KONUŞMALAR – 5
Nihan ÖZTÜRK
Murat: “Harbiden de öyle, insan eksik bir varlık. Onun için bu yeryüzü şartlarında mutlak bir hamlesi ve kurtuluşu çok zor. Doğum gibi! Acısız yaşam yok.”
Orhan: “Acının da kendine göre bir albenisi yok değil dostum. Kafamızın basmadığı her şeye karşı sitemliyiz ya, en net sorunumuz veya eksikliğimizi gösteren en dikkat çekici özelliğimiz bu. Bir şey anlaşılmamaya yüz tutmuş olunca da sıkıntılar doğmaya ve tatsızlıklar baş göstermeye başlar. Anadolu’muzun böyle karmaşık durumlara karşı ‘ayıkla pirincin taşını’ diye güzel bir lâfı var biliyorsun.”
Murat: “Tamam da dostum, kim ayıklayacak bu taşları? Taş değil artık minimalize edilmiş, kum gibi çoğalmış dertler. Birbirini boğazlayan aileler mi dersin yoksa bunları insaniyet namına ulu orta sergiletenler mi? Dahası nahoş tarikatlara mı yoksa kadın cinayetlerine mi? Her köşe başındaki torbacılara mı, “bim”ine mi yoksa lâmı cimine mi, köleleşmiş zihinlere mi, sisteme mi dersin yoksa devletin düştüğü duruma mı, muhalefetin durumuna mı? Süper silâhın, uçan araban, sönmeyen gazın olsa ne olur? Bunlar için mi her şey?”
Orhan: “Elbette değil! Dediklerine katılmamamın mümkünatı yok. Evet, sıfırı tüketme noktasına doğru bir gidişattayız; kendi hâlimizi de içine katarak… Fakat bilirsin, karamsarlığı hiç sevmem. Bu cenderede bazı silkiniş hareketleri olur mu, olmaz mı kestirmek güç; onun için insan olarak dört dörtlük olmasak da, dört dörtlük bir sevdanın hayâlini gütmekten kendimizi alamayız.”
Murat: “Peki almayalım. Almamak için gerekirse bütün motivasyonumuzu zorlayalım. Olmadı, tekrar başlayalım. Peki bunca enerji kaybı ne olacak? Anlayamıyorum!”
Orhan: “Öyle yada böyle, hayat bir şekilde devam ediyor. Kollarını ve dahi bacaklarını da kessen, insan yaşayabilir. Hani nasibince yaşamak ölçüsü var ya, bu işlerde önemli olan hissin, anlayışın kesilmemesi. Eğer anlayış ve his körelmeye başlıyorsa asıl o zaman enerji kaybına ve çabuk yorulmaya başlıyorsun. Öte yandan anlayışın ve hislerin yoğunlaştıkça boş sözler ve boş insanlar seni zorlamaya ve yormaya başlıyor. Bak, nasip demişken aklımda hep var olan ama bir türlü dile getiremediğim şeyi paylaşayım seninle.”
Murat: “Buyur seni dinliyorum.”
Orhan: “Türk tarihi ile ilgili bir mesele. İster İslâm öncesi, ister sonrası, sivrilmiş ve bir ideâl peşine düşmüş bir çok küçük veya büyük kabile, oba veya boyların beylerini, yani başlarını düşün. Hatta ayrı zamanlarda olsun yada bizzat aynı zamanda. Düşüş ve kalkış, ilerleyiş ve gerileyiş, güçsüzleniş ve şahlanış, yıkılış ve kuruluş, yok oluş ve varoluş maceralarını hep bu “baş”ların nasibine bağlarım. Mesela kafa kafaya gelmiş iki samimi “baş”ın, neticede birisine nasip olan yükseliş ve diğerinin itaate mecbur kalış veya eriyip gidiş hikâyesi, anlatabiliyor muyum?”
Murat: “Sanırım anlıyorum. Devletleşme arzusu?”
Orhan: “Bir bakıma.. İdeâl hayatı sağlamakta buna dahil. Her şey nasip ile ilgili! Nasipse mutlaka olur. Değilse…”
Murat: “Değilse zaman telef olmuştur!”
Orhan: “İşte, niyet sahih olduğunda, telef olan bir şey olmuyor. Bu dünyanın ötesinde bir gaye için çalıştığında, bu dünyada neticeyi alamasan da… Hani, aslolan zafer değil sefer esprisi… Burada yine mutlaka murad sahibinin muradına bağlı gelişir hadiseler. Birisinin samimiyeti ve savaşçılığı daha ağır basar, diğerinin huzur ortamı vesaire. Neticede gücün veya kurnazlığın tesir edici niteliğini de es geçmemek gerekiyor.”
Murat: “Nereye bağlamak istediğini tam kestiremiyorum ama sanırım her meselenin veya hadisenin neticesinde mutlaka her faktör gözden geçirilmeli diye algılıyorum bu söylediklerini.”
Orhan: “Fert ayrı, toplum ayrı, devlet apayrı işler dostum. Ferdin algısı, toplumun algısı ve devletin algısı ayrı. Anlayış ve his olarak da bu böyledir. Vakti gelmişken söyleyeyim; her devlet, sistem ve inanış, düşük siyasetin elinde can verir! Çökmeye aldırmayanlar da yıkılan enkazın altında kalır. Böyle toptan temizlik gibi görünse de, acı yanları da olur.”
Murat: “Yani şu ân hüküm süren her şeyin tahtının bayağı bir sallandığı noktasına mı geliyoruz?”
Orhan: “Geldik bile. Ama anlattığımı şuraya bağlamak istiyorum; Fikir bir kişiden çıkar. Sonra diğerleri tarafından muhasebesi yapılır, geliştirilir ve neticeye bağlanır. Oluru veya olmazı belirlenir. Her ihtimalde bir kişi, bir baş veya bir merkez gerektirir ki, bu fikrin aksiyona geçişini sağlayacak kadroyu oluştursun. Yani geldiğimiz noktayla beraber, şu ân karar verici olanlar ya o fikrin emrine girip yepyeni fikirlere yol açacak yada Nasreddin Hoca misali işin suyunun suyunun suyu çıkacak.”
Murat: “Bir Nejat Uygur misali de diyebiliriz.. Bir tiyatro eserinin ismi şöyleydi: Şeyini şey ettiğimin şeyi! Yahu kardeşim biz de biliyoruz durumun ehemmiyetini. Bu kadar ıkınıp sıkılmak niye? Olmuyor işte, bu sistem uymuyor, ilerletmiyor, hep bir gerileyişe mahkûm. Yeni bir kafaya ihtiyaç var! Şimdi kavradım galiba demin anlatmaya çalıştığını.”
Orhan: “Kolay değil maalesef. Ben de tam izâh edemiyor olabilirim ama samimi olanların en azından tersleyemeyeceği şey bu. Sadece yeni bir “bey” mevzusu değil, aynı zamanda bu beyin kendisiyle beraber getireceği yeni fikir, yeni sistem, yeni devlet meselesi. Hani Yavuz Sultan Selim Han misali gibi. Sen çok duraklama ve oyalama peşindesin, mührü bir zahmet ehline teslim et artık davası. Tarihimizdeki örnekleri çok. Yeri geldi mi övünüp dururuz, işte Mete Han, yok işte şu kadar devlet kurmuşuz. Mânâsına gelince bir yobazlıktır gidiyor ama.”
Murat: “Üstelik basitliğinden iyice sersemleşen dünya düzeninin verdiği imkân ortadayken. Samimiyet cesaret gerektiriyor dostum. Cesaretin destekçisi de aşk! “Aşk”ı da bir tek fikir besler. Bu halkada bir eksik varsa ortada sadece lâf kalır. Dedikodudan öteye geçmeyen ve sadece havasını attığın bir şey olarak kalır her şey.”
Orhan: “Bu basitliğin üstünde gerçekten devamlı durmamız lâzım. Hiç çekinmeden bu düzenin adını koyalım; Monopoly Düzeni! Yada Yahudi’ye ait olduğu iddia edilen atasözü gibi: Altını olan kuralı koyar düzeni! Tarih boyunca altının, gümüşün, paranın, malın ve mülkün bir güç olduğu gözlenmiştir elbette. Fakat bu zihniyetin insanların geneline hâkim bir sistem olarak hüküm sürmesi bu çağa ait. Malûm adıyla Kapitalizm. Para düzeni. Borsa, faiz düzeni. Hak, hukuk, suç, ceza, doğruluk, iyilik, kötülük, adalet, siyaset, eğitim, medya, neye el atsan böyle. Bir kaç istisnayı da monopoly oyununda olduğu gibi yanlış atılan zarların azizliğine bağlarım.”
Murat: “Mesela memleketimizde taze gelişen şu ucuzcu marketler zinciri hadiseleri. Sistemin savunucuları çok iyi biliyor ki, bu işin isimlerle falan alakası yok. Mevzu kimin eline geçmesi istendiği meselesidir. Almanya’nın en büyük kuruluşlarından olan REWE örneği gibi. Otto Mess adlı kuruluşun devralınmasından sonra gelişiyor her şey. Adı eskiden şuydu, şimdi başka isim altında başka ellerle devam ettirilen aynı seri üretim ve tüketime daha çok yol açma girişimi.”
Orhan: “Çok iyi bir örnek, teşekkür ederim. Olay hep aynı; o kadar ki bıkkınlık veren derecede… Halkı oyunlarla, entrikalarla oyalayıp düzenlerinin devamını sağlıyorlar. Herkes bir çeşit farkında. Bıkkınlık verdiği içinde kitlelerde pek bir karşılığını bulmuyor. Bir örnekte ben vereyim, ki bu tam uyuzluk seviyesinde. Herhangi bir ülkede seçimler yaklaştıkça, çevre ülkelerin medyası ve politikası anlaşmaya bağlı olarak başlıyorlar manşetler atmaya, karşılıklı gerilim sözleri sarfetmeye. Yunanistan’da seçim mi olacak? Bir bakıyorsun Türkiye’ye karşı, biz de hemen karşılığını rahatça bulucu diklenmeler falan. Ne yazık ki bu bizim seçim dönemlerimiz için de geçerli. Bazılarınca doğal karşılanabilir bu vaziyet, işte haklı haksız bir reyting sağlama ve oy potansiyeli işine dönüyor. Önümüzdeki seçimlere yaklaştıkça Alman medyasının müdahalesini rahatlıkla göreceğiz.”
Murat: “İşler basitleştikçe en ciddi meseleler güme gidiyor desene!”
Orhan: “Yunanistan’ın hiç bir karşılık görmeden adalara sahip olup biraz daha güçlenmesi gibi unutulup gidiyor meseleler. Bize de bir kaç şarkı sözü söylemek kalıyor. Acı değil de ne bu?”
Murat: “Demin dediklerimize geldik yine. Pir Sultan’ın dediğine; Derdim çoktur hangisine yanayım?”
Orhan: “Bütün dünyanın derdi aynı dostum. Bütün insanlığın derdiyle ilgilenmek, en azından haberdar olmak durumundayız. Ve bu hızlı zamanda zaten ânında haberdar oluyoruz.”
Murat: “Geçen Arjantin ile Hollanda arasındaki dünya kupası maçına baktık bir arkadaşla. Birden koloni ülkeler sohbetine daldık izlerken. İşte ilk koloni ve köle sistemini başlatanın Portekiz olduğunu, ardından İspanya’nın, Fransa ve Hollanda’nın, nihayetinde İngiltere’nin dahil olduğu, Alman ve İtalyanların esamesi bile okunmadığı gibi konuları falan konuştuk. Derken Arjantin, Brezilya, Uruguay ve Paraguay gibi Lâtin Amerika ülkelerinin isimlerinin nerden geldiğini merak edip araştırdık.”
Orhan: “Ben de izledim, güzel maçtı. İlk önce şu ülke isimlerine gelelim, merak ettim.”
Murat: “Malûm, Güney Amerika’da Brezilya hariç neredeyse her ülkede ispanyolca konuşulur. Brezilya’nın ismi de doğal olarak Portekizce Pau-Brasil kelimesinden gelme. Anlamı Kızılağaç. Yani bir ağaç türü olarak Kızılağaç’ın anavatanı olduğu için adı böyle kalmış. Arjantin ismi ise Latince gümüş anlamına gelen Argentum’dan gelme. Sömürgeci İspanyollar bu topraklarda değerli metaller, özellikle gümüş bulmayı umdukları için adı böyle şekillenip kalmış.”
Orhan: “Yani sömürüden sonra birde sömürgeci isimlerini kabullendirmişler.”
Murat: “Uruguay ve Paraguay örnekleri biraz farklı. Burada da hâkimiyet gereğince dilleri İspanyollaşmış fakat ülke isimlerinin menşei en azından yerli halkın dilinden kalma. Paraguay, yerlilerin Guarani dilinden gelme, yani -pará- okyanus, -gua- giden ve -y- su kelimelerin birleşimi olan suya giden su anlamına geliyor. Uruguay, ki Güney Amerika’nın en küçük ülkesi, ismini yine aynı yerli Guarani dilinden ve Brezilya topraklarından uzanan bir nehirden alıyor. İlginç olan bu iki ülkenin sınırları Brezilya ve Arjantin’e dayanıyor ve bu dört ülke sözde bağımsızlıklarına 1818-1825 yılları arasında ulaşıyor.”
Orhan: “Belli oluyor ki, İspanyollar gider ayak yerli halkın bütünleşmesini engellemek adına sınırlar çiziyor, belirlenen ülkelere bölüp kendi işbirlikçilerine idareyi teslim ederek çekip gidiyor. Arjantin zaten çok enteresan. Almanya 2. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkınca oraya göç edip yerleşen epey bir Nazi subayı varmış. Verdiğin bilgiler için teşekkür ederim.”
11 Aralık 2022