok benzerlikler olduğu gibi, pek çok ayrılıklar da vardır. Modern fiziğin atomaltı dünyasını keşfi ve oradan edindiği kanaatler, gittikçe tasavvufî keşiflere yaklaşmakta ve onları andırmaktadır. Bununla beraber tasavvufun öyle verimleri vardır ki, müspet ilim henüz onların sırrına yaklaşmamıştır. Sözgelimi müspet ilmin “fezâ” (uzay) bahsi ile tasavvufun “semâ” ve “felek” bahisleri birbirinin aynı değildir. Rasyonalistler bunları aynı sanmakta ve astrofiziğin fezâya dair keşiflerinin tasavvufî “semâ” ve “felek” telakkilerini yalanladığını düşünmektedirler. Oysa müspet ilim “paralel âlemler” ve “başka boyutlar”ın varlığını yeni yeni farketmekte, teleskop ve uydularla dikizlediği fezânın “bütün gerçek” olmayabileceğini şimdi şimdi düşünmektedir.

Bunun gibi, tasavvufta, hiç şüphesiz Kur’ân ve Sünnete dayalı olarak, dünya yaratıldığından bu yana, canlıların giderek küçülmekte olduğu fikri vardır. Bu fikir kısmen modern jeoloji ve paleontoloji verilerince doğrulanmaktadır. Ancak bu fikir, tasavvufta insanı da kapsamaktadır; insan da dünyaya geldiğinden beri, giderek daha devâsâ boyutlardan daha küçük boyutlara tahavvül etmektedir. Hazret-i Âdem zamanında Nuh Tufanına kadar yaşayan insanlar, tasavufa göre, mitolojideki “devler” tasnifine uymaktadır. Paleontoloji henüz bu tasavvufî bilgiyi doğrulayacak verilere ulaşmamıştır. Hattâ biyologlara göre insan, ilk ortaya çıktığı dönemden bu yana hemen hiçbir fizikî tahavvüle (variation) uğramamıştır.

Bu durumda biz Müslümanlara düşen, beşeriyetin kollektif aklıyla inatlaşmak değil, tasavvufî verime dair itikadımızı muhafaza etmenin yanında, ilmî kanaatle amel etmektir. Nitekim bu şerî/aslî bir mesele değildir ve şerî olmayan meselelerde “insan pekâlâ yanlışlarla da iş görebilir” hikmeti geçerlidir.

Bu bir misâldir ve daha bir çok alana uygulanabilir.

7 Ağustos 2022

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: