KONUŞMALAR – 17

Nihan ÖZTÜRK

Murat: “Olurlar ve olmazlar içinde kıvranan bir milletin kendi gidişatına dair yön verebileceği bir fikir ortamının olmadığı ülkelerde, geleceğe dair meselelerin milletin inisiyatifine bırakılmaması gerektiğini, sanırım bir kez daha anlamış olduk!”

Orhan: “Nasıl yani?”

Murat: “Bunu böyle açıktan söylemek benim de hoşuma pek gitmiyor ama gerçeğe daha yakın diye hissettiğim için maalesef elimde değil.”

Orhan: “Olurları olmazları anladım ama gerisini tam anlayamadım. İktidarın yürütme ile birlikte yargı ve yasamayı ele geçirdiği ülkeleri mi kastediyorsun? Bunların hepsi, çilesi ve cefası ile birlikte yumruğun da bereketiyle altın tepsi hâlinde sunulmadı mı? Açıkcası bunca çilenin, böylesi durumlarda heba olmasına ne zaman ne mekân razı gelir. Dilerse bu yüzyıllara yayılsın. Bilinen mevzular. Siyaset, ekonomi, ittifaklar veya faklar…”

Murat: “Faklar mı?”

Orhan: “Evet. Ahmet Kaya’nın seslendirdiği bir Ahmet Arif eseri olan “Uy Havar”ı dinlenmişsindir kesin. Hani “Yangınlar, / Kahpe fakları, / Korku çığlıkları / Ve irin selleri, aç yırtıcılar, / Suyu zehir bıçaklar ortasındasın. / Bir cana, bir başa kalmışsın vay, vay! / Pusatsız, duldasız, üryan / Bir cana, bir de başa / Seher vakti leylim-leylim / Cellat nişangahlar aynasındasın. / Oy sevmişem ben seni…” diye başlıyor.”

Murat: “Bilmez miyim. Baş enstrümanı Ney olan harika bir altyapıya sahip.”

Orhan: “Duygu yüklü olduğundan çocukluğumdan beridir etkilenirim ne zaman duysam. İşte buradada geçen “faklar” kelimesinin anlamı “tuzaklar”.

Murat: “Yani fasıkların fakları…”

Orhan: “Fasık kelimesinin bir anlamıda “sahte” diye okumuştum bir yerde. Yani günâh işleyen veya kötülük eden anlamının yanında. Ama dediğin hiç yanlış değil, çünkü ancak fasık kişiler kahpe faklar kurar.”

Murat: “Eski bir şarkı daha vardı, ünlü solculardan Timur Selçuk’un kendi yazıp okuduğu: “Ekonomi Tıkırında!”. Bugün yaşasaydı “İşler Tıkırında!” diye mi yazardı bilemiyorum.”

Orhan: “Sen de farkındasın dostum ve eminim ki bir çok insan da bunun farkında; bütün davası rahat ve bolluk içinde yaşamak olanlara hiç bir şey anlatamazsın. Fikri ikinci plâna atan hiç bir siyasî anlayış, siyasî zafer, siyasî makam, siyasî şöhret yoktur ki zaten tarihin çöplüğünde bir kaç sayfası olmasın. Yani bunca yapılan yanlışların yapılmışı var zaten. Nasıl olur da “denenmemiş tek nizâm” olana sırt dönülür ve madem makam elde, fikrin iktidara taşınması neden bir yaşam felsefesi olarak görülmüyor?”

Murat: “Mürid uçursa ne olur, şeyh şeyh olmadıktan sonra. Hepimiz mürid sınıfındanız ya, illa birilerini uçuracağız. Zaten kendi dünya görüşümüze binaen, bizden ileride olduğunu düşünmediğimize niye hürmet edelim ki? Sever sayarız olur biter ama, “aman hizmette kusur etmeyelim!” demeyiz. İnsanoğlu dünyada varolduğundan beridir var bu şeyler.”

Orhan: “Doğrusu da var olduğu için bu böyle! Ne hadiseler doğru iken zamanla yanlışın en berbatına dönmeyi başarmış. Bunlardan da tonlarca örnekler mevcut. Müridlerde bilgilenmekten ve nasiplenmekten ziyâde, bir bağlantı hastalığı var. Tamam bağlan ama biraz kendini geliştir diyemiyorsun. Diyemediğinle de pek uğraşasın gelmiyor. Tadı yok çünkü. Kaba müridlere kalmış meydan.”

Murat: “Milletvekili diyorsun, karşısında el pençe duracağını anlıyor. Yahu onu bari kendinden üstün görme, o seni temsil etmesi için tayin ettiğin kişi sadece. Yani olsa olsa senin vekilin. Efendin değil! Hükümdar değil, düpedüz hizmetkârın. Derdine koşacak, müşkülünü çözecek kişi.”

Orhan: “Sistemden o kadar dışarda ve düzene o denli düşman ama var gücüyle bu sistemin bekasına çalıştırılıyor, haberi yok. Yüreğine doğru değil de, illaki dışına doğru imân vaziyetleri, yeri geliyor sakala kıla tüye bulaşıyor bulaşıyor ve tıkanıp kalıyor ya. Üstelik bunu yapanlarda “yürek işçisi” ayağına bunu yapıyor. Tasavvuf ehli bir insan daima yüreğiyle hareket eder. Akıl, mantık, hesap etrafında değil. Gerçek Tasavvuf eseri bir ideolojinin mensubu olduğunu iddia edenlerinde yürek işçiliği gibi bir mecburiyetleri var. Yok mu? O zaman zaten meseleyi baştan anlamaya başlamalı. Yürek işçiliği öyle şiir gibi veya fiyakalı kelimelerle bir şeyler yazmak veya söylemek değildir. Ya vardır ya yoktur. Bu yüzden sadece belirli bir kaç insanın isimlerini biliriz tarihten. Bütün insanların böyle olmasını beklemekte saçma olur. “Ben yürek işçisiyim!” diyen adam, emeğe, samimiyete, haklıya, mazluma dair efendi düşünen gerçek insan tipidir!”

Murat: “Suudistan’ın en son olayını işittin mi bilmiyorum. Onlarca gökdeleni veya Airbus fabrikasını içinde barındırabilecek derecede genişlikte ve 400 m yüksekliğinde, Küre adlı devasa bir bina inşa etmek istiyorlar. Küre şeklindeki bina, yüksek teknoloji ile kurulması istenilen şehrin tam ortasında olacakmış. Altın’ı andıran dış kaplama, izlediğim videodan yanlış anlamadıysam, büyükçe işlemeler gibi belirli motiflerden yada Arap mitolojisini andıran şekillerden oluşuyor.”

Orhan: “Bak sen. Daha önce de İngiliz saatinden bahsetmiştik. Bu nerden çıktı?”

Murat: “İşleri büyütüyorlar anlayacağın. Dünya merkezi olmak gibi hevesleri var sanırsın. Ama öyle görünüyor. Küre Bina’nın Kâbe’yi andırması ve bir tapınağa benzemesi işin esprisini arttırıyor. Fakat içi önemli. Arap yetkililerin dediğine göre bu küreye girenler kendilerini başka bir âlemde hissedeceği yönünde. Sanal bir dünya adına her türlü yazılımın ve yapay zekânın kullanıyorlar herhalde.”

Orhan: “Dehşet! The Line şehri inşaasından sonra hakikaten çıtayı epey bir yükseltmek istiyorlar sanırım. Dediğin gibi böyle bir şehrin ve devasa yapının olmasıyla merkezî duruma gelmelerini sağlayabilir. Mânâsı nedir acaba? Hedefleri ne? Bunlar açıklamaya kavuşmadan tam anlamak güç.”

Murat: “Arkadaşın biri “Bütün bir Hac meselesini buradan gerçekleştirebilirler” demişti. Yani en kolay haliyle yapay hac!”

Orhan: “Olmaz demem. Bana soracak olursan “Hac” ibadetinde yol ve konaklamayı devlet karşılamalı. Buda müslüman bir sistemde devletten beklediğim bir şey olurdu bir müslüman olarak. Ama buralara girmeyelim şimdi.”

Murat: “Anlıyorum dostum. Yine gülümsettin teşekkürler. Ama sağlam bir vaat ve bayağı bir rey toplayabilir. Belirli bir yaştan sonra bile düşünülebilir. Müslüman Sistemin şanındandır böyle bir kanun! Fakat katılıyorum, bu mevzulara girmeyelim. İşin içinden çıkamayız sonra.”

Orhan: “Biz değil, bu yükü sırtlayanların sorunu. Halkın talepleri yoksa, ya her şey güllük gülistanlıktır yada güllük diye bir mevzunun olmadığına inandırılmıştır yığınlar. Hâlbuki güvenliğinden huzuruna, hayat kalitesinden kültürüne kadar genişlemesine geniş ve derinlemesine derin büyük ve çetin bir davadır devlet olmak. Saltanat da olsan böyle, aydınlar aristokrasisi de olsan böyle. Değişmez tek kural; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!”. Şimdi, şehirlerin şaşaalı binalardan ibaret olmasını yeterli buluyorlarsa ve bundan dolayı mesutlarsa, bu onların bileceği bir iş. Bizim medeniyet anlayışımımızda binaların bile bir ruhu vardır. Böyle kör kütük ve gerçek dışı sanal alemlerlerle ancak ruhsuz insanlarını ağızlarını açık bırakırlar.”

Murat: “Parayla ruh satın alınamayacağına göre, işler sadece akla ve göze göre.”

Orhan: “Bu işin aslı İslâm’da. Diğer ruha hitâp etttiğini sanıp ruhları bocalatanların dışında İslâmiyet, sadece samimiyet ister. Çünkü yalnız samimi olanlar imân etmiş olur. Samimiyetine güven duyulacak kişi, fikrini ve duasını icrada arayandır. Her hâlukârda icat işleri yapılır. Teknik bir kaç ilerleme kaydedilir. Sorun bu değil! Gerçekten samimi bir idarenin eliyle müslümanlar, bu “Artificial İntelligence” denilen yapay zekalardan daha babasını üretirler. Ama ipleri tamamen kaptırıcı değil, insana gerektiğince faydalı olabilecek şekilde.”

Murat: “Çin bile sosyal ağ haline gelen kendi TikTok uygulamasını sınırlandırmaya başladı. Belirli yaştaki çocuklar sadece bir kaç saat ve sadece gerekli videolar görebilecek. Bu yapay âlemde programlamamayacak şey yok dostum. Yeter ki yolda trafikten selamlaşmaya, alışverişten hak ve hukuka kadar, kısacası her şeyde olması gerektiği gibi bunlar da sistemli olsun.”

Orhan: “Gençler, süper programlar yazarken efendiliğin de insana özel bir program olduğunu kavramalı. Program bozuksa kabalaşmaya, kulağa hoş gelmeyen cızırtılar çıkarmaya başlıyor insan. Çirkin davranışların cirit attığı bir ortamda güzelden, iyiden ve doğrudan bahsetmekte bu yüzden güç oluyor. Sanırım çirkinden, kötüden ve yanlıştan bıkmaya başlamalı insanlar. Yoksa bu gidişat hiç iyi bir gidişat değil. İyinin, doğrunun ve güzelin savunulmuş, istenmiş, beklenmiş, sevilmiş veya dillendirilmiş olması işi kurtarmıyor.”

Murat: “Hâlbuki isteyen sevene, bekleyen savunana, dillendiren aksiyoncusuna değer vermeye başlasa mücadele kolaylaşacak. “Zorlaştırmayın, kolaylaştırın” buyruğundaki hikmeti aramalıyız mı bilmiyorum ama çağlar üstü harika bir söz değil mi?”

Orhan: “Örneklerde kusur olmaz ya, meselâ ne işle meşgûl olursan ol, işinin kolaylaşmasını istersin. En son canlı izlediğim lokâl bir futbol müsabakasında takım kaptanı, topla biraz fazla hareket edip hata edeni “kolay oyna!” diye sesli uyarmıştı. Zorluğun da bir hikmeti var, kolaylığın da. İşin harbi hikmeti zor olanı kolay kılan vesilelere yapışmakta. Bizim de bir çok kez zorlandığımız ve verimimizi daha kolay nasıl aktarabileceğimiz hususunda tıkandığımız noktalar buralarda aranmalı. Bir devrimcinin en acı çektiği anlar bu anlardır zaten. Anlaşılamamak, kurşun yemekten ve işkenceden geçmekten beter diye hisseder! Zor olan da budur. Ama bu ve imkân sıkıntısıda dahil, onu durdurucu sebepler değildir. Çünkü devrimci bir ruhun kafasında işlerin zorluğu veya kolaylığı gibi meseleler yoktır. Mesele zorsa teknik ve fikir üretir, mesele kolaylaşıncada derhal işe koyulur.”

Murat: “Neyi nasıl yapmayı düşünmekten niçin nasıl düşünmeyi başarmamız gerektiğini kaçırmışız gibi geldi dediklerin.”

Orhan: “Bir bakıma benziyor. Bir bakıma değil. Çünkü engelleyecek faktörlerin çokluğunu kaçırmış oluruz. Soluduğumuz hava, yürüdüğümüz sokak, okuduğumuz kitap, sevdiğimiz şarkı, hüzünlendiğimiz hadiselerin etkisinde yaşıyoruz. Bunların etrafında gönül gözümüz ya açık oluyor yada paslanmış. İşte insan, yine soluduğu havadan, kullandığı diş macununa kadar başka saldırılar ile de karşı karşıya. İnsanın eşya ve hadiselere karşı net tavırlar sergilemesini sağladığı iddia edilen epifiz bezini ele alalım. Geometrik olarak beynimizin tam ortasında bulunan ve küçük bir mercimek tanesi kadarcık olan bu bezin temiz kalması gerekiyor. Paslanıp tıkandığı vakit hem algılamalar yavaşlıyor hemde karar vermeler zorlaşıyor. Bir şekil düşünmeyi engellemeye varıyor iş. İllâki delirip meczuplaşmıyor kişi ama tepkisiz, yorgun, cansız, dertsiz, tasasız, vicdansız, soğuk birisine dönüşebiliyor. Bu bezin en büyük düşmanı “florür”. Diş macunundan musluk sularına kadar yaygın olduğundan bir çok kişi tarafından rahatça vücuduna alıyor.”

Devam Edecek…

16.05.2023

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: