AKADEMİK GARABET

Burak CANDAN

Eskiden, bir zamanlar bu topraklarda kaleme alınan her eserin birbirine benzeyen bir başlama terkibi vardı… Çok inanan, az inanan, belki inanmayan bile bu nizâma uyar, eserini o şekilde yayınlardı. Bu girizgâh, besmele-hamdele-salvele olarak muntazam idi.

Şimdilerde ise kaynak göstermeyi bile Hadis-i Şerif kitaplarındaki senet zincirlerinden öğrenen, buna rağmen çaldıkları, okudukları hiçbir eseri kaynak göstermeden kullanan, hatta kendi yazmış gibi kitap yayınlayan “Batı” fikriyatı, hiç bunlar olmamış gibi bütün dünyaya makale yayınlama esası dayatmakta. Elbette bu “esas”ta, yayın başına besmele-hamdele-salvele koyduğunuz takdirde sözüm ona ciddi yayın organlarında yer bulamıyor, hatta “akademi”nin dışına çıkarılıyorsunuz. Elbette kendinizi düzeltirseniz bu kötü niyetli ve yanlış sistem de ortadan kalkar.

Kendinizi düzeltmenin pek çok yolu var ama öncelik psikolojiden, manevî şifadan geçiyor. Özet olarak “aşağılık kompleksi” olarak tanımlanan ruh hâlinden hep birlikte çıkmak gerekiyor.

Nedir bu kendini düzeltmek? Nasıl olur da kurtuluruz bu aşağılık kompleksinden? İlk önce “Batı’ya yaranınca mutlu olma” hâletini, bir nevî hastalığını terk etmeliyiz. Batı’nın sizin yaptığınız işi takdir etmesi önemli değil, önemli olan bakalım yaptığınız iş ilk önce İslâm hukukuna ve sonra vicdanımıza uyuyor mu? Hani olur ya bazen yaptığımız işin dinen bir sakıncası yokmuş gibi gözükür ama bir türlü içimiz rahat etmez. Hani, kadı fetva verse de sen yine de bir vicdanına danış denilen mesel… İşte yaranılacak odaklar bunlardır: İslâm ve vicdan. Yaptığınız iş bu iki kaynağa uyuyor ve doğrulanıyorsa, başka bir odağa yaltaklanmanın da pek bir gereği yok. Mesele “şahsiyyet” meselesi… Şahsiyetinizi neye göre inşâ etme niyetinde ve iddiasındaysanız, ona göre faaliyet gösterirsiniz…

Dilimizde belki pelesenk ama gönlümüzün neresinde belli olmayan bir sır, bir söz: Allah rızası için… Sözün özü, manevî şifânın ilk basamaklarından biri “Allah rızası için” iş eylemektir, çalışmaktır; ölçü bu.

Bir de hiçbir zaman anlam veremediğim, YÖK tarafından, hatta maalesef Yazma Eserler Yayınları tarafından kullanılan bir saçmalık var: Transkript klavye veya çeviri yazı alfabesi. Şu görsele bakalım:

Altında noktalı “h” harfi Arapçadaki “ha” sesini karşılarken, “h”nin altında çizgi varsa Arapçadaki “hı” sesini karşılıyor. Böyle bir şey yapmanın ne mânâsı var ki? Hiçbir kolaylık sağlamıyor. Çeviri çalışmalarında orijinal metin kitabın arkasına konuyor. Okuduğunuz sayfanın esas metnini görmek isterseniz kitabın son sayfalarına gelip, karıştırıp bulmak gerekiyor. Bulduğunuz sayfayı karşılaştırmalı okumak da eziyete dönüşüyor hâliyle. Biz bir “elif-bâ”yı bilmeyecek kadar cahil bir toplum değiliz ki. Bu çeviri kitap çalışmalarını sol tarafa esas metin, sağ tarafa normal lâtinize metin konulsa zaten okuyucu satır satır karşılaştırmalı okuyarak oraya “kaf” mı konmuş “kef” mi konmuş bilir. Bu rezil sistemin ve gereksiz çeviri yazı harflerinin ne gereği var?

En azından Osmanlı Türkçesi, Arapça veya Farsça’dan çeviri çalışmalarında kendi standartımızı belirleyemez miyiz? Bunları yapmak ve bize dayatılan akademizm anlayışı karşısında “uluslararası kamuoyu”na da kabul ettirmek bence zor olmamalı.

One thought on “AKADEMİK GARABET

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: