SALGINA SAHİP ÇIKMAK

Alkın Deniz Yiğitoğlu

“Salgın, bir biçimde, bilinçdışı olmakla birlikte, zaten mevcuttu.”

Giorgio Agamben [1]

Salgına sahip çıkmalıyız.[2] Bu cümle dekoratif bir mübalağa değil. Gerçeğin, birilerinin dilinden dökülenin ta kendisi. Sansürsüz, epey de cüret sahibi. Bu cüreti, bu kadar berrak konuşma yetkisini de işverenlerinden alıyor. Biontech tebliğcileri tedirginler, zira o “meşum” kitleler adeta hiçbir şey yaşanmamışçasına yaşamlarına devam etme iradesini gösteriyorlar. Bu manzara onları zıvanadan çıkartıyor. Biontech tebliğcileri orta vadede kızağa çekilme tehlikesi ile karşı karşıya. El yükseltmeye çalışıyorlar. Ancak biz şunu biliyoruz ki, kasa her zaman kazanır.

Son birkaç yılda yaşadıklarımız, işçi sınıfına açılmış topyekûn bir savaştı. Bu çeşitli biçimlerde her zaman görünen bir fenomen olmasıyla bilinir. Dün salgın tedbirleri idi, yarın kim bilir, Birleşmiş Milletler paltosundan çıkan küresel karbon vergisi olacak. Egemenler, sınıf savaşını her türlü araçla sürdürüyorlar. İntikam istiyorlar. İşçi sınıfına vermek “zorunda” kaldıkları her şeyi söke söke geri alma peşindeler. Güç zehirlenmesi yaşıyorlar, durdurulamaz hissediyorlar. Gözü dönmüş bu uluslararası tefeciler, işçi sınıfı çocuklarının gördüğü güneş ışığını dahi gasp etme arzusuyla yanıyorlar.

Peki, salgına sahip çıkma vazifesi bunun neresinde duruyor? Bu vazife, bu vazifeyi umumileştirme çabası “salgın” denen şeyle kurulan oldukça samimi bir muhabbetin sonucu. Salgının içselleştirilmesi.

“Neoliberal rejimin iktidar tekniği ince bir biçim almıştır. Doğrudan bireyi ele geçirmez. Daha ziyade bireyin kendiliğinden, tahakküm bağlamını kendi içine yansıtacak ve bunu özgürlük olarak yorumlayacak şekilde kendine etki etmesini sağlar. Kendini optimize etme ve boyunduruk altına girme, özgürlük ve sömürü bu noktada aynı şey haline gelir.’’[3]

Neoliberal rejimin iktidar tekniğinin en ince biçimleri sahneye kondu. İnsanlık tarihinin en büyük servet transferi gerçekleştirilirken, kitleler adeta oyun oynar gibi kapitalist savaş hükümetinin protokollerine uymaya zorlandılar. Bireyler fiziksel yöntemlerle derdest edilmedi, bilinçlerinde salgın denen şey, bir iktidar aygıtı olarak kolonileşti. Bu kolonileşme, zihnin kolonileştirilmesi hâli, kapitalistlerin savaş hükümeti için yalnızca bir başlangıç noktasıdır. Deneyim ve pratiklerini başka acil durum anlarında kullanacaklarından şüpheniz olmasın. Sınıf savaşı sürüyor ve düşman cephaneliğine yeni araçlar ekliyor.

Salgın rejimi, kendi performans toplumunu kurguladı. Bir savaş hükümeti şeklinde örgütlenen salgın rejiminin performans toplumundaki özne, acil durum kararlarını performe edebilme kabiliyeti hudutlarında varlık gösterebildi. Aksi takdirde yeni performans öznesi, onu varlık yapan tüm toplumsallıktan aforoz edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Toplumsal alandan her türlü “itilme” sonucu karşısında, bu savaş kanunlarında hizaya girme hali vicdanlara su serpecek bir tercih olmalıydı. İktidar fiziksel gücü, zoru devreye soktuğunda iktidar olma kabiliyetinden yitirmeye başlar. Salgın rejiminin kurduğu iktidar da ideolojik olarak bir seçime; bilimde, vicdanda, ilericilikte, aydınlıkta yapılan sağduyulu bir tercih olarak kurgulanmalıydı. Ne zaman ki bu kurguyu birileri yutmamaya başladı, Avrupa demokrasisinin tapınak kentlerinde polis atlarının göstericileri çiğnediği görüntüleri izledik. Hegemonyalarını -tam anlamıyla- kuramadılar, o meşum-uğursuz kitleler bir “bit yeniği” olduğunu sezmişlerdi.

“Budala modern muteziledir, heretiktir. Herezi köken olarak seçim anlamına gelir. Bu anlamda heretiğin seçim özgürlüğü vardır. Ortodoksluktan ayrılma cesareti gösterir. Uyum baskısında kendini cesurca kurtarır. Heretik olarak budala, uyuşma zorlamasına karşı direnişin simgesidir. Münzeviliğin büyüsünü kurtarır. Giderek artan uyum baskısı nedeniyle günümüzde heretik bilinci geliştirmek her zamankinden daha acildir.”[4]

Çağımızın heretikleri bu “bit yeniğini” sezen sıradan insanlardan başkaları değildi. Üretim kozmosunun içinde yer alan kişilerin zihinleri her zaman berraktır ve çelişkilerin farkındadırlar. Onları “yanıltmak” kolay iş değildir. Salgın rejimi fabrikalardaki işçileri içeri kilitleyip gelecekteki çalışma kamplarının prototiplerini denerken de neyin ne olduğunun farkındaydı. Yeni kilisenin tebliğcileri ise bu insanları çağımızın yoldan çıkmışları olarak aforoz etmekte hiç vakit kaybetmedi. Kendi saflarından yükselen görüşlere de “sapkın” damgasını vurdu, tek bir hâkim anlatı vardı, alternatife yer yoktu. O anlatı da küresel tekellerin gelecek projeksiyonuna hizmet edecek şekilde yazılıp çizilmeliydi.

Salgını içselleştirmek, salgınla ilintili gündemlerin sınırlarını aşan bir tutum. Kültürel, siyasî, ahlâkî bir bitmişliği imliyor. Karşımızda üretim hattından çıkmış gibi dizilmiş insanlar var ve hepsi aynı nâmeleri şakıyor. Ân, sürekli kayıp gidiyor. Politik gündem her ân değişiyor. Salgını içselleştirmiş, adeta onun bitmesini istemeyen kimseler ise her yeni gündemde zihinlerindeki finans tekeli kolonisi ile düşünüyor, öyle karar veriyorlar. Çok tehlikeli mankurtlar [5] ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Mankurtların bir kısmı bir biçimiyle “işveren sosyalizminin” saflarında mobilize oldular. Şimdilerde İkinci Enternasyonal’in kadavrasını bir Frankenstein tezgâhında diriltmekle meşgûller. Avrupa emperyalizminin en zor zamanlarında yardımına koşan sosyal demokrasinin ruhuna beden aranıyor. Bu çağrıya karşılık verme çabası onlarınki ve işte; salgına sahip çıkanlara sahip çıkan da onlar. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu söylemek komploculuğun adetidir.

Tavır takınmaktan, tercihlerden bahsedip durduk. Ahir zamanlarda yaşıyoruz ve tanıdık anlamda “hak ile bâtıl” arasındaki çizgi belirginleşiyor. Herkes bir tarafın sancağı altında toplanma gayretinde, duyuyor musunuz? Karanlıktaki sesler yaklaşıyor. Siyasal olanda kalmak, küresel oligarşi karşısında halkların ve sınıfın çıkarlarını savunmak için karar almak gerekiyor. Çağın heretikleri arasında, çağın heretiği olmak. Bugün kapitalizmin dışında ve de karşısında kurulabilecek yegâne politik hattın tek olur yolu münzeviliğin büyüsünü yeniden örgütlemek. Başarmalıyız.

07 Eylül 2022

Dipnotlar

[1] Giorgio Agamben, Salgın Üzerine Düşünceler, 28 Mart 2022, e-skop

[2] TTB, ölüm tehdidi alan Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’a destek açıklaması yaptı, 05 Ağustos 2022, IndependentTürkçe

[3] Byung-Chul Han, Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, s.35

[4] Byung-Chul Han, age, s.87

[5] Bir Kırgız efsanesidir. Efsaneye göre ele geçirdikleri kişinin başına taze deve derisinden bir başlığı geçirirler ve güneşin altına bırakırlar. Kızgın güneşte kızan deri, büzüldükçe kafayı sıkıştırır, beyin hasar görür. En sonunda sahibinden başka hiç kimseyi tanımayan ve sadece ona itaat eden bir köle zuhur eder.

Not: Sosyalizm.org sitesinden alınmıştır. Bu yazıda yayın politikamızla uyuşmayan fikirler olabilir, bunlar Adımlar’ı bağlamaz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: