TASAVVUF VE İLİM – ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
Selim GÜRSELGİL
Eski Müslümanlar, tasavvufa ilim tahsillerinin sonunda girerlerdi. Zahirî ilimleri bitirdikten sonra, bir ihtiyaç hâlinde tasavvufa yönelirlerdi. Günümüzde ise ilim milim kimse iplemiyor, direkt tasavvufa atlıyor. Tabiî ki, eski büyük mutasavvıflarla günümüzün tasavvufa heves edenleri arasında büyük bir kalite farkı ortaya çıkıyor.
Künyesinde hemen bütün zahirî ilimlerde tahsil gördüğü kayıtlı olan önemli mutasavvıflarımızdan biri de Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’dir. Şerî ilimler yanında beşerî ilimler de tahsil etmiş, İstanbul’a iki defa gelerek kütüphaneye kapanmış, aylarca çıkmamış. Yolunun sonu tabiî ki varmaktır; o da Tillo’da bir hücrede…
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme isimli kitabı, Osmanlılar’ın hayret verici eserlerinden bir başkasıdır. Bu kitabında İbrahim Hakkı Hz., geçmiş bütün ilimleri ansiklopedik bir titizlikle toplar, bir araya getirir ve bunlardan sonra modern ilme sarkar. Eskilerin “semâvât” ve “felekiyyat”a dair anlattıklarını verdikten sonra, Kopernik ve ardından gelenlerin ortaya koyduğu yeni kâinat görüşünü ele alır. Bundan uzun uzun söz eder. Ve tam bir Müslüman âlime yaraşır şekilde, güneş merkezli ve yuvarlak dünyalı kâinat modelinde dinen inkâr edilecek bir şey olmadığını, bunun Allah’ın kudret elinde olduğunu söyler.
Osmanlı âlimleri arasında modern ilimden bu şekilde uzun ayrıntılarıyla söz eden ve onu olumlu duygularla karşılayan, benim bildiğim kadarıyla ilk örnek İbrahim Hakkı Hazretleri’dir. 18. yy’da kaleme alınmış Marifetnâme’de, muhtemelen İstanbul kütüphanelerinden derlenmiş bilgiler halinde bu husus öyle bir incelikle anlatılır ki, henüz o çağda Batı’da bile Kant ve Laplace, onlarla çağdaş bir Erzurumlu âlimin kaleminden döküldüğü açıklıkta malûm değildir.
Erzumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, çağında astronomideki gelişmeler yanında matematiği de yakından takip etmiş, onun önemi ve özelliklerini izah etmiştir.
İşte, tasavvuf denince, mutasavvuf denince ben daha çok bu örnekteki gibi insanları anlıyorum. Şeriata dair ilimlerde olduğu gibi kâinata ve beşeriyete dair ilimlerde de çağının “ideâl-mümkün” en ileri haddine varmış ve bütün bu ilmî faziletleri geride bırakıp doğrudan doğruya Allah’a yönelmiş, böylece tasavvuf deryalarına dalmış olarak… Hemen bütün eski büyük mutasavvıfların künyesinde de bunu görüyorum.
O hâlde tasavvuf, işlerin en ucuzu değil, en pahalısı olmak gerekir. Bütün ilimlerin nihayeti, varış noktası, özü olmalıdır. Tasavvuf elbette ilmi şart koşmaz; ama ilimle öyle kıymetlenir ki, değme filozof onun semtine yaklaşamaz.
Tasavvufu ayaklar altından alıp başımızın üstüne koymak, bizim neslin en önemli görevlerinden biri kabûl edilmelidir. O bir düşkünler yurdu değil, ideâllerin ideâli olmalıdır. Bu işin töresi budur.
10 Ağustos 2022