ALLAH’I BİLMEK, ZITLAR ARASI BİRLİK VE DİYALEKTİK

Selim GÜRSELGİL

Salih Mirzabeyoğlu, İslâmî tefekkürün misyonunu “has oda sırrına giden yolu döşemek” diye tarif eder. Yani İslâmî düşünce, Allaha varmaya dönük ve bu anlamıyla tasavvufa bitişik düşüncedir. Bu bitişikliğin, yani hem tasavvufta, hem de tefekkürde zirveye yürüyüşün ideal örneği halinde İbda Mimarı şöyle der:

“Allah’ı bilmek, O’nu zıtlar arasında birleştirmekle ve O’nun üzerine yine O’nunla hükmetmekle mümkün olur.”

Bu derin bir sözdür. Belki yüzlerce yıl okunur geçilir de hikmetine yaklaşılmaz. Fakat öyle olmasın diye bunca yılın çalışması, eğitimi ve bunun yanında şahsî gayretimizi ortaya koyarak, her zaman olduğu gibi, bu fikre yaklaşmaya, hiç olmazsa gerçek fikirciler için dikkat çekici olmaya bakalım.

Diyalektik, zıtların birleştirilmesi ve tek’e doğru gidiştir. Diyalog ise zıtların bir arada yaşaması ve harmonisi.

Birinciyi bir metod olarak komünist dünya, ikinciyi ise kapitalist dünya kullanır. İslâm tefekkürünün metodu olarak İbda Diyalektiği’ne gelince; o ikisinden biri yahut ikisinin bir harmanı değildir; her ikisinin temel prensiplerini içinde taşımakla birlikte, ikisinden de farklı, nevi şahsına münhasır bir düşünce biçimidir. Bu sadette İbda Mimarı der ki:

“İslâm, zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizâmıdır.”

Burada intikal mihrakı, Marksizm’de olduğu gibi, zıt kutuplardan birinin diğerini yok etmesi düşüncesi değildir. Kezâ Kapitalizm’de olduğu gibi zıt kutupların bir arada yaşaması ve harmonisi de değildir. Dikkat edilirse bu iki bâtıl düşünceden birinci daha samimi, ikinci daha şeytanîdir. Zira zıtların birliğinden bahis, zıtlıkların yontulması, zıtlıklarının törpülenmesi ve hatta giderilmesini gerektirdiği için, yahut “hangi zıtlıkların birliği” sorusuna muhatap bir seçme ve dışta bırakmaya mevzu olduğu için, genellikle bir yalana, aldatmaya dayanır. Yani gerçek zıtlıkların birliği değil, “zıtlıkların uygun görülmüş bir terkibi”dir.

“Zıtların birliği” sadece İslâm’da bir hakikat olabilir.

Zira İslâm’da zıtların birleştirilmesi veya birarada yaşaması değil, kendilerinden üstün bir dengeye (muvazene) taşınarak aşılması vardır. Bu da sadece İslâm’a mahsus, onun “üst dil-üst diyalektik” belirten özelliğidir. Ve bir düşüncenin İslâmî olmasından bahis de, olur olmaz İslâmî ölçüleri gevelemek değil, bu “üst dil-üst diyalektiğin” şuurunda olmaktır.

Bu aynı zamanda İslâmî tevhid ilkesinin ta kendisi ve tefekkürde izlenişi demektir. Bu izlenişte Allah’ı bilmek, O’nu zıtlar arasında birleştirmekle ve O’nun üzerine yine O’nunla hükmetmekle mümkün olur. O’nu zıtlar arasında birleştirmek, “bilinen Allah” hâlinde Hak ve bâtıl itikatların muhasebesi; O’nun üstüne yine O’nunla hükmetmekse “bileni bildiren Allah” hâlinde, Kur’ân ve sünnet ışığında bilmekle olur. İşte İbda Diyalektiği’nin farkı bu ve daha fazlasıdır.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: