Zeynep Bozdaş İle Arap Baharı Ve Türkiye’nin Dış İlişkileri Konulu Söyleşi

Zeynep Bozdaş İle Arap Baharı Ve Türkiye’nin Dış İlişkileri Konulu Söyleşi

ZEYNEP BOZDAŞ KİMDİR?

Aslen Diyarbakırlı olan genç bir  hanım yazar, Erciyes Üniversitesi  tarih bölümünde okudu. İlk olarak, Genç Bakış Dergisinde yazmaya başladı. Bozdaş, hâlen Sivil Düşünce Platformu’nun Ortadoğu Temsilciliği,  Hür Dava Partisi’nin (HüDa- Par) Dış İlişkiler Başkanlığı Danışmanlığı ve Küresel Dünya dergisinde Foreign Policy Advisor/Dış Politika Danışmanı görevlerini yürütmektedir.

METİN ACIPAYAM: Zeyneb hanım merhabalar. Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için sonsuz teşekkürler. Dilerseniz ilk sorumuza geçelim!..


ZEYNEB BOZDAŞ: 
Rica ederim Metin Bey. Buyrun sorabilirsiniz!..


METİN ACIPAYAM:
 Tanzimat ile başlayan Batı karşısında “kendimizi yok sayma” anlayışı, nihayet Cumhuriyet ile beraber zirve noktaya ulaşmıştır. 150 yıldır delice hareketler ve sözde inkılâplar ile beraber yönümüzü Batı’nın bataklığına çekmeye çalışan yerli işbirlikçiler sayesinde, dış politikada Cumhuriyetten bu yana rezalet üstüne rezalet yaşamaktayız? Bu açıdan baktığımızda, Cumhuriyetten sonraki dış politikamız hakkında ne söylemek istersiniz?


ZEYNEB BOZDAŞ: 
Fransız İhtilali süreci, Osmanlı Devleti için bir dönüm noktasıdır aslında. Batı’nın kaşıdığı bir süreçtir. Klasik taktiktir; ‘böl ve yönet’. Tebaaya aşılanan ulusalcı ruh, devlet adamlarının gücün ve ilacın Batı’da olduğuna dair inancıdır Osmanlı devletini yıpratan ve yıkan. Bizlerde kuraldır tarih için, şöyle olsaydı, şu yapılmasaydı vs. demeyiz. Sadece olanı bildiririz. Evet Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlayan, değişimi gerçekleştirmeye çalışan tamamiyle Batı’nın kurallarını özümsemiş kişilikler oldu. Kendi kültürlerini çiğnedikleri için halk onlardan uzaklaştı.

Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte yüzünü Batıya dönmüş bir Türkiye gördük. Bir gecede cahil bırakılan halk, kopyala yapıştır kanunlar, zoraki batı kıyafetleri…  Harf İnkılabı için; ‘’Bizim ahenktar zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir’’ diyorlardı. Alfabe değişikliğiyle de kalmadı hadise. 1000 yıllık tarihini unutanlar sözüm ona ulusalcılık adına Farsça ve Arapça kelimelerin dilden atılmasını buyurdu. Bakın şimdi gençler 50 yıl öncesinin şiirlerini okuyamıyor. 1000 yıllık tarihlerini bilmiyorlar. Sadece Batı’nın rızasını arayan ve bu doğrultuda politikalar üreten bir Türkiye oldu. Bu sadece laik-Kemalist zihniyetin iktidar olduğu dönemler için geçerli bir kural değil. Menderes döneminde de farklı bir tablo yoktu. Bölge ülkelerinin katılacağı bir toplantıya gitmek için Amerika’dan izin istiyorduk. ABD’ye üsler tahsis ediliyor ve askerleri topraklarımızda konuşlanıyordu. 2002’den sonraki sürece kadar Ortadoğu’yu unutmuştuk. Suriye iç savaşına kadar çok hızlı bölgesel atılımlara şahit olduk. Komşularımızla barıştık, yüzlerce anlaşma imzaladık. Ama yine Batı’nın oyununa gelip kardeş halklarımızın birbirini öldürmesine yardım ettik. Sadece Arap Baharı süreci değil. ABD’nin Afganistan’ı, Irak’ı işgal döneminde de. Doğu’yu unutup Batı’ya dönme, medeniyetin Batı’dan geldiğine inanma bizim yüz yılı aşkın projemiz. Felaket getiren proje.


METİN ACIPAYAM :
  Emperyal güçlerin,  müslüman coğrafyada senaryoları bitmek bilmiyor, biri bitiyor, yenisi başlıyor? Ne söylemek istersiniz?


ZEYNEP BOZDAŞ: 
Asında şunu iyi görmek gerekiyor. Sanayi inkılabından itibaren Batı, ekonomik üstünlüğü her şeyin üzerinde tutuyor. Dini politikaların da üstünde. Bu amaçla birçok coğrafyayı istila ettiğine, sömürgeleştirdiğine, insanları köleleştirdiğine şahit olduk. İnsanlara asıl zenginlikleri olan kendi kaynaklarını çıkarttırıp işliyor ve yine onlara satıyor. Fildişi Sahilindeki kakao işçilerinin hayatlarında ilk kez çikolata yediklerine hepimiz şahit olduk. Çikolatanın tadına baktıklarında ne diyorlardı; ‘Meğer beyaz adamlar bu yüzden bu kadar sağlıklıymış.’ Evet beyaz adam 2 Euro’luk günlük kazançla zavallı işçilere kakaoyu toplatıp çikolata haline getiriyor ve paketini 7 Euro’ya satıyor. İşte bütün denge bu. Zengin olmak için insanları sömürürsünüz, gelişmelerini önlersiniz, politikalarınıza karşı çıkmaya başladıklarında kaos yaratıp sömürmeye devam edersiniz. Her şey üstün bir ekonomi için. Ekonomide kazanılan üstünlük sizi siyasi manada da lider yapıyor. Bugün dünyada jandarmalığa soyunmuş güçler ekonomiye yön verdikleri için durum böyle. Batı’nın Ortadoğu stratejilerin temelini jeopolitik konum değil ekonomi oluşturuyor. Ortadoğu kaynaklarını verimli kullanabilmek için siyasi planlar yapılıyor. Çin’in Hindistan, Pakistan, Bangladeş politikalarının da temelinde bu var. Rusya’nın Türki Cumhuriyetlerdeki etkisinin temelini de ekonomi oluşturuyor. Fransa’nın Afrika politikaları da bu temelli. Elması, petrolü elde etmek için türlü stratejiler üretiyorlar. Şu anlaşılmalı artık. Bu kaos ortamları, düşmanlıklar vs. birilerinin bizim zenginliğimizi elde etmek için oynadığı oyunlar. Evet aslında bu kadar basit. Ortadoğu’da ‘kim daha iyi Müslüman’ kavgasını, Afrika’da ‘bizim kaderimiz bu, biz köleyiz’ algısını sadece ve sadece ekonomik üstünlük için yaratıyorlar. Çünkü ekonomik alanda üstünsen siyasi manada da üstünsündür.


METİN ACIPAYAM :
 Batı’nın gözünde Anadolu’nun farklı bir karşılığı vardır. Cumhuriyet ile beraber bu milletin ters istikametinde kurulan yeni devletin uzun vadeli iş yapamayacağı anlaşılmıştır? Bunun neticesinde 1980’lerle beraber değişen paradigmanın neticesinde KEMALİZM, deri değiştirerek faaliyetlerine ILIMLI İSLAMCI bir huviyetle devam etmektedir!… Bu açıdan bakıldığın bugünkü iktidar ILIMLI İSLAMCILIĞIN neresinde gözükmektedir?


ZEYNEB BOZDAŞ: 
Kurtuluş Savaşı Anadolu insanının ulusal ve dini değerlerini çiğnetmeme mücadelesiydi. Yüz yıllardır şahidiz bu bağlılığa. Cumhuriyet tarihinden itibaren bakarsanız, birilerinin halkın değerlerini çiğneme girişimlerine karşılık onlarca ayaklanmaya şahit olursunuz. Nasıl ki örtü için düşmanla savaştı bu halk, dinini, değerlerini yok etmeye kalkışan yerli iş birlikçilere karşı da mücadele verdi. Kur’an’ı yasakladılar, ezanı Türkçeleştirdiler peki sonrasında ne oldu. Demokrat aynı zamanda İslami değerlere bağlı liderler gelip önceki yönetimin katı uygulamalarını değiştirdiler. Bu hep böyle devam etti. Halk ne zamanki bu dönüştürülme çabalarına karşılık isyan etme noktasına geldi, işte o zaman ılımlı isimler gelip halkı yatıştırdı. Hiç şaşmaz. Türkiye siyasetini iyi takip ediyorsanız bunun dönem dönem gerçekleştiğini fark edersiniz. Demokrasi ve muhafazakâr değerler ortak noktada birleştiği için ılımlı İslam olarak adlandırılıyor bu proje.  Malum, Hz. Muhammed’den sonra yönetim şekli olarak Halifelik belirlendi. Ardından saltanat rejimi, ardından dini dışlayıcı katı bir demokrasi anlayışı vs. Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından bir Kemalizm furyası vardı evet. Şimdi şu ulaşılmaz elitlerin dini. Savaşın baş aktörü olarak insanların gözüne o kadar sokulmuştu ki o ne söylerse doğrudur, ne yaparsa haklıdır. Bu sürdü mü hayır sürmedi, isyan eden çok oldu. Bakın şimdi çok küçük bir azınlık dışında da etkisi yok. Kemalizmi yenen Muhafazakâr değerler ılımlı İslam olarak adlandırılan bir yönetim şekli haline büründü. Aslında radikalizmi törpüleyici bu yönetim şekli bölgedeki diğer Müslüman ülkeler için de düşünüldü. Uzun yıllardır Batılı yöneticiler bunu dillendiriyorlar. Ve Arap halkının patlaması bunun için bir fırsat yarattı. Sürecin kontrolünü ele geçirip öne çıkan aktörlerle demokrasi pazarlığı yaptılar. İtaat etmeyenler ise kuklalar eliyle yerlerinden edildi. Batı için başarılı bir proje. Tüm İslami hakların özgürlüğünü sağlıyorlar. Namaz kılıyorsunuz, başörtüsü takıyorsunuz ve sekülerizme entegre oluyorsunuz. Yani artık Batı ülkeleri size gâvur gelmiyor ve kazanmak için iş birliğine sıcak bakıyorsunuz. İtiraz etmiyorsunuz. Evet bulunmaz nimet; Ilımlı İslam


METİN ACIPAYAM:
  Yine Emperyal Batı’nın yerli ajanları sayesinde Ortadoğu’da bir değişim yaşandı. Ve bunun adına da kamuoyunda ARAP BAHARI dendi. Bu mesele hakkında yorumlarınızı alabilirmiyim?


ZEYNEB BOZDAŞ: 
Özellikle her platformda şu hususu dile getirmeye gayret ediyorum; insanların ‘ekmek, özgürlük’ arayışına ‘emperyalizm oyunu’ tanımlaması yapılamaz. Bu sürecin Tunus’ta patlak vermesinin temel nedeni işsizlikti. Size ekmek vermiyorlar ve siz buna itaat etmek mecburiyetinde değilsiniz. Mısır’da sizin özgürlüğünüzü elinizden alıyorlar ve siz buna itaat etmek zorunda değilsiniz. Libya’da bir astığım astık diktatörlük rejimi var ve siz buna itaat etmek zorunda değilsiniz. Suriye’deki istihbarat ağına da itaat etmek mecburiyetinde değilsiniz. İnsanların hak, özgürlük, ekmek arayışına ‘batı oyunu’ denilmesine öncelikle ben karşı çıkarım. Ancak, bu patlamaların bir kontrol mekanizması vardı elbette. Bu halk ayaklanmalarında öne çıkan aktörlerin ABD ve Avrupa ülkelerinde çeşitli görüşmeler yapmak mecburiyetinde olduklarına şahit olduk hepimiz. İşte tam da o sırada bu ayaklanmaların kontrol edilmeye başlandığı görülüyor. Belki Tunus-Mısır-Libya-Suriye üzerinden bu süreci anlatmak gerekiyor. Fas, Yemen ya da mezhepsel tepki sebebiyle yıllardır görmezden gelinen Bahreyn’de bu Bahar süreci daha farklı işledi. Tunus ve Mısır’da müthiş bir teşkilatlanma sürecine tanık olduk mesela. Tunus’ta; ülkede son derece aktif olan ‘sol’ ve İslamcılar bir araya gelerek mücadele ettiler, Mısır’da demokratlar, Hristiyanlar, İslamcılar zalim yöneticilere karşı direndiler. Tabi silahsız olduğunu vurgulamak gerekiyor. Çünkü aksi halde topraklarının nasıl bir ortama dönüşeceğinin idrakindeydiler. Bu silahsız direnişe rağmen yöneticilerin kısa bir sürede koltuklarından vazgeçişleri o meydanlardaki teşkilatlanmaların bir meyvesidir. Aksi halde Batı’nın en sadık piyonlarını kurban etmeye kalkması düşünülemezdi bile. Ama düşünün farklı dinler ve ideolojiler bir arada. Üretim durmuş, direniyorlar. Böyle bir tabloda hayır gitmiyorum deme şansınız yok. Libya ve Suriye’de süreç daha farklı işledi. Tüm Libya ve tüm Suriye sokaklarda değildi, silahlı mücadelenin arkasında biraz da bu var. Kaddafi zor bir isim. Sert ve acımasız. Görevini bırakabileceğine kimse inanmadı. Ve silahlar konuştu. Onlarca grup ülkeye akın etti. Mali’deki aşiret örgütlenmeleri vs. Ardından Batı ülkeleri yardıma geldi ve Kaddafi öldürüldü. Şimdi ülkenin hiçbir noktasında güvende değilsiniz. Yönetim yok. Gruplar kendi aralarında çatışıyor. İstikrar yok. Suriye’de de rejim karşıtı gösterileri hemen akabinde rejime karşı ordu kuruldu. Yüzlerce grup oluşturuldu. On binlerce kişi silahlı çatışma için ülkeye giriş yaptı. Şimdi binlerce insan yaşamını yitirdi, ülke harabeye döndü, yabancı savaşçılar kendi aralarında petrol bölgelerinde hâkimiyet kurmak için savaşıyorlar. Ülkenin birkaç yıl içerisinde eski haline dönmesinin imkânı yok. Libya ve Suriye’de teşkilatlanma noksanlığı binlerce canı yok etti. İstikrardan bahsetmek imkânsız. Yabancı savaşçıların ülkeyi tahliye etmesi de öyle. Rejim hala yerinde. Ülkedeki istihbari baskı önümüzdeki zamanlarda çok daha ağırlaşacak. Yani silah başarı getirmedi. Aksine kaosu daha da büyüttü. Eğer bu silahlı mücadele için yapılan hazırlıklar ülkedeki oluşumların desteğini almak için yapılsaydı bugün bambaşka bir tablo çıkardı önümüze. Özü itibariyle haklı isyanlar, ne yazık ki sonraki süreçte başka güçler tarafından kontrol edildi ve bölgedeki kaos ortamı derinleşti.


METİN ACIPAYAM:
 Üstad Necip Fazıl’ın, İslam’ın yeniden uyanış hareketini, ve yeniden bu dinin devletleşme vetiresini Anadolu’dan göstermesi aşikar bir hakikattir. 1000 yılı aşkın bir süredir İslam’a liderlik mevkiinde olan bu necip millet, Allah’ın izniyle yeniden bu idealini gerçekleştirecektir!.. Bu meselede sizin fikriniz nedir?


ZEYNEB BOZDAŞ: 
Bu hepimizin temennisi elbette. Ama bunun için önce gücümüzün idrakinde olmamız lazım. Bağımsız bir ekonomi ve bağımsız bir dış politika şart. Bölgesel meselelerde birleştirici rol oynanmalı, bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkiler geliştirilmeli, serbest ticaret bölgeleri oluşturulmalı, yerli sanayi için çalışmalar yapılmalı. Uzun ve zahmetli bir süreç. Ancak başka türlü bağımsız bir siyaset izlediğimiz ve bölgede lider konumda olduğumuzu söylemek imkânsız olur. Birbirini öldüren insanlara ‘durun’ demiyorsanız bilakis teşvik ediyorsanız yapıcı bir dış politika izlediğinizi söyleyemezsiniz. Umutsuz değilim ‘’Dünya beşten büyüktür’’ sloganı realiteye dönüşürse bu coğrafya şahlanacaktır. Neden aklı selim, bütünleştirici bir ülke öncülüğünde olmasın ki. Ama öncelikle gerçekten bağımsız olmayı öğrenmemiz gerek.


METİN ACIPAYAM :
 İslam topraklarındaki kavga ve sıkıntılar karşısında Türkiye’nin, tarihi misyonu icabı, Emperyalizm’den bağımsız hareket ederek, “yol gösterici-veya sıkıntıları halledici” tavrında olması gerekirken, başta A.B.D olmak üzere diğer devletlerin çizdiği rol icabı hareket etmesi ne menem şeydir? Bu noktada ne söylemek istersiniz?


ZEYNEB BOZDAŞ: 
Bu son 120 yılın politikası aslında. Bu coğrafyadaki insanlar çaresiz ve güçsüz olduklarına o kadar inandırılmış ki herhangi bir süper gücün eteğine tutunulmadan yaşanmayacağını zannediyorlar. Bakın düşünün, bir zamanlar ilmin merkezi sizin topraklarınızdı, ‘oku’, ‘merhamet et’, ‘adaletle hükmet’ diyen bir dine mensupsunuz. Her alanda dünyaca ünlenen bilginlere ev sahipliği yapmışsınız, Batı sizin kaynaklarınız sayesinde gelişiyor, ilerliyor ama siz bir hiç olduğunuza inanıyorsunuz.  Bu çok acı bir kabullenilmişlik. Türkiye özelinde tüm bölge için söylüyorum bunları. Dini, siyasi, ekonomik tüm alanlarda asıl üstünlüğe sahip olan sizlersiniz. Bugün Arap ülkelerini ya da Türkiye’nin bölge politikalarının temelini korku oluşturuyor. Evet korku. İtaat etmezsek bizi yok ederler korkusu. Önce “Nato’nun ne işi var Libya’da’’ cümlesi, çok kısa bir süre sonra ‘’Nato, Libya halkını korumaya gidiyor.’’a nasıl dönüştü zannediyorsunuz? Arap Baharı sürecinden bahsettiğimiz için bu örneği veriyorum. Yoksa çok uzun yıllardır süregelen bir politika bu. Suriye meselesindeki dahlimize bakın mesela. Kavgaya destek olduk, olacakları öngöremedik, uzlaştırmak yerine savaştırdık. İşte bugün Suriye meselesi Irak’a ve Lübnan’a sıçradı. Bizim topraklarımızı da tehdit ediyorlar. Bugün Gazze’ye saldırılarını sürdüren Siyonistlere bakın. Theodor Herlz diyor ki; ‘’Düşmanlarımız bizim rızamız olmadan bizi tek tek birey yaptılar. Üzüntümüz bizi birbirimize bağladı ve gücümüzü keşfettik.’’ Evet tüm Dünya tarafından dışlanırken ve azınlıktayken çalıştılar, çok çalıştılar akıllarını kullandılar ve şimdi Dünya’ya hükmediyorlar. Bugün Batı, dünyaya ihraç ettiği değerleri çiğneye çiğneye onları savunmak mecburiyetinde kalıyor. Çünkü güçlüler. Sayıları az olmasına rağmen güçlüler. Vaziyet buyken bu kadar Müslüman devletin ayrılıkları körüklemesi, birlik için çabalamaması komedi, acizlik ve İslam’a ihanet değil midir? Bu vebal, Türkiye dâhil tüm İslam devletlerinin üzerinde. Korkaklık ve acziyet.


METİN ACIPAYAM: Sorularımız bu kadar. Teşekkür ederim.

ZEYNEB BOZDAŞ: Rica ederim Metin Bey… Asıl ben teşekkür ederim!..

 ADIMLAR DERGİSİ

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: