AVRUPA’NIN GELECEĞİ
Hazal YALIN
Geçenlerde, İtalyan yazar Thomas Fazi ile yapılmış olan bir mülâkatı iktibas etmiştik. Bu mülâkat üzerine Hazal Yalın, mülâkatın önemine binaen bir değerlendirme yazısı kaleme almış, onu da sunuyoruz:
Önemli, ama görüşlerini bütünüyle doğru bulduğum ve paylaştığım için değil, doğruya yakın bir çerçeve sunduğu için.
Tanımlar meseleye bakış açınızı ortaya koyar. “Savaşta en çok zarar gören Avrupa” postülası, yanlış klişelerin başında geliyor, çünkü Avrupa’yı yekpare sayıyor. Hangi Avrupa? Halkın Avrupası mı, geleneksel burjuvazinin Avrupası mı, ABD-Britanya (yani dünya) küresel mali sermayesiyle bütünleşmiş Avrupa mali sermayesinin Avrupası mı zarar gören?
İlki, savaş ekonomisini gazlamak için daha fazla sömürülecek, dolayısıyla açıkça zarar görüyor; ikincisi, mali oligarşi ile mesafesi açık olması ölçüsünde zarar görüyor; üçüncüsü ise zarar şöyle dursun, savaşı kışkırtıyor, tırmandırıyor, çünkü bundan kâr elde ediyor.
Ekonomideki genel veriler kendi başlarına hiçbir şey göstermez. Büyüme oranı mı düşüyor? Resesyon mu var? Peki ama bunların ne zararı var? Tersine, bunlar arkasından hızla tırmanacak savaş ekonomisi sayesinde hem halk sınıf ve tabakalarının hem geleneksel burjuvazinin direnişini aşmak, siyasi gericileşmeyi azdırmak için kaçınılmaz (ve kesinlikle yararlı) adımlar.
Tartışma, “Avrupa’ya zarar” tartışması değil (öyle bir yekpare Avrupa yok), faşistleşme sürecinde geri dönüşsüz noktanın aşılması tartışması olmalı.
Aynı şey genel “rasyonalite” izleğinde de geçerli. Bir sürecin rasyonalitesi, kimin “rasyonel aklıyla” ilişkisi olduğuna bağlıdır. Avrupa’nın Amerikan askeri stratejisini takip etmesi halk sınıf ve tabakaları ve geleneksel sanayi burjuvazisi için yıkıcı ve “irrasyonel” olabilir, ama küresel mali oligarşinin parçası olan Avrupa mali oligarşisi ve onların sanayi ortaklığını teşkil eden dev otomotiv (dolayısıyla aynı zamanda savaş) sektörü için, elektronik (dolayısıyla aynı zamanda savaş) sektörü için, bilişim (dolayısıyla aynı zamanda savaş) sektörü için kesinlikle yararlı, gerekli, iktidarlarını pekiştirmek için zaruridir.
Bununla birlikte, her ne kadar yanlış formüle edilmiş ve “kapitalist sınıfla” menfaatleri karşı karşıya konulmuş olsa da, ABD askeri-sınai kompleksinin tayin edici rolünü vurgulaması, mülakata değer vermek için yeterli. Yanlış formülasyon,
1) bu kompleksin burjuvazinin en gerici, en saldırgan, en militarist kesimi olduğunun unutulmasında yatıyor;
2) “kapitalist sınıfın” tanımının yapılmayarak büyük burjuvazinin iki temel fraksiyonunun karşı karşıya konulmasında yatıyor;
3) tam da bu kompleksin, elektronik, bilişim, otomotiv sektörlerindeki bileşenleriyle birlikte mali sermayenin ta kendisi olduğunun vurgulanmamasında yatıyor.
Demek ki bütün yaşananlar bir stratejisizliğin değil, tersine, somut, elle tutulur ve kesinlikle “yararlı” bir stratejinin unsurlarıdır. Bu strateji yararlıdır, çünkü stratejiyi üreten küresel mali sermayedir ve bu, kendisi için en avantajlı şartları oluşturmayı hedeflemektedir: sonsuz savaşlar, sanayinin militarizasyonu, siyasetin militarizasyon ve gericileşmesi, iktidarın faşistleşme süreci.
Bu süreç, kuşkusuz, sömürge “güneyde” troykanın hegemonya ilişkilerinin aşınmasıyla el ele yürüyor. Ama hegemonya emperyalizmin kendisi değil sadece emperyalist ilişkilerin bir bileşenidir. Hegemonya yeniden üretilebilir, yeter ki iktisadi bağımlılık ilişkileri korunsun.
Ama sürecin uluslararası ilişkiler açısından en önemli yanı, güney üzerindeki hegemonya ilişkilerinin zayıflaması değil, bu ilişkilerin troyka içinde yeni baştan ve çok daha güçlü biçimde kurulması. Uzun Merkel döneminin ardından, parçalı ama etkili Berlusconi döneminin ardından, mirası uzun süren Chirac döneminin ardından Avrupa’da burjuva rejimleri kendi hegemonya ilişkilerini tamamen kaybediyorlar ve bunun yerine Amerikan hegemonyasını eksiksiz kabul ediyorlar. Bu, yeniden şekillenen iktisadi ilişkilerin, mali sermayenin sadece nicelik olarak yükselmekle kalmayıp nitelik olarak da tek merkezli sonsuz savaşlarla birlikte yeni bir muhteva kazanan mukaddes egemenliğinin uluslararası ilişkilere kaçınılmaz yansımasıdır, zira mali sermaye, bu dünyada günümüzde mevcut yegane ve yekpare uluslarüstü, kozmopolit güçtür.