AHLÂK İNKILÂBI
Âlâaddin Bâki AYTEMİZ
Reuters’in, Bilâl Erdoğan’ın adının geçtiği rüşvet dâvâsı haberinin aslında sıradan bir haber değil de bir şantaj olduğu apaçık.
Ortada gerçekleşen bir rüşvet eylemi yok, sadece bir takım iddialar var.
Fakat mesele bu haber değil zaten. Bu haber çerçevesinde rüşvet alınmadığını Reuters de satır arasında itiraf ediyor… Asıl mesele bu haber üzerinden verilen mesaj ve şantaj: Gündeme getirdiğimiz bu dâvâda ortada rüşvet yok ama bizim de bildiğimiz başka işlerde olmadığı anlamına gelmez. Dediklerimizi yapmazsanız, esas onları gündeme getiririz, ona göre.
Yani mesele, “ortada bir şe yokken, onlar yalan söylüyor, vay ahlâksız namussuzlar” meselesi olmadığı gibi bu hadise üzerinden de Batı zaten bize düşman, bizim dik duruşumuza karşı her şeyi yaparlar meselesi de değil.
Ortada, “bir yönetici ve ailesi, hüküm sürdükleri ülkede ticaret yapmamalı” şeklindeki İslâmî ölçüye, bu ölçünün ahlâk olarak tecessüm edişine, ettirilmesi gereğine mugayir bir durum var.
Devlet başkanı ve ailesi, bu tip şantajlara fırsat vermeyecek pozisyonda olmalı. Yoksa bizzat kendileri devlet ve millet için bir millî güvenlik meselesi hâline gelir. Ölçüye uyulmayan yerde, ölçü dışı her türlü rezaletin yaşanmasına fırsat verilmiş olunur. Elin adamı da bu fırsatı elbette değerlendirir ve yapılmayana bile yaptı derler. Sonra da çıkıp, “vay ahlâksızlar, namussuzlar, siz nasıl böyle dersiniz!” diye çırpınmak kâr etmez.
İslâm ahlâkı devleti yönetenlerin, valilerin, idarecilerin tesir sahalarında ticaret yapmasını doğru bulmazken, Erdoğan yöneticilerini tüccarlardan seçiyor.
Turizm Bakanı, tur operatörü, otelci, turizmci.
Sağlık Bakanı’nın hastaneleri var.
Eski Eğitim Bakanı’nın özel okulları vardı.
Şu bakanın şu ticareti, bunun bu şirketi, o bakan kendi bakanlığından kocasının şirketinden şu kadar mal alımı yaptı vs…
Sonu gelmez söylentiler, dedikodular… Aslı var yok, milletin ahlâkını bozan, yanlış örnek olan şeyler.
Ama zaten bugünün siyaseti tam da bu değil mi?
Yani ideal olan bir tarafa da Türkiye’de devleti yönetmeye talip olanlar ticaret yapmadan, siyaset yapabilir miydi? Siyasete devam edebilir miydi? Şahıs plânında bazı istisnaî misalleri çıksa da sistem buna müsaade ediyor mu?
Etmiyor. Adı üstünde, onlar istisna… İstisnalar da kaidedendir… Bizzat Erdoğan, zamanında, teşkilatlarda yönetici olacaklar için “nereden buldun” yasası çıkartılması teklifi karşısında, “bir tane yöneticimiz kalmaz” demedi mi?
O zaman mesele, neyi ne için yaptığında izâha ve meşruiyete kavuşur.
O da dâvânın sistem plânında pratize edilmesi mücadelesiyle tecelli eder. Doğu’da ve Batı’da büyük dava adamları, normalde ve nefsleri için yapmayacakları şeylere, davaları adına nefslerinin alçalmasına katlanmışlardır. Dikkat edin: Normalde katlanmayacakları aşağılanmalara, nefsleri için değil, dâvâları adına katlanma ahlâkı… Yani zaten o süflî ilişkileri zatları için bir hayat tarzı olarak seçmiş değiller. Onlarınki, şahsı için katlanmayacağı şeylere, fikri yaşamak ve yaşatmak için mecburen katlanış…
Yani, girdiği mecra aslında tamamen nefsanî iken, bunu davam adına yapıyorum göz bağcılığı ile Allah’ı ve kullarını kandırma hevesi mi, yoksa, ölümden ağır gelecek şeylere sırf dava yürüsün diye katlanma ahlâkı mı?
Biri kahramanlık, diğeri ise davayı da nefsine kullanıcı en adi kalpazanlık…
Gerçek kahraman ve sahte kahraman farkı gibi…
O hâlde, bakılması gereken reel nokta, bu tür yöneticiler, “ülke kurtulsun da varsın ben şahsen zarar göreyim!” çizgisinde mi yürüyorlar yoksa ülke her geçen gün daha da kötüye giderken daha mı çok semiriyorlar?
Gerçek dava adamları, “çok veren maldan, az veren candan” kıstası ile, hep fedakârlık ederek ilerlediler. Dünyada zenginleşmek adına şahsî olarak terakki etmek ne, her teşebbüste ellerindeki avuçlarındakini davaya feda edip, bu feda edişten sonra hep yeniden nefslerine ağır gelecek işlere tevessül etmek zorunda kaldılar. Fedakârlığın olmadığı yerde dava olmaz ama sahtekârların ağzında lâfı olur. Dava derler deveyi hamuduyla götürürler, davaya zırnık koklatmaz veya bir kaç kırıntı ile büyüklük gösterisi yaparlar ama gebeşlerin göbeklerinin veya ticaretlerinin büyüme hızına hiçbir şey yetişemez.
Özüm özü hâliden: Para amaç mıdır araç mı?
İnsanda delâili hâl diye bir şey var…
Bir de işin şu tarafı var: Para bende olduğuna göre söz ve karar bende olmalı, ben ne dersem o yapılmalı. Yani davanın içinde görünür ama ölçü fikir değil elindeki bu maddi imkândır. Elindeki imkânı fikir ve iş sahibinin emrine vereceğine, fikir ve iş sahibini bu imkânla boğarak kendi emrine ram etmeye kalkar. Bunun en masum hâli, mahallenin zengin ve şımarık veledinin, top oynamayı bilmediği hâlde sırf topu var diye, takımı belirlemesi ve kendisini de santrafor olarak kabule mecbur bırakışıdır. Parası olmasa benliğini dikte edemeyecekken…
Mesele, bir bütün hâlinde ve her seviyede bir dünya görüşü ve ahlâkına uygun davranma dâvâsıdır.
Beklediğimiz inkılâp, tam bir ahlâk inkılâbı olacaktır.
Başyüce ve Yüceler, bu ahlâkın kemiricileri değil en ileri temsilcileridir.
Fikrin pıhtılaşması demek olan ahlâk, pıhtılaştığı fikre delâlet ederken, fikir de ruh ve imâna… İslâm ahlâkı mı yoz Batı ahlâkı mı? Ölçü belli: Kim kimin karartısını çoğaltıyorsa, o onlardandır.