RUSYA’NIN ZAFERİ KUTLU OLSUN
Burhan Halit KOŞAN
Dünyanın yaratıldığı ilk andan itibaren bugüne kadar hiçbir masumun ayak basmadığı ve bugünden kıyamete kadar da hiçbir masumun ayak basamayacağı Batı, can çekişen bir leş, parfüm kokulu bir kadavra olsa da bir şeyler istemeye devam ediyor. Yunanlılar denizi, Don Kişot’un ülkesi İspanya ve Portekiz ganimet, İngilizler sömürge, Naziler köle istiyor. Allah Resûlü ve dört halife döneminden sonra gelen Arap yönetimleri mevali-köle Müslüman istiyor. Vatikan, mevta olan Bizans’ın mirası ile çok daha fazla insanı Katolik Hıristiyan yapabilme arzusuyla yanıp tutuşuyor.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yönetimi döneminde insanları komünist yapmak için çırpınan Rusya, bugün bir Çar prensine hamile ve doğum sancıları çekiyor. Peki, Türkiye ne istiyor?
Yeryüzünü şekillendirmekten ve sömürmekten vazgeçmeyen küresel karar vericiler, yani ABD ile İngiltere başatlığındaki Batı, işbirlikçileri aracılığıyla düşman addettiklerine ya Armagedon ile ya savaşsız bir yenilgi arasında tehdit seçeneklerini sunuyor. Şimdi bir kısım okuyucu şunu sorabilir:
Savaşsız bir mağlubiyet nasıl olur? ABD ile Avrupa Birliği, iğfale uğramış çocuk psikolojisinden dolayı ve Rusya’nın Avrupa’nın tamamını hallaç pamuğu gibi dağıtabileceğinin ürpertisiyle Rusya ile doğrudan doğruya vuruşmaya cesaret edemiyor. Bunun için de “prizma ve çoklu kaldıraç” formülleriyle harekete geçerek Rusya’yı parçalamak ve Başkan Putin’i indirmek istiyor.
Malûmunuz olduğu üzere kaldıraç metaforu Yunan matematikçi ve bilim adamı Arşimet’in, “Bana uzun bir kaldıraç ve bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım” formülünün çeşitli alanlara uygulanmasından başka bir şey değildir. İster hayır ister şer yollarında kullanılabilecek kaldıraç veya çoklu kaldıraç yönteminin biricik amacı ve maksadı, fahiş, azamî, maksimum bir çıktı oluşturmak için cüzi, mütevazi, asgarî bir girdi kullanmayı içerir.
Anglo Sakson hegemonya, Rusya’ya karşı çoklu kaldıraç yöntemiyle cephe savaşında Ukrayna, ekonomi ayağında ambargo-yaptırım uygulayan çetelerle Rus ekonomisini mahvetmek ve böylece Başkan Putin’i devirmek için her türlü girişimde bulunuyor. ABD başatlığındaki Batı ülkeleri, İskandinavya ülkelerini de yanlarına alarak prizma tekniği gereğince Navalny gibi kuklalar aracılığıyla Rusya’nın içinden ve Türkiye ile İsrail’in sızma girişimleri ile de tali yoldan Rus devletini parçalama ve Başkan Putin’i indirmek üzerine organize çalışıyor.
Büyüme yahut küçülme kavşağında bekleyen Türkiye’nin, Rusya karşısındaki yalpalayan tavrı ve gösterdiği refleksleri Türk insanının menfaati üzerine değil, ABD ve Batı dünyasının menfaatlerini korumak ve muhafaza etmek üzerinedir. Küresel caydırıcılık peşindeki Amerika liderliğindeki Anglo Sakson hegemonyası, Protestan ve Katolik dünyası, işbirlikçilikleri tescilli Türkiye yöneticilerini ve politik muhalefetini değil, aziz Türk milletini, Rus halkını ve Başkan Putin’i doğal ve ebedi düşman olarak addediyor ve imha için çalışıyor.
Dünya tersine döndüyse, bunun nedeni kibir kumkuması Macron, Nazi çetelerinin Şansölyesi Olaf ve ABD başbakanı olan Biden manyağının, Başkan Putin karşısında alabora olmalarıdır. Evet, Rusya ve özellikle Başkan Putin karşısında mantıklarını ve akıllarını kaybeden ABD ve Batı yöneticilerinin motivasyonlarını jeopolitiğin alanlarında değil, patoloji ve psikanalizin satır aralarında aramalıyız.
Argo tabirle ABD ve Batı liderlerinin her biri tam kırk altılık, yani tedaviye rağmen çalışma olanağı vermeyen hastalıklarıyla her biri zincire vurulacak bir deli; Ahlâksızlıkları da cabası.
Delilerin dezavantajlı yönleri kadar avantajlı yönleri de vardır. Firavun, Haman, Belam, Hitler, Olaf, Biden, Makron gibi zırzır delilerin avantajı, kendilerini dinleyenleri mantıksızlığa sürükleme riskine maruz bırakmalarıdır. Bu zırzır delilerin teklif edebilecekleri fikirleri, tercih sunabilecekleri şıkları, iddia edebilecekleri tarihi vakanüvisleri olmadığı için, halüsinasyon çılgınlıklarını rehber edinirler.
ABD ne söylerse söylesin ne yaparsa yapsın, tarihî yorgunluklarını üzerlerinden atamayan Fransa ve Almanya’nın Rusya’ya karşı direnme ihtimalleri bile yok. Hani demem o ki, Rusya ve Putin’e karşı savaş açan Atlantik ve Batı dünyası ile birlikte ABD ve Avrupa’nın menfaatlerini savunan tüm demokratik düzen ve cumhuriyetlerin bütün yapıları ve unsurları da çöküyor.
Demokrasi denen felâketin kuluçkası olan Atlantik ve Batı dünyasını savunmak katıksız olarak siyasî, ekonomik ve ahlâkî rezillikleri sergilemekten geçer ki, Türkiye coğrafyasında da ister politika ister medya ister yönetim anlayışıyla bu rezaletin tam göbeğindedir. Türkiye’nin politik ajandasına baktığımızda ister yönetim ister halk nezdinde Batı’nın tiranlığına ve köle eden zihniyetine ve Nazi saldırganlığına karşı çıkmaktan ziyade Batı ülkelerini yöneten liderlere karşı çıktığını, görebiliriz. Bu durum çözüm değil, daha fazla kemirilmeyi ve daha fazla istismarı getirmektedir. Bu paragrafın ilk cümlesinden devam edecek olursam, demokrasi kuluçkasındaki yumurtalardan çıkan faşizm, totalitarizm ve hizipçi yönetimler de demokrasinin karşıtı değil, Laik Cumhuriyet yönetimi gibi demokrasi hergelesinin çocuklarıdır. Hani demem o ki, Faşizm, Nazizm, Siyonizm, Dömonoloji, yani satanizm (şeytan öğretileri) gibi çağdaş ispritizmalar demokrasinin kriz zamanlarındaki evreleridir.
Eceli gelen köpeğin cami duvarına işemesi gibi Ukrayna üzerinden Rus duvarına işeyen ve pisliğini yapmak isteyen Atlantik ve Batı dünyasının da eceli yaklaşmaktadır ki, eceli kesinlikle ve kesinlikle yatakta olmayacak, cumhuriyet cehenneminin de. Ukrayna gibi Türkiye içinde de yükselen faşizm dalgasına dikkat edecek olursak, her ne hikmetse emperyalizmin merkez üssü olan ABD ve Avrupa yönetimlerine karşı değil, küresel Siyonizm’e karşı değil, aksine ABD ile AB’nin finosu, Siyonizm’in kanişi olma istikametinde seyrediyor olması tam bir ironi.
Her ne olursa olsun Rusya ve Putin, kesinlikle ve kesinlikle Batı ile Atlantik’in boyunduruğu altına girmez. Batı dünyası Putin’in pençelerinden kurtulsa bile yine rahatı bulamayacak. Evet, bu hususta Napolyon, Renan, Michel, ya da Tocqueville’in kâhince kaygılarını, istikbâle dair düşüncelerini biliyoruz. Bizden gözüktükleri halde bizden olmayan ve Atlantik ile Batı dünyası önünde secde eden demokrat solcuların tanrı diye tapındığı ve cahil sağ cenahın peygamber diye inandığı Jean Jacques Rousseau: “Türkler- Tatarlar efendimiz olacak. Bu devrim bana kesin gibi geliyor” demiyor mu?
Hani demem o ki, Batı dünyası ve Atlantik, Rusların yani başkan Putin’in şerrinden kurtulsa dahi istikbâldeki mukadderatı olan Türk şerrinden ve “Mavi Bayrak”ın intikamından kurtulamayacak.
Metanet ve cesaret, savaşan ile olsun.
Savaşan ile olsun, metanet ve cesaret.