Depremin Düşündürdükleri: Yolsuzluk, Oligarşi ve Milli İrade

Cumhuriyet’in 100. yılında yaşadığımız deprem felaketi bütün kusurlarımızı, yanlışlarımızı yüzümüze haykırıyor. İhtar ediyor. Bizi ayağa kalkmaya, eskisinden daha güçlü olmaya ve geçmiş hesaplaşmaları tamamlamaya çağırıyor. Ancak gerçek bir diriliş, bütün sahtekarlıkların reddi ile başlar. 

*

“Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Tamimi’nden bu ifadeler; bugün yolsuzluğun, yalanın, çürümüşlüğün, kuşatması altındaki Anadolu’ya ışık tutmaya devam ediyor. Önce yolsuzluklar ve yalan ile hesaplaşma azmi ve kararlılığını göstermek zorundayız.

*

Felaketin çizdiği en sarih tablo şudur:

1999 depreminden bu yana toplumda oluşan deprem şuuruna rağmen, iktidar gerekli tedbirleri almadı. Öte yandan, yerbilimciler ve inşaat mühendisleri, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu ve ülkenin depreme hazır olmadığını, eldeki bilgi ve teknoloji ile bu tehlikenin yıkım gücünün bertaraf edilebileceğini söylüyorlar.

Sosyal devlet, ve konut hakkı anayasada insanların güvenli binalarda barınma haklarını tanımlıyor. Ancak siyasetçiler, belediyeler, hükümet ve müteahhitler cephesi 24 yıldır toplum şuurna yerleşmiş ve bilim çevrelerinin sürekli olarak ikaz ettiği gerekli tedbirlerin alınması hususunda çözümsüzlükte ısrar ediyor. Ülke kaynakları herkesin güvenli bir konutta yaşama hakkını garanti altına alacak şekilde paylaşılmıyor. Toplumun kahir ekseriyeti yoksulken azınlık maddi imkanları elinde bulunduruyor ve bu zümre için şahsi menfaatler milli menfaatlerden önce geliyor. 

Gerçekte yaşadığımız tecrübe ülkemize has değil, “küresel” bir karaktere sahip ve “dünya sistemi”nin ülkemizdeki yansıması. Yaşadığımız her büyük problem, sistemin politik tercihlerinin bir neticesi… Sistem sorunları çözmüyor, çözemiyor, çözebilecek iradeyi çözüm makamlarının dışına sürüyor.

Sistem içi muhalefet umut vadetmiyor.  Milletvekilleri listeleri partilerin genel merkezlerinde genel başkanlar tarafından belirleniyor. Seçim zamanı vatandaşa “tıpış tıpış” oy vermeleri buyruluyor. Parti içi meseleler kapalı kapılar ardında hallediliyor. Millete soran olmadığı gibi güçlü bir sivil toplumun varlığından da söz etmek mümkün değil. Amerikan demokrasisinin çarkları böyle dönüyor.

İktisadi anlamda, kapitalizmin temel ilkesi başarıyla işliyor. Servet azınlığın elinde toplanıyor. bazı çevrelerce neoliberalizmin kötü olduğu kabul edilse de  kapitalizmin başlı başına kötü ve imhası gereken bir iktisadi sistem olduğu gerçeği gözden kaçırılıyor.

Her fırsatta İbda ve Büyük Doğu mimarlarının sistem teklifini hatırlatıyoruz. Topluma şekil veren bütün ilkelerin baştan tasarlandığı bir sistem anlayışından bahsediyoruz. Şüphesiz ki bizim Büyük Doğu’muz ile iktidarın yıllar sonra istismar etmek zorunda kaldığı ve ona karşı büyük günahlar işlediği sahte “Büyük Doğu”su oldukça farklı… İktidar pratiği, ideolocya örgüsünde çizilen toplum tasarımının neredeyse tersidir. Ancak Büyük Doğu, ona yabancı geniş bir yazar çizer çevresi tarafından yeterince incelenmediği, ona sempati duyanlar tarafından yeterince anlaşılmadığı ve ona ihanet edenler tarafından istismar edildiği için toplum ondan istifade edememektedir. Büyük Doğu baştan başa nizamdır ve ondaki orijinal fikirler Büyük Doğucu olmayanların da istifadesine açıktır.

Depremin bize hatırlattığı ilk şey Büyük Doğu’nun Halk Divanı’dır, bugünkü Amerikan Demokrasisinin en ileri temsil ve yargı mekanizmasından çok daha ileri gücü halka vermektedir. Bugün bu model (mesela ombudsmanlık gibi) uygulanıyor olsaydı. 15 milyonu etkilediği söylenen bu afetin bütün sorumluları, hesaba çekileceklerini bilecekleri için tir tir titreyeceklerdi. Ancak siyaset, sorumluları hesaba çekmek yerine vatandaşın sesini kısmayı tercih ediyor. Depremzedelerden mikrofon kaçıran medya çürümüşlüğün en çıplak portresini çiziyor.

“Yarı-çevre” tipi Amerikan kapitalizmi ve demokrasisi bizi güvensiz binalarda oturmaya mahkum ediyor.

Bütün bunlar olurken din istismarcısı alınmayan tedbirlerin önceden öngörülmüş neticelerinden ötürü yüce Allah’a iftira atacak kadar haddini aşıyor.

İşte bugünkü manzarayı umumiye budur.

Biliyoruz ki, tedbirsizliğin ülkeye verdiği zarar yıllar içerisinde çok daha iyi anlaşılacak. Öte yandan beklenen Marmara depremi karşısında alınması gereken tedbirler alınmıyor. Bu konudaki fikirlerden biri: Prof. Dr. Mustafa Erdik’e ait. (bkz. https://www.youtube.com/watch?v=h0amMOVwaU8&t=6277s)

Erdik, 120 milyar liraya 400.000 hanenin konutunun güvenli hale getirlebileceğini söylüyor. Binaların güçlendirilmesini teklif ediyor. bunun siyasetçiler, belediyeler, müteahhitler ve milli servetin büyük kısmını elinde bulunduran oligarklar tarafından dikkate alınmak istenmeyeceğini biliyoruz. Argümanları hazır: Kaynak konusunda sorun var diyecekler. Ancak, bir avuç zenginin elinde toplanan milli servet, milletin emrinde kullanılmak için kanun yoluyla millete iade edilmeli ve milletin görmezden gelinen konut sorunu artık son bulmalı.  Şartlar, milleti kendi kaderi ve istikbali için harekete geçmeye zorluyor.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: