İYİ İNSANLAR VE KÖTÜ İNSANLAR

Selim GÜRSELGİL

Öyle görünüyor ki, bu tür kaotik dönemlerde Suriyeliler-Türkiyeliler, Sağcılar-Solcular, İslâmcılar-Kemalistler gibi ayrımların bir kıymeti kalmıyor. Geçerli tek ayrım, iyi insanlar ve kötü insanlar ayrımı oluyor.

Kötü insanlar kimden ve nereden çıkarsa onlara karşı durmak, mukavemet etmek ve haddini bildirmek gerekiyor. İster Suriyeli olsunlar, ister Türkiyeli; ister Ak Partili olsunlar, ister CHP’li; ister resmî olsunlar, ister sivil… Âfet zamanında, insanların zor gününde aczinden yararlanan yağmacılar ve bilumum vicdansızlar, merhameti hak etmiyor. Onların halktan veya polis ve askerden dayak yeme görüntülerini görüyoruz, ama içimiz soğumuyor. Böyle zamanlarda insanların acıları üstünde sebeplenmeye çalışan bu soysuzlar, bir ağızdan, “bizler bu toplumun virüsleriyiz, var olmayı hak etmiyoruz, bize hayat hakkı tanırsanız siz yaşayamazsınız” diye bağırıyorlar.

Burada tekrar tekrar öyle görünüyor ki, iki tarafa da ihtiyacımız var: İmânı temsil eden kimseler, öyle olmamaları gerektiği hâlde, akıl yönünden fukaralık manzaraları sergiliyorlar. Akla öyle giran gelen laflar ediyorlar ki, sözleri imâna zarar veriyor, insanları imândan soğutuyor. Yahut yeryüzünün en muhal işi olan imânla ahlâksızlığı bir araya getirmeye çalışanlar var. Öbür tarafta imânsız denecek kimseler öyle lâflar ediyorlar ki, hak vermemek elden gelmiyor. Münazaralarda akıl, çoğu zaman onların tarafını tutuyor. Uyarılarında haklı çıkıyorlar, eleştirileri doğruya tahvil oluyor, tahlilleri gerçekleşiyor.

Bu durum, bizim gibi, vatanın ve milletin “ibda hamlesi”ni temsil etmeye talip olan kimseler için, öncelikle acı veren bir şey: Biz, ne imândan vazgeçen, ne de imânın haksız ve budala görünmesine razı olan kimseler için, üzerinde yıllarca gözlemler yapmamız, neyin ne olduğunu ve nereden geldiğini iyice anlamamız ve bir çıkış yolu bulmamız icap eden bir durum. Her olay karşısında, her rüzgârlı havada, hattâ en güneşli olanlarında bile, tekrar tekrar içinden geçtiğimiz bir tecrübe.

Bugüne kadar bu tecrübeden yanlış sonuçlar çıkaranlar ve yolunu şaşıranlar çok olmuştur. Kimi imâna gelmek isterken kendi faziletlerini, kimi akla hakkını vermek isterken imânını yitirmiştir. Her ikisi hakkında; “Veyl mağluplara!”

Yine bugüne kadar bir orta yol arayan, bir bağdaşma biçimi bulmaya çalışan da çok olmuştur. Örnek vermek gereksiz; onlar da herbiri “mezhepsizlik mezhebinin fraksiyonları” gibi, mevcut kaosa yeni unsurlar katmaktan ileri geçememişlerdir.

Fakat bir çıkar yol vardır: O da İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun nurlu yoludur. Bu yolu er-geç engellerden arındıracak, ruhu ve aklı bir bütün etrafında buluşturmanın formülünü bulacağız. Belki bunun için daha fazla kaos, daha fazla iyinin ve kötünün mücadelesi lâzımdır. Belki başka şey…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: