AYŞE ANNE
Yavuz USTA
Ah, o güzel çocukluğum!.. Yayla rüzgârları kadar deli dolu bir o kadar mis kokulu ve dağları kadar ulu imânla, inançla perçinlenmiş ruhumla saklambaç oynuyorum…
Dökük bir bağ evinde oturduğumuzu hatırlıyorum… O gün arkadaşlarla saklambaç oynayacağız ve ebe söbelemek için saklanmayı tercih ettiğim bağın -ileride oğlu Sencer’le (*) arkadaş olacağım Ayşe Anne’ye ait olduğundan bî haber- otları arasına girip zulalanmış, avını takip eden kurt gibi ebe olan arkadaşı izliyorduk…
– “Burada salatalıklar var” fısıltısıyla yanımdaki arkadaşın elini dalında ki taze salatalıklara uzattığını fark etmemle:
– “Allah çalanı sevmez lan! Dokunma onlara!” deniştim ki…
– “Sizi gidi hırsızlar! Anne babanız size terbiye vermiyor mu kaybolasıcalar” !kükremesiyle, dişi arslandan kaçan ceylan yavrusu gibi fırlamıştım kurt gibi pusuya yattığım otların arasından… Ayşe Anne, elinde uzunca sopa peşimde kovalarken:
– “Vallahi teyze, ben hiçbir şeyini çalmadım!” Kaçarken savunma yapabilmenin tatlı tecrübesini yaşamıştım…
Yıllar sonra Sencer’le olan dostluğumuzdan dolayı hitabı her zaman “oğlum” olmuştu…
Bize, hiç bir kadın olsun, erkek olsun aydın büyüklerimiz salatalığın, eriğin veya kalp çalmanın hoşluğunu öğretemediklerinden midir bilemem, hırsıza arsıza selâm vermek kendimize zûl gelmiştir nedense?
Ne demiş büyükler: “Her şey cinsiyle eşleşir!”
(*) Metris şehidimiz Sencer Kartal.